- 1153 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Deǧişen ve Yobazlaşan Deǧerler
Her çaǧ birinden ya daha güzel, ya da daha kötü istenilmeyen bir biçimde gelişen olaylara imza atarak tamamlamıştır kendi misyonunu. İçinden geçtiǧimiz 20. Yüzyıl da iki kanlı emperyalist dünya savasına sahne olmuş ve bu savaşlar neticesinde milyonlarca mahsum insan da yaşamını yitirmiştir. Dünyamız yine bu çaǧda ekolojik dengelerini altüst eden doǧa katliamlarına da tanık eden en yıkıcı doǧa kirliliǧi ve nehirlerin kirlenmesini ve kurumasını saǧlayarak binlerce doǧal canlının neslinin tükenmesini de saǧlamıştır. Orta Çaǧ’ın karanlıǧından tekniksel buluşların yardımıyla kurtulduǧu sanan insan Orta Çaǧ’dan da daha vahim sahnelerde Don Kişot’un dramalarını oynamıştır.
Oysa yaşadıǧımız yüzyıl, 20. Yüzyıl’dan daha vahim bir yüzyıla imza atmış gözüküyor. Sanki ‘Ortaçaǧ Karanlıǧı’ndan kurtuluşu rönesans ve reformasyon yüzyılı olan asıra girmiş gibi toplumsal dengeler, ilmin positif gelişmesini, negativiteye dönüştürerek yakıp yıkarak yok ediyor. Para sınırsız bir hakimiyetin imparatorluǧunu oynayarak güzel olan her şeyi yok ederek yoluna devam ediyor. İletişim teknolojisi mini aletler icat ederek gücünü milimikronlara kadar indirip mucizevi yenilikleri insanlıǧın hizmetine sunuyor. Koca bir evreni dolaşmak artık bir kaç saate indirlen uçaklarla gezilip akşam yemeǧini evinde yiyebilinecek bir teknoloji yaratılmış durumda. Her şey deǧişiyor, insan deǧişiyor olumsuz yönde… Ahlaksız para hakimiyetini insanlık üzerine kurarken köşeyi dönme hayalleri bizlere yetenek olarak lanse ediliyor. Loto, toto, şans oyunları, kumar, resmi ve sivil hırsızlık, fuhuş, pezevenklik, devlet malını zimmete geçirme, bir kaç yıllık milletvekilsizliǧinden sonra gayrı menkullerinin hesabını bilmeyen milyarları vurup götürmek, deniz fenerleri, yimpaşlar, jet favilla gibi resmi ve yarı resmi dolandırıcılar devletin bütün kadrolarına hakim olarak karar verilecek mevkilerde oturarak sessiz ve sinsice cotorellilerin, renlerin, buşların, clintonların emirleriyle ülkeyi soyup soǧana çevirerek pişkince ve utanmadan soygnlarına yeni zeminler hazırlamanın keyfini yaşıyorlar.
Bu olumsuz gelişmelere en büyük desteǧi saǧlayan ise demokratik bir sistemin beşinci gücü olan ve toplum üzerinde polis ve asker kadar baskı kurarak kamuoyu yaratan medya bu silahı kuşanmış durumdadır. Günümüzde bu medya denen canavardan kurtulmanın imkanı yok denilse abartılmış olmaz. O öyle bir güç ki, onu tartışmak başlıbaşına bir gücü karşımıza alarak savaşmak, yanı bir meydan muharebesine başlamak demektir. Aslında biraz okuyup yazan herkes biliyor nasıl bir dünyada yaşadığımızı, ama tüketim kültürünün en büyük kurucu ve kollayıcısının, duygu ve düşüncelerimize saldırıp tek tipleştirme çalışmasının nerelerden geçip nereye geldiğimizi görmek gerekiyor; hani şöyle bir durup düşünmek için. Bu yozlaşma her yönden benliǧimizi sararak sahip olduǧumuz her şeyi kirletiyor. Kirlilik o kadar geniş bir alana yayılmış ki, bir insan hangi yoldan giderek bu kirliliǧe karşı savaş vereceǧini düşünse dahi, bu yozlaşmaya nihai bir çözüm getirecek o sihirli deǧneǧe sahip deǧildir.
