- 978 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÖYÜN DELİLERİ
Şiddetli yağmurla taşan dereler, çevreye zarar verdiği gibi değirmene de zarar vermiştir. Herkes gibi o da kendi yeteneği nispetinde, hasarın basit yanlarını onardı. Ama makinizma kısmından anlayacak usta ellere ihtiyaç vardı. Lakin nereden bulabileceğini bilmiyordu. Etrafa çeki düzen verdikten sonra yardım alabilmek umuduyla muhtarın evine gitti. Ama kendisi yoktu. Hanımından kahvehanede olduğunu öğrenince oraya gitti. Kahvehane ağzına kadar hınca hınç dolu idi. Bir erkek edası içinde selamını vererek içeriye girdi. Onca ağızlardan yükselen sözcükler, nedense onun içeriye girmesiyle birlikte kesildi. Herkes birbirlerinin gözleri içine bakıyorlardı. O, suskun ayakta, onları tek tek gözden geçirdi. Olayların karşısında ne denli aciz oluşlarını görünce:
-“Muhtar, yandaşlarını kahvehanede toplayıp karılar gibi yarenlik yapacağına, köyün yolu ile derenin üzerindeki yıkılan köprüyü onarmaya çalışın!”dedi.
-“Ayşe Bacı, benzetmen pek hoş değil. Kadın oluşuna da dua et! ”
-“Aciz erkeklerin kadınlara karşı savunması, olsa olsa küfürlü hakaret ile dayak olur. Sizlere yakışanı da budur. Size gelmemin amacı, yağmurun getirdiği dere sularından zarar gören değirmeni onaracak usta bulmakta yardımınızı isteyecektim. Ne var ki buraya gelmekle hata etmişim.”
-“Ayşe Bacı, bizi ısrarla yanlış anlamaya devam ediyorsun. Biz de senin gibi çaresizlik içinde kıvranıyoruz. Ama nedense düzlüğe çıkan yolu bir türlü bulamıyoruz.”
-“Kahvehane köşelerinde oturmakla elbette bulamazsınız. Çalışmayı yüreğiniz kabul etmiş olsaydı eğer, bir elinizde çapa, diğerinde de kürek ile hummalı çalışma içinde olurdunuz. Ama maalesef çalışmak size göre değil. Siz, kahvehane köşelerinde yarenliğinizi sürdürürken, birileri gelip yolunuz ile köprünüzü onaracaklar, sonra buyurun muhtar, yol ile köprünüz tamamdır diyecekler. Beklentiniz buysa eğer, yanılıyorsunuz. Aslında aradığınız güç kendinizdedir.”dedi.
Ayşe Bacı, kahvehaneden hışımla ayrılıp değirmene döndü. Doğumundan bu yana geçen süreç içersinde, yalnızlığının ezikliğinin bu denli kahredici olduğunu hissetmemişti. Evim aşım dediği değirmenin, afet dolayısıyla uğradığı hasarı onarmak için uzanacak bir dost eline ihtiyacı vardı. O çare arar iken, kahvehanede hararetli konuşmalar sürüyordu. Konusu da onun hakaret dolu sözleri idi:
-“Ben muhtarınız olarak, Ayşe bacı’nın dediği gibi çevrenin yardımlarını beklemeden, onarım işini kendi başımıza başarabileceğimize inanıyorum. Sizlerin başka önerileriniz varsa lütfen ortaya dökün.”dedi.
Herkes, suskun önlerine baktılar. O esnada kapıda beliren Deli Mehmet, sükûnetten faydalanarak heybetli cüssesiyle oturanların aralarından geçerek muhtarın masasına oturdu. Onca kişi, hayretler içinde ona bakıyorlardı. Muhtar da diğerleri gibi gaflet içinde gelişmeleri seyrediyordu. Gündemdeki konu unutulurken, o saflığının avantajını kullanarak masanın üzerinde bulunan tütün tabakasından bir sigara sararak ateşledi. Sigarasından birkaç nefes çektikten sonra:
-“Muhtar emmi, biliyorsun hasat zamanı geçti!”dedi.
