- 3343 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SÜNGER AVCILARI
SÜNGER AVCISI
1943’lü yıllarda Milas’ın hudut köylerinden olan Akbük köyünde yaşayan ana-oğul vardı. Askerden teskereli olarak yeni dönen Durmuş, askerlik sayesinde birçok memleket, birçok da deniz görmüştür. Askerlik sayesinde görgüsü, bilgisi ve ufku değişen Durmuş kaptan, anasının elini öperek beş buçuk metre uzunluğundaki motorlu kayığına bindiği gibi Bodrum’a doğru yola çıktı. Bir günlük deniz yolculuğundan sonra, Turgut Reis beldesine ulaştı. Orada ikamet eden asker arkadaşını bularak, o akşam onun evinde misafir kaldı. Kendisi kadar iyi bir dalgıç olan Mehmet ismindeki asker arkadaşını da yanına aldı. İki kafadar birlikte Bodrum’a vardılar.
O tarihlerde Bodrum, kırsal, susuz, çorak ve geçim savaşının verildiği bir beldemizdi. İtalyan ve Yunanlıların sünger almaları, Bodrum’da sünger pazarlarını oluşturmuştu. Beldenin gençleri çevre il ve ilçelere çalışmaya giderlerken, denizin dibinde yatan sünger de Bodrum’a canlılık getirdi. Bu nedenle çevredeki iyi dalgıçlar, teker teker orada toplanmaya başladılar.
Durmuş kaptan ve arkadaşı, Kazıklı köyünden ayrılarak yıllar önce Bodrum’a yerleşen marangoz Ahmet ustayı arayıp buldular. Ahmet usta, uzaktan akrabası da olan Durmuş kaptanı görünce deli divane oldu. İşini erkence paydos edip, gelenlerle birlikte Kümbet’te arkadaşının çardak gazinosuna gitti. Gazinoda arkadaşlarına, buluşma ve hoş geldiniz ziyafeti çekti.
Uzun zaman ayrı kaldığı memleketinden sık sık söz edip, malumat edinen Ahmet usta, nihayetinde sadede geldi, sordu:
- Yeğenlerim gelip beni bulmanıza çok sevindim ama, hâ-lâ buraya gelişinizin sebebini bana söylemediniz.
İki kafadar, gençliklerinin ve içkinin tesiriyle meseleyi dolambaçlı yollara saptırmadan, direk olarak;
- Biz buraya sünger avlamaya geldik, dediler.
Ahmet usta, önündeki yarım bardak rakıyı bir kaldırışta içtikten sonra, kafasını salladı.
- Mademki benim yanıma gelerek, benim de fikrimi soruyorsunuz; ben derim ki dalgıçlık yapmayın. Çünkü nice gençler vurgundan öldüler, ya da felç olup sakat kaldılar, dedi.
İki genç, Ahmet ustanın dediklerini kendi aralarında, sessizce düşünmeye başladılar. Sessizliği, yeniden Ahmet usta bozdu.
- Kalkalım! Kahveleri evde içeriz. Yarın da bu konuyu yeniden konuşuruz.
Gerçekten usta, iyi tahminde bulunmuştu. Gençleri sünger sevdasından vazgeçirmek gayesiyle, söze girdi:
- Yeğenlerim, benim adama ihtiyacım var. Şu gördüğünüz takayı kısa zamanda bitirip, teslim etmem lazım. Bana yardım eder misiniz?
İki genç birbirlerinin gözlerinin içine baktıktan sonra;
- İşe nereden başlayacağız? Dediler.
Ahmet usta, onlara birer önlük bağlattıktan sonra önlerine ikişer avuç onluk çivi çıkardı, ellerine de birer marangoz keseri verdi.
- Benim işaretlediğim yerleri çakın!
Aradan uzun zaman geçmişti. Takanın dış gövde kısmı bitmiş, sıra iç kısımlarının yapımına gelmişti. Bu sırada siparişi veren tekne sahibi gelerek, borcunun hepsini ödeyip gitti. Akşam olmuştu. Ahmet usta, iki genci balıkçı lokantasına götürdü, ziyafet çekti. Ertesi sabah da Ahmet usta, Durmuş ve Mehmet’e hayli yüklü para ile birlikte bir hafta izin verdi.
