- 878 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
VE, İŞTE MUTLULUK... (Denemelerim)
Ağustos sıcağının insanı, boncuk boncuk terlettiği, bir öğlen sıcağı sonrasıydı. Saat: 14.00 ile 17.00 arasında bir zaman dilimi. Şehrin, kendine has bir özelliği olan, öğleden sonrası rüzgarı başlamıştı.
Zaman zaman fırtına şeklinde esiyordu. Çeltikçi Mahallesinin eski sokaklarından birinde, sokağa bakan penceresi, çift kanatlı demir kapısıyla, eski bir ev vardı.
O sokağa bakan pencereli odada bir adam eşiyle birlikte oturmuşlar Kur`an okuyorlardı. Hanım bir köşeye çekilmiş okuduğu “YASİN” suresinin ayetlerine kendini kaptırmıştı. Beyi ise, karşısındaki divanda oturuyordu. Pencere altındaki divanda oturan adam, nafile namazından yeni kalkmıştı. Elinde, yüce Rabbin son kitabı vardı. Gözlerinde yakın gözlüğü, o, Kelam`ı Kutsi`den “BAKARA” suresini okuyordu.
Birinci Cüz, ikinci Sure`den 121. ayetteydi. Ayet`in
Türkçe meali şöyleydi: “Kendilerine verdiğimiz kitabı gereğince okuyanlar varya, işte ona, ancak onlar inanırlar. Onu inkar edenler ise kaybedenlerdir.”
Adam, tam 122. Ayet`e geçecekti ki, sokağa kırmızı renkte bir Şahin marka taksi girdi. Geldi, geldi. Evlerinin önünde durdu. İçinde bir genç kadın, bir genç adam ve sarı sarı saçları, yeşil yeşil gözleriyle genç bir kız vardı. Kimdi bu genç kız, biliyor musunuz? Bilemezsiniz. Ben söyliyeyim. Sevinç`ti. Hani “Beklenen Mutluluk” isimli öykümüzün kahramanı olan Sevinç. Evet, işte o Sevinç`ti arabadaki güzel kız.. Karşıdaki evlerin birinde oturan, eski komşularından biri çok hastaydı. Hem de ölümcül hasta. Duymuşlar.
Ziyarete gelmişlerdi. Annesi, babası ve Sevinç.
Evin hanımı ile beyi ellerindeki yüce kitapları kapattılar. Dualarını yaptılar. Kaldırdılar. Adam yan odalardan birine geçerken, arabadaki kişilere dikkat etmemişti. Yine, bitişik komşularına, doktor getirdiler sanmıştı.
Ama yanılmıştı. Az sonra kendi kapıları çalındı. Arabadan inen genç kadın dışarıdan sesleniyordu:
----- Fatma.! Fatma gelin.!
Odadaki kadın kapıya seğirtti. Açtı. Aynı zamanda da cevapladı:
------ Aa! Nurten yenge. Geçin. Buyurun, buyurun.
Nurten:
------ Biz hasta ziyaretine geldik. Hüseyin eniştenle biraz oraya geçelim. Sevinç sizde oturadursun. Fena oluyor da.
Fatma:
------- Tamam, Nurten yenge. Gelsin, gelsin...
Nurten:
------- Gel, biraz yardım et.
Fatma:
------- Geliyorum. Bir dakika.
Birlikte, Sevinç`in koltuğuna girip yol kenarındaki odaya taşıdılar. Dünyaya gülen gözlerle bakan Sevinç, pencereden yeşil yeşil seyretmeye başladı.
Nurten:
------ Biz, az sonra geliriz, diyerek hasta evini ziyarete
girdiler.
Bir hafta on gün önce yerel gazetenin basıldığı matbaadan:
------- Ağbi, önceki gün bir bayan telefon etti. Öykü`de sözü edilen “Sevinç” benim, öykünün hepsini takip edemedim. Alamadığım gazete sayılarından bana gönderebilir misiniz? diye, adres verdi. Ama kaybettik demişti. Bende, tam adresini bilmiyorum, demiştim.Gazeteden de :
----- Bir daha ararsa, adresini öğrenir, göndeririz demişlerdi.Ve öylece, olay geçiştirilmişti..