-“Ne olmuş geçmişse? ”
-“Verdiğin sözü yerine getirmeni istiyorum.”
-“Ne sözü lan?”
-“Ne hiddetleniyorsun be? Dere üzerindeki köprü yapılırken seni evlendirelim demedin mi?”
-“Öyle mi dedim?”
-“Tabi ki öyle dedin!”
-“Beni bağışla Mehmet. Sen kızı bul, gerisi kolay.
-“Ben kızı buldum.
-“Ne? Kim lan seninle evlenecek akıllı kız?”
-“Bilmem ki nasıl anlatsam! Sizin anlayacağınız, bu kız her gece rüyamda yanıma gelerek, ısrarla benimle evlenmek istiyor. Ama ben kabul etmiyorum.”
-“Niçin kabul etmiyorsun? Bir sorunun mu var? ”
-“Size danışmadan ayıp olur diye düşündüm.”
-“Aferin lan Mehmet. Bize danışmakla iyi ettin. Lakin o kıza gönlüm pek ısınmadı. Sen başka bir kız bul!”dedi.
Mehmet, muhtarın iznini aldıktan sonra bir küheylan gibi başı dik göğsü ileride, sert adımlarla kahvehaneden dışarıya çıktı.
Onca kişi, onun tutarsız yapısını bildikleri için önemsemeyerek konuya kalan yerden başladılar. Tartışmalar, gün boyu sürdü. Bir kesim, kendi imkanları dahilinde onarmayı kabul ederken, diğerleri karşı çıkarak, mutlak bir usta tarafından onarılması gerektiğini savundular.
Muhtar Ali, onları bir noktada birleştirmek üzere ağırlığını koyarak görev bölümü yaptı. Onarmayı kabul edenlere dere içinde çalışmayı önerirken, karşı gelenleri de ağaç kesmek için dağa gönderdi.
O günden sonra hummalı çalışma içine girdiler. Dağa gidenler, görevlerini ifa ederlerken, köyde kalanlar, hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı.
O esnada Mehmet ile Ayşe Bacı, değirmende baş başa oturmuşlar dertleşiyorlardı:
-“Ayşe teyze, herkes beni deli olarak görüyor. Ama aslında deli olanlar kendileridir. Birçoğu korkudan köy sınırının dışına çıkamazken, benim üniversite sıralarında yıllarım geçti.”
-“Deme be Mehmet. Sen gerçekten dediğin büyük okullarda okudun mu?”
-“Tabi ki okudum. İnşaat mühendisi olmak üzereydim ki hastaneye düştüm.”
-“Niçin hastaneye düştün?”
-“Rahmetli babam, beni üniversiteye yazdırdığı gün, dünyalar benim olmuştu. Okuldaki ilk haftalarım, sınıfta bulunan arkadaşlar ile diyalog kurmakla geçti. Onu takip eden süreç içersinde tanımadığım bazı guruplar, benim gibi taşradan gelen yeni öğrencileri sahiplenerek aralarına dahil ettiler. Üstelik bizi, ellerinin altında tutabilmek için her türlü ihtiyaçlarımızı karşılıyorlardı. Ailelerimiz, sofralarında yemek bulamazken, biz onların sayesinde lüks hayat yaşıyorduk.
İlk yıllarım, böyle bir yaşantı içinde geçti. İkinci ders yılı başında gurup liderleri, yeni gelen öğrencileri tespit ederek, benim gibi diyet ödemeye hazır olan kişileri onların aralarına sızdırarak zayıf yönlerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Defalarca yüreğime vazgeçmek geldiyse de rolümü, kuralına göre oynamak zorunda idim. Ne var ki benim davranışlarım, bazılarının gözünü takılmış olacak ki, karanlığın karabasan gibi çöktüğü saatlerde, tanımadığım bazı kişiler, yolumu çevirdiler. Onlarla diyalog kurmaya çalıştım. Ama ikna edemedim. Belli ki üzerime şartlı gönderilmişlerdi. Affetmeleri için mecnunlar gibi yalvardım. Ne yazık ki, içlerinde beni anlayabilecek bir insan evladı çıkmadı. Biran kaçmayı tasarladım. Başarılı olamayacağıma kanaat getirince, uygulamaktan vazgeçtim. Son çare olarak, birilerinin dikkatini çekmek için bağırmaya çalıştığım sırada başımdan sert darbe aldım. Sonrasını hatırlayamıyorum. Gözlerimi açtığımda hastahanede olduğumu öğrendim. Sonraki geçen süreç içersinde, doktorların bilgilerine dayanarak, hayatta kalışımın bir mucize olduğunu söylediler.
