- 1096 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yorgun Lisan
Bir sesli işaretler sistemi olan dil, aynı toplulukta yaşayan veya aynı milletten olan insanların anlaşabilmelerini sağlayan en gelişmiş iletişim aracıdır. Dilin kaynağı çok eskilere dayanır ve dilin kendinden doğma kuralları vardır. Dil, toplumun ortaklaşa meydana getirdiği ve kullandığı canlı bir varlık, sosyal bir kurumdur.
Bir milletin dilinde, o milletin bütün bir hayat macerasının özü saklıdır. Gelmiş geçmiş nesiller, varlık karşısındaki duruşlarını duygu ve düşüncelerini, yorumlarını söz ve yazı ile dilde kalıplaştırmışlardır. Bugün dilimizi kullanırken bizden önceki nesillerin düşünce kalıplarını hazır bulup kullanmaktayız. Böylece dil, nesiller arasındaki iletişimi sağlamış olmaktadır. Dil aynı zamanda millet birliğini sağlayan en büyük faktördür. Çünkü millet, yalnız yaşayanla¬rın birliği, beraberliği değil, yaşamış olanların ve yaşayacakların da birliğidir. Bu birlik ortak değerler sistemi olan kültürün doğmasını sağlar. Böylece dil ve kültür etkileşime girerek ulusu temsil eden bir bağ oluşturur.
Kültür; bir milletin yaşayış tarzı, maddi ve manevi her şeyini içine alan değerler topluluğudur. Bir milletin dili, dini, gelenek ve görenekleri, sanat eserleri kültürün başta gelen unsurlarıdır. Yani kültür insan hayatının toplumsal ilişkilerden doğan bütün yönlerini kapsar. Bu bakımdan dil ile kültür iç içe geçmiş olgulardır. Dil ye¬teneği, insanda doğuştan olsa bile bu yeteneğin gerçekleşmesi ve kullanılması toplumsal ilişkilerin varlığına bağlıdır. İnsanlar ancak sosyal çevrelerinin yardımıyla yeteneklerini geliştirebilmekte ve bu doğrultudaki eserlerle ait olduğu topluluk içindeki kendine has yerini bulmaktadır.
Bir milletin kültürü, tarih boyunca ortaya koyduğu eserlerden oluşur. Milletler dillerini ve kültürlerini yüzyıllar boyunca bir hasırın telleri gibi işleyerek oluştururlar. Bir millet kültür bakımından ileri gitmiş, yüksek bir seviyeye erişmişse, dili de bu seviyeye uygun bir biçimde geliş-me kaydeder. Çünkü bütün kültür faaliyetlerinin temelinde dil var¬dır; toplumun kültür değerleri bireylere dil yoluyla aktarılır. İnsanın düşünmesi ancak dil ile mümkün olduğundan, dilini üstün bir sevi¬yeye çıkaramayan milletlerin düşünce hayatları da kapalı dar ve sı¬nırlı kalır. Bu durum bütün kültür üzerine tesir eder. Bu bakımdan tarih boyunca kültür ve dil birbirinden ayrılmaz; birlikte gelişir ve değişir. Milletlerin düşünce ve duygu dünyasındaki ilerlemeler sos-yal yaşantıları ve coğrafi etkilere göre şekillenir.
Türkler tarihin belki de en hareketli milleti olmuşlardır. Bilinen 2500-3000 yıllık tarihleri içinde Türkler Çin’den Avrupa içlerine, Sibirya’dan bugünkü Kuzey Rusya’ya, Hint Okyanusundan Afrika ortalarına kadar yayılmışlar, sayısız kavimlerle temasta bulunmuşlardır. Böylece Türkçenin de üç kıtada asırlarca birçok dille ilişkisi olmuştur. Bu sırada Türkçe ile diğer diller arasında karşılıklı etkileşimler ve sözcük alışverişleri kaçınılmaz olmuştur. Konuşma dili ve yazı dili ayrımından dolayı kendiliğinden oluşan dönemlerdeki değişmelerle bunu takip etmek mümkündür.