Paraları alan iki kafadar, motorlu kayıklarına bindikleri gibi, önce Turgut reis’e gittiler. Mehmet orada kalırken, Durmuş kaptan da Akbük’e doğru denize açıldı. Köyünden ve anasından ayrı kalmanın özlemiyle, motorlu kayığına tam gaz verdi. Akbük’e bir an evvel varma niyetindeydi. Rüzgâr ve dalgaların engellemesiyle, zikzaklı yol alarak nihayetinde köyüne vardı.
Anasına birkaç giysi türünden hediyelikler almıştı. Onları sevinçle anasına götürdü. Sağa sola bakındı. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Bu sırada kendi akranı olan Ali ismindeki saf arkadaşını gördü. Yaklaşıp ona, anasının nereye gittiğini soracaktı ki, Ali onu görünce kaçmaya başladı. Önde Ali, arkasında da Durmuş yarış yaparcasına koşuyorlardı. İyice yorulan Ali, durmak mecburiyetinde kalınca durdu, oturdu. Ağlamaklı bir ses ile başını iki kolunun arasına alıp saklamaya çalıştı. Öte yandan; “Ben bir şey yapmadım!” sözünü, kendi kendine defalarca tekrarladı.
Saf yapılı Ali, korkmakta haklıydı. Çünkü Durmuş kaptan, konuşması ve giyimiyle tamamen bir şehirli olup çıkmıştı. Ali çocukluk arkadaşını tanıyamamış olacak ki, korkusundan çareyi kaçmak sanmıştı.
Durmuş kaptan kendisine, defalarca;
- Ali, ben senin arkadaşın Durmuş’um! Başını kaldır da bana bir kere bak, dedi.
Sakinleşen Ali, sonunda Durmuş kaptana dikkatlice baktıktan sonra, onu tanıdı; “Sen ha?” diyerek, boynuna sarıldı.
Kısa süren sessizlikten sonra, Durmuş kaptan sordu:
- Anam nereye gitti?
İyice düşünen Ali, cevap verdi:
- Anan hastalandı. Kazıklı köyüne, akrabalarının yanına gitti.
Durmuş, anasına getirmiş olduğu şekerli kurabiyelerden Ali’ye verdi. Onu sevindirdikten sonra motorlu kayığına bindi, Kazıklı köyüne gitti. Dayısının evinde kalan anasının iyi olduğunu görünce çok sevindi. Bir hafta Kazıklı köyünde, dayısının ve anasının yanında kalan Durmuş kaptan, üzerindeki paranın yarısından fazlasını anasına bıraktı. Yeniden Bodrum’a doğru yola çıktı.
Açık denize çıktığında deniz çok sakindi. Ne var ki gitgide denizin üstü köpürmeye başladı. Tecrübeli Durmuş kaptan, dalgaların gidişatına göre yoluna devam ediyordu. İyice kuduran denizin üstünde, Azrail de can almak için volta atıyordu. Karışık esen rüzgârın yarattığı dalgalardan kurtulmak için, ya efsane denizkızıyla evli olmalıydı, ya da Azrail’in dostu. Soğukkanlılığını elden bırakmayan Durmuş kaptan, motorun devrini düşürerek denizle satranç oynamaya başladı.
Bazı yerlerde meydana gelen gelgit olaylarıyla Durmuş kaptan da beş buçuk metre boyundaki motorlu kayığı ile dalgalar arasında oyun oynamaya başladı. İmdadına Yunan balıkçı motoru yetişti. Durmuş kaptanı güverteye çıkardılar, kayığını motorun kuyruk kısmına bağladılar. Daha sonra, Güllük Körfezi’ne doğru “yarım yol, alabanda” diyerek hareket ettiler.
Çok iyi derecede Türkçe konuşan Kaptan Dimitri;
- Hayırdır kaptan, yol güzergâhın nereyedir? dedi.
Durmuş kaptan;
- Bodrum’a gidiyorum, diye yanıt verdi.
Saatlerce dalgalarla mücadele ettikten sonra, kıl payı alabora olmaktan kurtulmuşlardı. Dimitri, Durmuş kaptanı kaptan köşküne davet ederek, sakız rakısı ikram etti. Kendi bünyelerinde deneyimli iki gemi kaptanı, mesleki fikir alışverişinde bulundular. Dimitri, Durmuş kaptanın bu havada küçücük bir tekne ile uzun mesafeli yola çıkmasını hayretle karşıladı.