Aradan, kısa bir süre geçti. Sanki Sevinç, o öyküden sonra daha da azimlenerek, hayata bağlanmıştı.. Dört tekerlekli özel bisikletinden inmiş, arabalar içinde, dost ziyaretlerine başlamıştı. Ve sanki, “—Ben,hayat doluyum.Bakın, dört tekerlekli bisikletten de kurtuldum. Benim, nereme acıyorsunuz, demek istiyordu.
Yan odada , kendi başına TV. Seyreden adam, eşiyle Sevinç`in yanına girip “Hoş geldin...!! “ demeye, cesaret edemiyordu. Sevinç`in o, insanın yüreğinin derinliğine saplanan, yeşil yeşil bakışları karşısında, hayatta kalma savaşındaki gücü karşısında, eriyip ok olacağını sanıyordu. Bir ara, ne denli aciz olduğunu düşündü..
İzlediği TV. Filminde de, Sevinç`in hayat öyküsüne benzer, bir konu işleniyordu. Fakat, filmdeki kötürüm olan, erkekti. Benzemeyen, uymayan tek tarafı buydu..Hem filmi izliyor, hem de Sevinç`i düşünmekten kendini alamıyordu. Yakın dostları arasında Sevinç gibi ayaklarından özürlü, bir genç vardı.. Bir yakın dostunun, erkek kardeşiydi bu özürlü genç... O anda, gözleri buğulandı.. Damarlarına, sıcak sıcak kanlar yürüdü. Bir yerlere dalıp gitti, gözleri.. Artık, ne televizyondaki filmi izliyor, ne de gözleri bir şey görüyordu.. Hayal alemine dalıp gitmişti, bir anda...Ne olur diyordu, kendi kendine... Elimde bir sihirli değnek olsa.. Şöyle bir, sallayıversem.. Sallayıversem de, Sevinç,`le o genci, bir araya getirebilsem. Ne yapsam, nasıl yapsam ? Tam o sırada kapı açıldı. Sevinç`in annesi içeriye girdi.Fatma :
----- Gel, Nurten yenge.. Böyle buyur. Hani, Hüseyin ağbi, diye sordu ? Nurten :
----- O, az sonra gelecek.. Kahveye kadar gitti diye cevap verdi. Sevinç`in oturmakta olduğu, o gösterilen odaya girdi.Sobete başladılar. Az sonra, koyulaştı sohbetleri.. Odada, üç ayrı dünya, bir arada yaşanıyor gibiydi.. Yok..Yok. Gibisi fazla. Üç ayrı dünya, bir anda yaşanıyordu.Pencerenin önünde, gülücükler saçarak oturan Sevinç, bir başka dünyada yaşıyordu.. Acıları, umutları, hayalleriyle kendi dünyası.. Anne Nurten ile komşu Fatma hanım, tatlı sohbetleriyle, bir başka dünyayı yaşıyorlardı. Bu sokaktan taşınmadan önceki, eski komşuluk yıllarının, geçmiş zamanına dalmışlardı. Nostalji yapıyor, anılarını tazeleyip paylaşıyorlardı.O da. Başka bir dünya idi..
Yan odadaki adam da, ayrı bir alemdeydi, şimdi. Gerçekle, hayal arası yaşanan, bir başka dünya. Hepsinin bulunduğu zaman dilimi aynıydı. Ama, olaylar bambaşkaydı..Sözde, televizyon izliyordu, yan odadaki adam..Bir hayal dünyası yaşanıyordu. Orada, her şey, gerçek olamayacak kadar güzeldi.. Acı, hüsran, kötülük yoktu o alemde. Hiçbir şey hakkında olumsuz düşünmek, mümkün değildi. Sanki ; bir düğün, bir şölen öncesini, yaşar gibiydi herkes..Bütün olaylar, birkaç gün içinde, birden bire gelişivermişti sanki.