Biz bu kirlenmeyi sadece dil açısından ele aldıǧımızda, güzel Türkçe’mizin nasıl bir tahribata uǧradıǧını anlamak insana o kadar aǧır geliyor ki, bazen sitemi kendi çaresizliǧinin bir parçası olarak görüyor insan… Dinci basına bir göz attıǧımızda durum adeta dilimizin ikinci bir araplaşma sürecine girdiǧinin acısını yaşıyor bir dilsever. Ana dilde başlatılan bir yozlaşma, yok oluşun temelini atarak ayaklarını saǧlam bir zemine basmış oluyor bu acı görmek için. Bu basın zaten güzel Türkçemize saldırısını sadece yazılarıylada yapmıyor. Bu yazıları okuyan ve bunun etkisinde büyüyerek gelişen bir genç yirmili yaşlardan sonra tam gaz bir fanatik olarak hem kendi nesline hemde hemde diline inane ederek kendi gibi düşünmeyenleri düşman görerek öldürecek kadar canileşiyor. Toplumda ceryan eden ve gelişen bütün olayları böyle fanatiklere yüklemekde bir haksızlık olur, ama bu gerici “Türk İslam Sentezinin” savunucuları aslında hem dilimizin hemde Türklerin, Avrupa ve Amerika kadar düşmanlarıdırlar. Bu yobazlar aslında diǧer taraftan “gavur” dedikleri bu insanların en büyük ve sadık dostlarıdırlar. Neden mi? Nedeni o kadar açık ki, bunu bizim islamcı ve diǧer zenginlerimizin hem yaşantısına hemde paralarını neden €uro’ya ya da Dolara çevirdiklerini, bu varlıklarını neden İsviçre’nin, Amerika’nın ya da Avrupa’nın herhangi bir ülkesinin bankalarına yatıdıklarından dolayı yeni bir dünya keşfetmemize gerek kalmıyor. Bu iki yüzlü, yüzsüzler eǧer içinde yaşadıkları kendi ülkelerini sevselerdi, zaten ülkemiz bu hale gelmezdi. Ve şimdi Avrupada sayıları beş milyonu aşan vatandaşların burada genelde temili ve ödünç – taşeron firma larda çalışarak sömürülmelerine müsade etmezlerdi bu vatan hainleri.
Ama bu iktidara gelmiş ve gelecek olan hainler kendileri mason oldukları için ülkeyi adım adım satarak bütün zenginliklerini yok ederek ne kadar dönek olduklarını da böylece ısbatlıyorlar.. Yine bu hainler iş yapan ve kendinden olmayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri çeşitli adlar altında damgalayarak toplumda küçük düşürmeǧede çalışmazlardı. Buna en güzel örnek son günlerde “sözde Ergeneokon” özünde hainlerin ve haramzadelerin iktidarı olanlanlar sayın Türkan Saylan’ı Hıristiyan kökenli diyerek, kadınlarımızın ve kızlarımızın okuması için yürüttüǧü çalışmalardan dolayı töhmet altına sokmak istiyorlar. Bu konuda en büyük saldırganlıǧı Vakit gazetesi yaparak, sayın Taylan’nın ailesinin 1936 yılında din deǧiştirdiǧini aşaǧılyarak eleştiriyorlar. Sanki Hıristiyan olmak bir suçmuş gibi. Acaba o haberi yazan gazeteci ya da kendini araştırmacı sanan kişi kendi geçmişini bir araştırsa daha iyi olurdu herhalde kendi adına böylece nereden ve hangi kökenden geldiǧini de öǧrenmiş olurdu. Ama çaǧdaşlaşma yolunda atılan hiç bir adım tersine atılmayacaǧı için, süreç bu hainleri yanıldıǧını er geç gözler önüne sereceǧinide bilmiyorlar sanırım. Ayrıca fetullahın parasıyla beslenen bu basın bezirganları fetullahın da bir Ermeni asıllı olduǧunu ya bilmiyorlar, ya da gerçeǧi “Deniz Feneri” skandalında olduǧu gibi hasır altı etmeǧe uǧrasıyorlar. Fetulla Gülen hırsızlıǧını destekleyen onun gerçek yüzünü