Tedavi gördükten sonra ailemin yanına sığınıp bir da ha okula dönmedim. Şubeye dilekçe vererek, kendi isteğimle askere gittim. Askerliğimi, noksansız olarak tamamladım. Ne var ki teskere sonrasındaki günlerim, ruhsal dengemin dönüm noktası oldu. Dolayısıyla arada bir sinir nöbetleri geçirir oldum. Ailemin ısrarları üzerine tekrar hastahaneye yattım. Sıkı tedavi neticesinde sağlığıma tekrar kavuştum. Ama deli imajından bir türlü kurtulamadım. Benimle küçük çocuklar bile dalga geçmeye çalışıyorlar.”dedi.
Ayşe Bacı, onu can havliyle dinlerken, kadınlık duygusundan olsa gerek, gözyaşlarını tutamadı. İkisi de kendi hayat çizgilerinde yaşamlarını sürdüren mazlum kişilerdi. Lakin Ayşe Bacı’nın ona nazaran avantajlı yanları vardı. Kadınlığının yanı sıra geçimini temin ettiği değirmenin sahibi idi. Ev sahipliği vasfını kullanarak, bir sofra yemek hazırlayıp ortaya koydu. Mehmet, sofrayı görünce gitmek üzere ayaklandı. Ayşe Bacı, onu engelleyerek:
-“Mehmet, sofraya yanaş. Lokmalarımızı çiğnerken, benim de sana anlatacaklarım var!” dedi.
Köyün iki delisi, destur çekerek sofraya oturdular. Etraflarına bakmadan lokmaları peş peşe öğütmeye başladılar.
Mehmet, onun anlatacaklarını merak içinde bekliyordu. Ama iştahını bölmemek için hatırlatmak istemedi.
Ayşe Bacı, bereket dileyerek sofradan ayrılıp ocaktaki ateşe kahve suyu koydu. O esnada Mehmet de bereket dileyerek sofradan ayrılıp tütün kesesinden sigara dolamaya başladı. Dolayısıyla hayat hikâyesini anlatma sırası Ayşe Bacı’ya gelmişti. Kahveyi, fincanlara bölüştürdükten sonra söze başladı:
-“Ben, gözlerimi bu değirmende açmışım. Mahrumiyetten dolayı annem beni doğururken ölmüş. Babam ise tek çocuklu dul kalmasına rağmen, tekrar evlenmeye yanaşmamış. Beni, kendisine yardımcı güç olabilmem için bir erkek çocuğu gibi eğitiliyordu. Akranlarım, bez bebek oynarken ben, babama yardım ediyordum.
Okul çağına gelmiş olmalıyım ki, okula götürülmek üzere muhtar ile öğretmen geldi. Babam, benim yerime yardımcı bir kişi bulmalarını ısrar edince, yorumsuz ayrılıp gittiler.
Dolayısıyla onu uyarak cahil büyümeye devam ettim. Geçen yıllar içinde, hasat sonlarında hububat şenlikleri yapılırdı. Defalarca, at yarışları ile cirit oyunlarında birinci geldiğim oldu. Bir defasında silahlı atış yarışması düzenlendi. Yarışmaya katılmak üzere müracaatta bulundum. Yarışma komitesi, bayan olduğum için kabul etmedi. Ne var ki beni tanıyanlar, komiteye baskı uygulayınca yarışmaya kabul edildim. Yarışma, oldukça çetin geçiyordu. Onlarca kişi elendikten sonra Muhtar Ali’nin babası ile finale kaldık. Heyecan doruğa çıkmıştı. Üstelik tek atış hakkımız vardı. Erkeklik gururlarını çiğnetmemek için ilk atış hakkını ona verdiler.