İslamiyet’in etkisiyle dil ve edebiyata giren Arapça ve Farsça sözcükler yazı dilini etkileyerek özellikle 16. yüzyıldan sonra Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşan Osmanlıca halini almıştır. 20. yüzyılın başında bu durum sona ermiş ve Türk yazı dili, bu yabancı unsurların yoğunluğundan kurtularak konuşma dilinin normal halini almıştır.
Türkçeye Osmanlılar dönemi boyunca Avrupa dillerinden de sözcükler girmiştir. Fakat son zamanlara kadar bunlar doğal sınırlar içinde kalmış, başta balıkçılık ve denizcilik alanında olmak üzere, İtalyanca ve Yunancadan günlük dile birtakım sözcükler yerleşmiştir.
Cumhuriyetten sonra ise bu Batı dillerinin etkisi gittikçe artmış ve bugün İngilizce sözcükler, dilimiz üzerine adeta bir sağanak gibi yağmaktadır.. Şunu da belirtmek gerekir ki dilimiz başka bir dilden sözcük aldığında, kendi ses yapısına uydurmaya çalışır. "Taxi"nin okunuşu taksiyi kabul ederek kimi zaman okunuşuyla uydurmaya çalışmıştır. Marjinal sözcüğü ise Fransızcada son birim anlamındayken, dilimizde aykırı, sıra dışı anlamında kullanılmaktadır. Örnekteki gibi; kimi zaman da alınan sözcükler sadece ses değişikliğine uğramakla kalmamış, birçok defa anlam ve kullanım olarak da değişikliğe uğramıştır.
21. yüzyıla gelindiğinde dil bilmenin gereği ve önemi daha çok hissedilmiştir. Öğrenilen her yabancı dilin, yeni ufuklar açtığı, genel kültür ve kişiliğimize katkıda bulunduğu bir gerçektir. Ülkelerin kalkınmasında ve gelişmesinde; bilimsel araştırmaların ve milletler arası ilişkilerin yeri de büyüktür. Bu tür ilişkilerin kurulmasında yabancı diller, yardımcı bir araçtır. Ülkemizde son yıllarda yabancı diller araç olmaktan çıkmış, amaç konumuna getirilmiştir. Yabancı sözcük kullanma hayranlığı her geçen gün artmaktadır. Bu durum dilin yaşayan bir unsur olarak etrafındaki değişim ve gelişimlere açık olduğunun bir göstergesidir.
Dil canlı bir varlıktır. Doğar, gelişir ve zamanla ölür. Etkileşimlerde bulunduğu dillerden sözcük alışverişinde bulunur. Özellikle çağımızda teknolojiyle birlikte dilimize çok fazla sözcük girmiştir. Toplumumuzda yabancı sözcüklere karşı bu eğilim yeni değildir. Önce Arapça ve Farsçadan sözcükler, hatta kurallar almıştık. Şimdilerde ise Batı dillerine eğilim gösteriyoruz. Cümlelerimizde yabancı sözcük kullanmak sanki bir ayrıcalıkmış gibi görülmektedir. Yabancı dil eğitimi gören insanlar öğrendikleri her yabancı sözcüğü Türkçe karşılığı yerine kullanıyor. "Bak ben İngilizce biliyorum!" dercesine yabancı sözcükleri sıralıyor.
Hayatın her alanında yüzyıllardır kullandığımız; tren, televizyon, plan, proje, polis, pilot gibi dilimize yerleşmiş yabancı kökenli; fakat artık Türkçeleşmiş sözcüklerimiz bulunmaktadır. Bu sözcükler gerek okunduğu gibi, gerek Türkçenin seslerine uydurularak sözcük dağarcığımıza eklenmiştir. Örneğin; aranje etmek, Türkçe "etmek" yardımcı fiiliyle Fransızca aranje kelimelerinden oluşan bu birleşik fiil düzenlemek, düzenlenmek fiilleriyle karşılanır. Avans vermek, avans almak, brifing almak, auta atmak gibi sözcüklerde de bu durum görülür. Music – müzik, system–sistem, copy-kopya, bank-banka, gallery-galeri, ballon-balon, indusstry-endüstri, milion-milyon sözcüklerinde ise “-lı, -lik, -cı,-cik,” getirilen Türkçe yapım ve çekim ekleriyle kalıcılığı sağlanarak kullanılır hale gelmiştir.