de biliyolardır belki de, ama susmak daha iyidir diyerek biraz daha günah çamurlarını, günah defterlerine sıvayarak yazıyorlar. Anakara Emniyet Müdürlüǧü’nün hazırladıǧı Gülen Raporunda aynen şu bilgiler aktarılmaktadır: ’Ermeni olan dedesinin Pasinleri İbrahim bey’in hizmetkarlıǧı yaptıǧı yıllarda, Rus işgali sırasındaki Ermeni ayaklanmasında İbrahim bey ve ailesi Ermeni hizmetkarlarının tasallutuna uǧrayınca, İbrahim bey hizmetkarını ve onun ailesinin bir bölümünü öldürür. Ardından, intihar eder. Olaydan saǧ kurtulan Fethullah Güle’in babasi, 18-19 yaşlarındayken, İspire gelir ve yerleşir. Fethullah GÜLEN: Musluman adı alır ve bir Turk kızı ile evlenir. Gülen’in babasının, “Öyle bir evlat yetistiriyorum ki, bunları kendi dinleri ile vuracak’ dediǧi de rivayet olunur.’ (E.M.H., 2 Haziran 1999) Cumhuriyet’ten Deniz som, 16 haziran 1999 tarihli’ Vaziyet’te okuyuculardan Veli Yildirimin aǧzından şu bilgileri aktarıyor: ’ABD’de Turkiye’deki “Sızintı” Dergisinin karşılıǧ olan ’The Fountain’ isimli bir dergi var. Bunu Washington’da ki Katolik Üniversitesi’nden Cizvit papazi Sidney Griffith ve Abdulaziz Sachadina. Bunlardan Griffith, bir ara Gülen’i New Jersey’de ziyaret etmiş. Sachedina ise Tanzanyada doǧmuş; Hindistan, İranve Kanada da okumuş; Şiilik davasında hizmet için uzun yıllar ABD, Kanada, Ürdün, Pakistan ve Afrika-Avrupa ülkelerinde ders vermiş; halen de Virginia Üniversitesi’nde profesor olarak görev yapan bir kişi. Sachedina, mesaisinin bir bolumunu ABD’deki Stratejik ve Uluslararasi Arastirma Merkezinde (CSIS) “din, politika ve insan hakları uzmanı olarak çalışmaya ayırmış; aynı zamanda, Mehdilik konusunda uzman kabul ediliyor ve bu konuda ki konferanslariıla da tanınıyor. 1962’de Georgetown Universitesi bünyesinde kurulan CSIS, dunyanın muhtelif ülkeleri ve bölgeleri üzerinde politik-ekonomik araştırmalar yapıyor ve hazırladıǧı senaryoları ABD yonetimine ve şirketlerine sunuyor. CSIS’in Orta Doǧu Masası’ndaki yoneticilerden biri olan Edward R. M. Kane Kahire, Bagdat, Beyrut, Tripoli, Dakar ve Ankarada CIA gorevlisi olarak da çalısmış. Dolayısıyla, CSIS ile CIA arasında baǧlantı kurmak mümkün. Som, Yıldırım’ın bilgilerini aktardıktan sonra, şu yorumu yapıyor: “The Fountain’in son sayısında “The Restoration of Balance’ (dengenin onarımı) başlıklı bir yazı var; yazarı, M. Fethullah Gülen. Yoneticisi olarak İsa Saracın, murahhas aza olarak Cherly Pearson’in ve genel koordinator olarak Mustafa K. Sungur’un görundüǧü derginin yazı kadrosunda, kimliǧi acikca belirtilmemis bir kisi daha bulunuyor; M.F.Sahin.bilindigi gibi, Fethullah Gulen, bazı yazılarında Abdulfettah Şahin adını da kullanıyor. Türkiye’de de satılan The Fountain, Internet ortaminda da mevcut ve İslamiyett’e yeni bir ses olarak Gülen’in görüşleri veriliyor. Fethullah Gülen ABD’de “tedavi oluyormuş” diyorlar, entegrasyon tamamlaninca dönecektir. Gülen’in, “sahabe efendilerimize cinnet derecesinde sevgisi vardır” şeklinde tanımladıǧı babası Ramiz, çocuklarına, Sahabelerle hiç ilgisi olmayan isimler vermiştir: Fethullah, Sibgatullah ve Mesih. Gulenin babasinin ogullarindan birine, samimi Musluman ailelerde rastlanmayan ve ama Yehova Sahitlerinin propoganda yayınlarında sık sık kullanılan “Mesih” adını vermiş olması dikkat çekicidir.(Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve ekibince hazırlanan Fethullah Gülen Raporu, s.18’e atfen, Star Gazetesi, 14 haziran 1999) Nedendir bilinmez, Fethullah Gulen babasının Alvar Köyü’nden ayrılması ile ilgili olarak “Küçük Dünyam” kitabında bu konu hakkında hiç bir açıklamada bulunmamaktadir. Oysa bu, son derece ciddi ve açıklama gerektiren bir konudur. kaynak: www.milliyetcile.de
Görüldüǧü gibi olay bu kadar basittir. Dürüstüm diye geçinen; Vakit, Zaman, Yeni Şafak, Türkiye, Tercüman ve daha onlarca dinci yayınlar aslnda kimin misyon olduǧunu gösterebilirlerdi. Yoksa buna Alevi, öbürüne Hıristiyan, diǧerine Yahudi diye suçlamalarda bulunamazlardı. Ama dürüstlük o kadar kolay bir iş olmadıǧı için bu raporu hazırlayan cesur ve dürüst bir emniyet mensubu için hangi aymazlıkları yazacaklarını ve yazdıklarını merak ediyorum. Ülkemin gelmiş olduǧu bu durumu attıǧım her adımda derin bir of çekerek üzüntüyle seyretmenin acısını yaşıyorum. Evet, sizzler, başkalarını suçlayan sizzler aslında masonlarsınız. Çünkü siz kendi kimliǧiniz kaybederek “Orta Asya’dan geldiǧinizi unutarak kendilerinizi bir yerlere yamamaǧa çalışıyorsunuz. Dün İngliz emperiyalistleriyle işbirliǧine girerek ülkeyi sattınız gibi, bugün de ülkemizi Batılı sömürgecilere iktidara getirdiǧiniz iktidarsızlarla teslim ediyorsunuz. Unutmayın beyler Arap faysalları ve batılı şirketler Türkiye’yi kurtaramazlar. Bunun en güzel örneǧini tarihi inceleyerek öǧrenebilirsiniz.
Başka bir denemede buluşmak dileǧiyle, saygılar, hasan hüseyin arslan, 04.05.2009. Frankfurt am Main
YORUMLAR
Doğru; önce bakmak lazım adam mı diye, söz de söz mü diye...Değil mi ya? Biz bodoslama yorum yaptık. :))
Türkiye laik, çağdaş bir hukuk devletidir ve öyle kalacaktır.
Tüm Yurttaşlar dinlerini, inançlarını, örgütlenme, cemaatleşme özgürlüklerini tam olarak kullanacaklardır.
Türkiyede HİÇ BİR ZAMAN ÜÇDÜNYACI ATE-İT BİR DİKTA
OLMAYACAKTIR. TÜRKİYE ÇİN, SURİYE VE İRAN DA DEĞİLDİR. HELE LİBYA HİÇ OLMAYACAKTIR. MİLLET DİKTACI LAİKLERİ DEMOKRASİ SÜPÜRGESİYLE ATINCA BİRİLERİ DE ÇÖPE GİTTİ DEMEK Kİ. EE YAPACAK BİR ŞEY YOK. kİMİ MİLLETİNİN GÖLÜNDE YER TUTACAK, KİMİ DE MARJİNNALİKTEN KÜF TUTACAK. ALMANYADA DOMUZ ETİNDEN UZAK DURUN. MADEM Kİ ORTAASYADAN GELMİŞİNİZ TÜRK DOMUZ YEMEZ, DOMUZCUKLARI HİÇ SEVMEZ.
Sizin talanlarinizin ve hirsizliklarinizin yaninda onunki devede kulak kalir, hadi isine senin gibi birisiyle tartisacak kadar vaktim yok. Iyiki yapmis öyle adamlarda olmasa pisliginiz ortaya cikmayacak isinize gelmiyor gercekleri ögrenmek. Gülüyorum, arabin dinine inanlara... Ben orta asyadan geliyorum, arabin cölünden degil, sizi gidi gerici at sürüleri. Sakallinin biri domuz oldugu icin domuz etinin gidasini almis herhaldeki kullandigi igneye kadar Avrupa'dan aldigini bilmiyor. Türklerin katliamlarla müslüman oldugunu bir bilse kimbilir arap sineklerine karsi nasil allerji duyardi, aynen benim onlara duydugum gibi. Avrupalilar iyiki vize koymuslar yoksa sürüler halinde koyunlar gibi akin akin buraya gelirlerdi...