Günlerden bir gün, bir telefon sesi duyulmuştu. Telefondaki ses :
----- Şu, öyküdeki Sevinç`le ilgili konuşmak istiyorum.Gelebilir misin ? Telefonun diğer ucundaki ses:
----- Tabii.. Hemen geliyorum, deyip telefonu kapattı. Az sonra, bir araya geldiler. Bir gün tesbit edip Sevinç`le görüşmeye karar verdiler. O zaman geldi. Buluşma gerçekleştirildi.. İki ailenin fertleri ve iki özürlü genç , birbirlerini görüp tanıdılar. Beğendiler. Anlaştılar..Her konuda olumlu kararlar aldılar.. İki özürlü genci, birleştirmeye karar verdiler. İşte bu gece, nişanları yapılıyordu..
Büyükçe bir evin, genişce salonunda, kalabalık bir topluluk vardı.. Oradaki tüm insanların yüzünde, hüzünle karışık, bir mutluluk parıldıyordu. İki özürlü gencin, en mutlu günüydü bu... Sevinç`le diğer genç, en güzel giysilerini giymişler, mutluluktan uçuyor, gibiydiler.. Salonun ortasına, bisikletleriyle getirilen, özürlü gençler, biribirlerini kaçamak bakışlarla, zaman zaman inceliyor, çevrelerindeki insanlara , mutluluk gülücükleri saçıyorlardı.. İşte ; Sevinç`in yıllar yılı, pencere önlerinde beklediği mutluluk, gerçekleşmk üzereydi. Küçücük kalbi, mutlu dakikaların heyecanı ile, hızlı hızlı çarpıyor, çarpıyordu. Sanki apansızın, duruverecekti. Tüm gözler , onların üzerindeydi. Ne çok da davetli vardı salonda.. Birçok tanınmış aileler, eski, yeni komşular, akraba ve dostlar.. Hepsi, hepsi gelmişlerdi.. Videolar çekiliyor, flaşlar patlıyordu.. Basın bile gelmişti... Düğün gibi, nişan töreni oluyordu. Orkestra getirilmiş, çelenklerden salon, geçilmez olmuştu.
Bir ara, orkestra sustu. Orkestranın solisti, yüzüklerin takılacağını duyurdu. Sesler, büyük alkıştan sonra kesildi.Sustu. Gözler, yine gençlerin olduğu köşeye çevrildi. Bir merak, bir heyecandır başladı.. Özürlü gencin ağabeyi,mikrofonu eline aldı. Kısa ve anlamlı bir konuşma yaptı. Daha sonra, gençlerin yanına sokuldu. Sevinç`i ve nişan olacak genci koltuklarından tutup bisikletlerden çıkardılar. Ön tarafa doğru aldılar. Sahnenin ortasına doğru biraz yürüttüler. Yan yana dineldiler.. Gencin ağabeyi, önlerine yaklaştı. Gelin gibi süslenmiş, bir genç kızın elindeki gümüş tepsiden, renkli kurdela ile birbirine bağlı duran, yüzükleri tepsi üstünden aldı.Kurdelanın iki ucunda bağlı yüzükleri, tek tek gençlerin birer parmağına geçirdi. Ama, sucuk gibi terlemişti bunları yaparken. Akıyordu terleri, yüzünden.. Sonra ayni gümüş tepsinin üstünden, küçük makası da eline aldı. Gençlere mutluluk dilyerek, yüzükleri bağlayan, kırmızı kudelayı ortasından kesti.. Salonda büyük bir alkış gürültüsü, kulakları çınlatırken, gelini ve damadı, tek tek kucaklayıp öptü..
İki genç birer eliyle tutuştular, boşta kalan elleri tarafından da birer kişi yardım etti. Büyükleri, yavaş ve kısa adımlarla dolaşıp ellerini öptüler.. Sonra onlar için hazırlanan masaya döndüler, birer sandalyeye oturdular.. Masalarının üstüde, çiçek buketlerinden görünmüyordu. Onbeş gün sonra da düğünleri olcaktı.Orkestra tekrar çalmaya başladı. Solist, az zaman sonra gelinle damadı, piste davet etti..En zor tarafıydı bu gecenin... Nasıl dans edeceklerdi ..?