Şimdi asıl sorun; “Dilimize yabancı sözcük girmesi mi yoksa dilimizde Türkçesi olduğu halde İngilizcesinin tercih edilmesi mi doğrudur?” sorusunun cevabını bulmaktır.
Yurtdışından gelen birinin etrafını gözlemlediğinde Türkiye’de olduğunu anlaması çok güç olacaktır. Her taraf yabancı hatta yabancı mı Türkçe mi olduğu anlaşılmayan tabelalarla doludur. Bu durumda anadilleri farklı olan ziyaretçilerimiz kendilerini vatanlarında hissedebilirler. Hele bir de gençlerin konuşmalarına kulak kabartırsa bu hissi artış gösterir.
Teknolojinin hızla geliştiği bir dönemde, internet ortamında “msn dili” diye ortaya çıkan, kısaltılmış ve yabancılaştırılmış bir kullanım ortaya çıkmıştır. Türkçemizde karşılığı olduğu halde İngilizceye çevrilerek kullanılan sözcükler de bu kullanıma dâhil olmaktadır. Bitti-finish, tamam-ok, son-the end, tam-full, güvenlik-security, acil-emergency, yazıcı-printer, eş-partner, takma isim-nick name, dilbilgisi-gramer gibi örnekleri sıralayabiliriz. Kullandığımız her Türkçe sözcüğün İngilizcesi mevcut olduğundan ve insanlar kendilerini kültürlü göstermek için bu gibi sözcükleri tercih etmektedir. Bilhassa gençler arasında bu eğilim ağırlık kazanmaktadır. Devamlı kullanılan yabancı sözcükler dile yerleşmekte ve Türkçeymiş gibi her alanda kullanılmaktadır.
Tabelalar, gençlerin konuşması, internet ortamındaki yazışmaların günlük hayatımızdaki yazışmalara dönüşmesi, İngilizce sözcüklerin sayısının artması, dilimizi kurtarmak için çalışma yapılmasını zorunlu kılmıştır. Ancak bu çalışmanın nasıl yapılacağı hala tartışma konusudur. Bu zamana kadar dilimize girmiş tüm yabancı sözcüklerin Türkçeleştirilip, ilan edilmesi istenmektedir. Bu hareket, çok sayıda bilimsel yanlışlığı da beraberinde getirir. Her şeyden önce bu hareketin dayandığı bir felsefe yoktur. Amacı ve kapsamı açık değildir. Bu konudaki en büyük hatalardan birisi de sözcüklerin arka planı düşünülmeden hareket edilmesidir. Sözcükler, adeta birer tuğla gibi düşünülmüş ve eskisini alıp yenisini koymakla her şeyin hallolacağı sanılmıştır. Hâlbuki her bir sözcüğün izdüşümü kendisiyle sınırlı değildir. Bir sözcüğü değiştirmek demek, aynı zamanda o kavramla ilgili çok sayıda kullanımı bir anda yok saymak demektir.
Türkçeleştirme hareketi çok fazla eskilere giderek abartılmış, halkın çok sık kullandığı günlük sözcüklere bile yeni karşılıklar bulunmaya çalışılmıştır. Gözden kaçırdıkları gerçeklerden birisi de bu konuda halkın kabulünü ve sözcüklerin yeni hayata uyum sağlama sürelerini hiçe saymalarıdır. Tam anlamıyla, "Biz bu sözcüğü uygun gördük, Türkçesi budur." anlayışı esas alınmıştır. Sözcük ve kavramların tarihi derinliği, bağlantıları, Türkiye ile Türkçe konuşan diğer toplumların irtibatları hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır.