Hasan Hüseyin Arslan tarafından 5/7/2009 8:30:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mış mış da mışmış. Gülen hakkında "BERAAT" kararı verilmiş hem de Yargıtayca. GÜLEN'i karalayanlara inandığımız kadar Gülen'e neden inanmayalım?
Zamanın Em. Müd. Cevdet SARAL rapor hazırladı diyorsunuz; Okuyun o halde...
Tanınmış ve sevilen Sarıalioğlu soyadlılardan biri, Haziran 1998’de Ankara’da 72 yaşında vefat eden ve 100 seneden beri Trabzon'un Of İlçesi Belediye Başkanlığını elinde tutan Sarıoğlu ailesinden Süleyman Sarıalioğlu. SODEP'in kurucularından ve SODEP ile Halkçı Parti'nin birleşmesinde de rol alan bir kişi. [Hürriyet 29 Haziran 1998]
Bir diğer Sarıalioğlu ise kendi alanında meşhur Adem Halim Sarıalioğlu. ‘Silahlı çete kurmak’ suçundan aranan Adem Halim Sarıalioğlu, Ankara polisi tarafından yakalandığı halde, zamanın Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın yeğeni olduğu için 4.5 saat sonra serbest bırakılmıştı. [Hürriyet 15 Mayıs 1999]
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Adem Halim Sarıoğlunu uzun zamandan beri arıyordu. 22 Ocak 1952 Of doğumlu Sarıalioğlu, hakkında pek çok suçlama vardı. Adem Halim, “Saral” olan soyadını değiştirmiş ve yine o yöreyenin tanınmış soyadı olan “Sarıoğlu”nu almıştı.
Of Emniyeti, 14 Ağustos 1998'de onu ‘silahla adam öldürme, silahla işyerine saldırı ve 6136 sayılı ateşli silahlar ve bıçaklar hakkında kanuna muhalefet’ nedeniyle gözaltına almış, ancak amca Cevdet Saral sayesinde ifadesi alınıp serbest bırakılmıştı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün talebi ve yer belirtmesi üzerine, Ankara Polisi, 26 Mart 1999 günü, nasıl oldu ise, amca Cevdet Saral’ın haberi olmadan, Sarıalioğlu'nun Ankara’daki müteahhitlik bürosunu basıp buradaki 9 kişi gözaltına aldı. Aralarında Sarıalioğlu’nun korumalığını yapan Hakan Çillioğlu da vardı. Büro silah deposu gibiydi. 1 Kalaşnikof, 1 Scorpion marka otomatik silah, 11 tabanca, 245 fişek, 1 çelik yelek ele geçirildi.
Sabıkalı ve polis tarafından aranan yeğen Adem Halim Sarıalioğlu, 9 mm. çaplı 74 C 02482 seri numaralı Browning marka ruhsatlı tabanca taşıyordu. Taşıma ruhsatını, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ikmal edilen dosya üzerine 13 Ekim 1998'de Ankara Valiliği vermişti. Yeğen 4.5 saat sonra, büroda yakalanan 5 kişi ile birlikte serbest bırakıldı. İstanbul Polisi Adem Halim Sarıalioğlu’nu, 30 Eylül 1999’da İstanbul’da yakalayabildi.
Sarıalioğlu’nun müteahhitlik bürosunda yakalanan koruma Hakan Çillioğlunu da hatırlayacaksınız. 21 Eylül 1999 tarihinde, bütün gazetelerin baş sayfasındaydı.
Rize’li Hakan Çillioğlu, Bayrampaşa Cezaevi'nde, Çakıcı'nın yeğeni Kenan Ali Gürsel'i tabanca ile vurmuş ve çıkan çatışmada cezaevi savaş alanına dönmüştü. Çatışma sonunda, Kenan Ali Gürsel'in de aralarında bulunduğu 7 mahkum ölürken Çillioğlu ile iki kişi de yaralandı