Dağmat, ağabeyine doğru bakıp bir işaretle, yanına çağırdı.Ağabeyi, yanına varıp dağmada doğru eğildi.Dağmat, ağabeyinin kulağına bir şeyler söyledi. Ağabeyi de, hanımını yanlarına çağırdı. O da, eşine bir şeyler söyledi.Bu arada, orkestra şefine de bir işaret verdiler.. Yengeleri Sevinç`in tarafına, ağabeyleri de dağmadın tarafına dolaştı.Biri Sevinç`in , diğeri de dağmadın koltuğuna girip ayağa kaldırdılar.Dans yapılan piste doğru, küçük adımlarla, ilerlemeye başladılar.. Pistin ortasına gelince, durdular.
Sevinç, bir elini nişanlısının omuzuna attı.Diğer eliylede yengesinin belinden tuttu. Dağmat, bir elini Sevinç`in beline doladı. Diğer eliyle de, ağabeyinin omuzundan tuttu.. Ağabeyi ile yengeside, boşta kalan ellriyle, biribirlerini sıkıca tuttular. Dördüde birbirlerine iyice sokulup destek oldular.. Ve işte, mutluluk sahnesi oluşmuştu. Ağır ağır adımlarla , birlikte dans etmeye başladılar.. Salon; Sevinç`in , mutluluk yaşlarına karışan , alkış sesleriyle inlemeye başladı. Bu sahne ; hafızalardan hiç silinmeyecek, yaşadıkça taze kalacak, bir sahneydi. Hatıraydı.. Anıların en güzeliydi. Bir çok genç çiftler, dans pistini, bir anda doldurdular.. Kimi dans ediyor, kimi ayakta dikelip sürekli alkışlıyor, kimileri de bu tablo karşısında, gözyaşlarını tutamayıp gelini ve damadı öpüyordu.Böylece, bu güzel gece, saatler boyu , anlatılmaz duygularla sürüp gitti. Mutluluk bu değil miydi ? Uzun süre beklensede, işte, gerçekleşmişti.. Hemde, en iyi şekilde... Gözyaşları, acı değildi. Gülücükler, yeni bir hayatı müjdeliyordu artık. Ve, işte mutluluk buydu.
Yan odadaki adam; demir kapının çarpılan sesiyle, hayal dünyasından uyandı.Fatma hanım, kapıdaki kişiyle konuşuyordu :
----- Hoş geldin Hüseyin ağbi.. Buyur. Bizimki, yan odada oturuyor. Geç, buyur oraya, dedi.
Yan odadaki adam, televizyonun karşısındaki divandan doğruldu.Dış kapıya doğru yöneldi. Hüseyin`i , küçük holde karşıladı.Birlikte, yan odaya geçtiler. Televizyonun karşısına oturdular. Uzun yıllar, bir araya gelememişlerdi. Sarıldılar. Öpüştüler. Aralarında derin sohbet, ileri bir yakın dostluk, söyleşisi başladı. Biraz sonra, eski yıllara uzandılar.Derken, Almanya`daki anılara geçtiler.. Uzunca zaman böylesine,sohbet sürüp gitti. Biraz hasret, biraz nostalji ama, Sevinç yoktu. Hayaller yoktu. Bir süre sonra arabalarına bindiler, ayrılıp gittiler.Sevinç, ayrılırken elini sallıyor, yine gülücükler dağıtıyordu.. Yeşil yeşil bakışları, arkalarında kaldı... Sokaktaki eski evlerinin , avlusundaki dut ağacının yapraklarında asılı kaldı gözleri, yeşil yeşil. Ve, o yeşil gözler, hala gülüyordu.
30.08.l992 –
Suat TUTAK
SÖKE
VE, İŞTE MUTLULUK... (Denemelerim) Yazısına Yorum Yap
"VE, İŞTE MUTLULUK... (Denemelerim)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.