Dakikalarca nişan alıp hedefi tam isabetten vurunca, benim atış yapmama gerek kalmamıştı. O esnada babam, yanıma yaklaşarak, on adım geriden atış etmemi önerdi. Onca insan, dikkatlerini benim üzerime çevirdiler. Bazı kişilerin alaycı tavırları yüreğime dokununca, yirmi adım geriye çekilerek atışımı gerçekleştirdim. Sonucu beklemeden babam ile değirmene döndük. Biz yok iken, yarışmanın galibi olarak beni ilan etmişler. Ödül olarak bana bir tüfek verdiler.
O günden sonra, çevre köyleri dahil olmak üzere herkes beni bir erkek gibi görseler de hemcinslerim benimle her zaman gurur duyarlar.
Babam, bir zemheri günü aniden rahatsızlandı. Köyümüzde sağlık ocağı bulunmadığından dolayı, onu en yakın merkez köylerden birisine götürmeye karar verdim. Aklıma ilk gelen muhtarın aracı oldu. Lakin kar ile örtülü yollarda onun işe yaramadığını anımsayınca kızak hazırladım. Babamı, kalın abalar içine sarıp sarmaladıktan sonra üzerine yatırdım. Noksanlarımı defalarca gözden geçirdim. Bir anormallik görmeyince, onu beygirin yedeğine bağladım. Bu hazırlanışı, rahmetli kendisi öğretmişti bana. Dışarıdaki yoğun tipiye rağmen alelacele yola çıktım. Var gücümle menzile ulaşmaya çalışıyordum. Kar öbekleri, yolumu engellemeye çalışsalar da bana vız geliyordu. Diğer taraftan, babamı canlı tutabilmek için konuşturmayı ihmal etmiyordum.
O gün, şans benden yana gülmüştü. Köyden, tipi ile ayrılmıştım. Süreç ilerledikçe tipinin ardı kesildi. Yolumu daha net görmeye başladım. Bu tabiat olayı, benim için mucize sayılırdı. Bata çıka yolumu arşınlarken, gün batımına yakın sağlık ocağına ulaştım. Bizi gören doktor ile hemşire, olağan üstü âlâka göstererek babamı bakım odasına aldılar.
Ben, bekleme odasında babamı kaybetmek korkusuyla hıçkırıklarımı yüreğime gömmeye çalışıyordum. Birkaç dakika sonra doktor, beni odasına çağırıp metin olmamı, onu kalp krizi neticesinde kaybettiğimizi ima edince, yüreğim daraldı gözlerim karardı olduğum yere yığılıp kaldım. Kendime geldiğimde vakit çok geç olmuştu.
O gece, sağlık ocağında misafir kaldım. Sabah erkenden, babamın cenazesini yediğime alarak tekrar yollara düştüm. Ne var ki daha yolun yarısına ulaşmadan, hava birden tipiye dönüşüp görüş menzilimi engellemeye başladı. Can yoldaşım beygir, peşimizden sinsice takip eden kurtları hissetmiş olacak ki, şaha kalkarak beni uyarmaya çalıştı. O dakikadan sonra babamın mevtasına yapabileceğim herhangi bir müdahale olmadığı için kendi canımın derdine düştüm. Yoğun tipi arasında çevreyi gözlerken, bize doğru yaklaşan kurtları görünce silahı ateşledim. Biri olduğu yere yıkıldı. Diğerleri ise onun üzerine kümeleşerek dalaşmaya başladılar.
Ben, onların boğuşmalarından faydalanarak oradan uzaklaşmayı başardım. Ama bu defa da yolumu kaybettim. Bata çıka tepenin zirvesine ulaşınca, köyümü gördüm. İnan ki o an yaslı olmama nağmen kurtulduğuma sevindim. Saatlerden sonra mevta ile köye ulaştım. Onca kişi kahvehanede toplanmışlar, beni bekliyorlardı. Sağlık ocağı tarafından verilen ölüm raporunu muhtara verdim. Raporu okuduktan sonra mevtayı benden alarak, kısa zaman sonra defnettiler.