Yıllar sonra Türkçeleştirilmeye çalışılan sözcüklere kimi zaman komik karşılıklar bulunmuştur. Tren için vaktiyle "alttan ittirmeli, üstten tüttürmeli, kaldırgaçlı götürgeç" denmiştir. Tek sözcüğe karşılık altı sözcükten oluşan komik bir karşılık bulunmuştur. Sonuç olarak; halk bunu kabul etmemiş ve tren demeye devam etmiştir. Halkı düşünmeden Türkçeleştirilen bu sözcükler başarısızlığı da beraberinde getirmiştir.
Günümüze kadar girmiş tüm sözcüklere karşılık bulunup bildirilmesi halk tarafından ne kadar benimsenebilir? Halkımız tarafından Türkçe olmasa da kabul görmüş bir sözcüğü değiştirip, yerine saf Türkçe olan sözcüğü koysak da bunu kabullendirmek ya da kullanmaya sevk etmek de ne kadar faydalı olur bilinmez. Yıllardır belki de asırlardır kullanılan bir sözcük ne kadar dikkat edilse de Türkçe karşılığı bulunsa da dilimize girdiği şekliyle alışkanlık haline geldiği görülür. Edebiyatçı ve şair Yavuz Bülent Bakiler bunu açık bir şekilde: "Bir sözcük, dağdaki çobandan Çankaya’daki Cumhurbaşkanı’na kadar herkes tarafından biliniyor ve kullanılıyorsa onu dilimizden atamayız." cümlesiyle açıklamıştır.
Dilimize girmesi muhtemel yeni sözcükler ve dilin yozlaşmaması için alabileceğimiz önlemler olarak şunları sıralamak mümkündür:
Okullarda Türkçe dersleri daha özen gösterilerek anlatılmalı, Türkçe dersinin amacı ve işlevi öğrencilere anlatılarak Türkçe sevgisi aşılanmaya çalışılmalı,
Her birey, kitap, dergi, gazete okumaya teşvik edilerek, dil bilinci oluşturulmalı,
Ulusal yayın yapan radyo ve televizyonlarda Türkçeye özen gösterilmeli,
Türkçe karşılığı olduğu halde yabancı sözcükler mümkün olduğu kadar az kullanılmalı,
Yabancı tabela kullanımına hiçbir şekilde izin verilmemeli, eski tabelalar gerekiyorsa ceza yoluyla değiştirilmeli.
Yeni girebilecek sözcükler için; TDK, MEB, Meslek odaları, TRT, Bakanlıklar gibi her alanda bir kurum oluşturulmalı ve bundan sonra girecek sözcükler için bu kurum çalışmaya başlamalıdır. Hangi alanda bir sözcük girdiyse, o alanın uzmanları sözcüğe uygun, mantıklı, halk tarafından kabul görebilecek karşılık bulmalıdır. Bulunan bu sözcük medya aracılığıyla ilan edilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir milleti yok etmek önce dilden başlar. Peyami Safa da "Dilini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir." sözüyle dilin önemini vurgulamaktadır.
YORUMLAR
Ancak hali hazırda kullandığımız türkçe olarak bildiğimiz dil de öz türkçe değildir , öz türkçeyi kullananları biz Türkler anlayamayız bile, bu yüzden sorun Batılı kültürden dilimize giren bir kaç kelimeden daha vahimdir.
Ayrıca batıdan dilimize giren bir çok kelime doğudan batıya gitmiştir biz tekrar ordan almışızdır;
örneğin şeker kelimesi
arapça olan "ʃʋgər"dan ingilizceye "sugar" olarak ordan da dilimize "şeker" olarak geçmiştir bu bir kısırdöngüdür sizin de dediğiniz gibi
"Dil canlı bir varlıktır"
bu yüzden de bu etkileşim normaldir.
Sorun bir kaç kelimelik etkişelimden daha ötedir.
Gökhan Özbütün. tarafından 9/24/2009 4:48:10 PM zamanında düzenlenmiştir.