O günden sonra hakkımda çıkarılan söylentiler, dünyamı yıktı. Babamın cenazesini korkmadan, üstelik kadın başıma köye kadar getirdiğimden dolayı, perili olduğuma dair dedikodu yaymışlar. Atamın mevtasını yaban ellerde bırakacak değildim herhalde, elbet onu köyüme getirip annemin yanına defnedecektim. Ben, doğru olanı yaptım. Ama ne çare ki dedikodulardan sonra çevremde hasbıhal edebilecek dostlar kalmadığı gibi yuva kurmama da engel oldular. Bazen aklıma geliyor, eğer köyde sağlık ocağı olsaydı, ne babam vakitsiz ölürdü, ne de benim ismim perili kıza çıkardı.”dedi.
Mehmet onu dinledikçe, kendi başından geçenleri tekrar yaşamış oldu. Ona yardımcı olabileceğini teklif etti.
Ayşe Bacı, onun anlattıkları ile günlük yaşantısı arasında bağlantı kuramıyordu. Ama ona bir şans tanıyıp, yardımcı olarak işe aldı.
Mehmet, ilk kez birisi tarafında normal bir insan muamelesi görmüştü. Değirmeni geniş çapta gözden geçirdi. Onarılması gereken parçaların şemalarını kâğıt üzerine çizerek ağaçları yontmaya başladı.
Ayşe Bacı, onun uğraşını deli saçması olarak nitilendirdi. Ama sonucu görmek için beklemek zorunda idi. Günler, birbirine takip ederken, yontulan ağaç parçaları, şekil değişimine uğradılar. Tamamlanan parçalar, kırılanlar ile yer değişiyordu. Son parça da yerine monte edilince, sıra denemeye geldi.
Mehmet, verdiği sözü yerine getirmenin gururu içinde sigaranın dumanını ciğerlerine gönderirken, soğukkanlı davranışları gözlerden kaçmıyordu. Ayşe Bacı, ona nazaran heyecandan telef olup denemek üzere kanatlara su verdi. Çark dişlilerinin uyum içinde mükemmel çalıştığını görünce, sevinçten onun boynuna sarılıp teşekkür etti.
O günden sonra, ana oğul gibi beraber çalışmaya başladılar. Onları görmek isteyen bazı meraklı kişiler, tahıl öğüttürmek için değirmene sıra almaya geliyorlardı. Diğer taraftan muhtarın malifleri, köprünün onarılması için gereken malzemeler temin edildiği halde, henüz bir çivinin bile çakılmadığını, üstelik duyarsız davrandığından dolayı eleştirdiler.
Muhtar Ali, fevri davranarak gaf yaptığını kabul edip, maliflerinden özür diledi. Onlardan yeni bir öneri getirmelerini istedi. Durumu fırsat bilen köyün deştimanı:
-“Beyler, deli lakabını taktığımız Mehmet, değirmeni baştan sona yeniden onarmış. Üstelik yıllarca üniversitede eğitim görmüş. Soralım kendimize, bizler mi? yoksa onlar mı deli-dir.”dedi.
Muhtar Ali, suskunluğunu korur iken, çevresinde oturan azalar, ayaklanıp değirmene gittiler. Onları, Ayşe Bacı karşıladı. Değirmen hakkında bilgi aldıktan sonra köprünün onarımı için Mehmet’in yardımını istediler. O, aslında razıydı. Ama onun namına söz veremiyordu. Onları dışarıda bekleterek içeriye girdi. Mehmet’in öğütülmüş un çuvallarını öbek öbek istif yap tığını görünce:“Onu bu durumlara düşürenler lanet olsun!” diye iç geçirdi. Mehmet, Ayşe Bacı ile köylünün ısrarlarına dayanamayıp köprünün onarımını üslendi. Kısa zaman içinde de bitirdi. Ne var ki onlar, toplumun ön yargılarından bir türlü kurtulamadılar... Delilikleri ile anıldılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.