O tarihlerde Türk-Yunan dostluğu hayli ileri derecedeydi. Ege denizindeki Yunan adalarına, onlardan da bizim bu tarafa günlük alışveriş için gidilip gelinebiliyordu. İki kaptanın birbirine destek oluşunun tek ortak yanı, kaptanlık yapmaları ve denizde rızk aramalarıydı.
Zaman zaman güldüler, zaman zaman da “Buros!” diyerek içkilerini yudumladılar. Neşe içerisinde Güllük Körfezi’ne girip, iskeleye yanaştılar. O akşam Dimitri’nin misafiri olarak Güllükte kalan Durmuş kaptan, sabahın erken saatlerinde yeniden yola çıktı, dümenini Turgut reis Körfezi’ne çevirdi. Deniz çarşaf gibiydi. Tam yol veren Durmuş kaptan, denide uçar gibi gidiyordu. Aksilik olacak ki, bu defa da benzini biten motoru teklemeye başladı. Kendi kendine kahreden Durmuş kaptan, yanlarda bağlı kürekleri kazıklarına bağladıktan sonra, olanca kuvvetiyle kürek çekmeye başladı. Saatler sonra, balıkçı teknelerini gördü. Onlara doğru yanaşmaya çalışırken, balıkçının birisi ıslık çalarak, yarım U yapıp kendilerine doğru gelmesini söyledi.
Durmuş kaptan, yapılan tarife aynen uydu. Kendisine en yakın olan balıkçı teknesine yanaştı. Birbirlerine rast gele temennisinde bulunduktan sonra, onlardan ödünç benzin istedi. Yarım kiloluk tırtırlı rakı şişesi ile iki şişe benzin alıp motoruna koydu. Meslektaşlarına rast gele diyerek yanlarından ayrıldı. Tam gaz verdi, kısa zaman içinde Turgut reis’e vardı.
Ağaçlardan iğreti biçimde yapılmış iskeleye motorlu kayığını bağladıktan sonra, balıkçılar kahvesine gitti. Askerlik arkadaşını buldu. Bir hafta içinde yaşadıkları mühim olaylarla ilgili ayrıntıları birbirlerine anlattıktan sonra, Mehmet’in evine gittiler. Evdekilerle vedalaştılar ve hemen Bodrum’a hareket ettiler. Askerlik günlerinde yaptıkları muziplikleri birbirine anlata anlata Bodrum’a vardılar. Orada kendilerini ilk karşılayan Ahmet usta oldu, geldiklerine çok sevindi. Beklemediler Kümbet Koyu’na gittiler. Kendilerine kral sofrası hazırlatıp, gelecek günler için konuştular, plan yaptılar. İyice sarhoş olduktan sonra, tersaneye geldiler.
İki kafadar, kendilerine ait olan barakalarına girdiler. Yalnız kalan Ahmet usta, yalpalayarak evine döndü. Sabahın erken saatlerinde tersaneye gelen Ahmet usta, çayı demledi. Uyuyakalan iki kaptanı uyandırarak, kendileriyle konuşmak istediğini söyledi. Apar topar giyindiler. Askerlerin sabah içtimasına katıldıkları gibi, tersanede çalışan bütün ustalar ve işçiler toplandılar. Ahmet ustanın söyleyeceklerini merakla beklemeye başladılar.
Az sonra bürosundan çıkıp, düşünceli, durgun ve ağır adımlarla gelen Ahmet usta, bütün personelinin önünde bir komutan gibi durdu. Dakikalarca suskun bir şekilde baktıktan sonra, elinde tuttuğu foterin içinden bir tomar para ve üstü yazılı bir mektup kâğıdını Durmuş kaptana uzattı.
- Bu paraları listede yazıldığı gibi dağıtmanı istiyorum.
Ne yapacağını şaşıran Durmuş kaptan, olduğu yerde donakaldı.
Ustalar ve işçiler, sabah sabah Ahmet ustanın bu tavrına bir anlam vermekte bocalarken, yanında yıllardan beri usta olarak çalışmakta olan, yaşı yarım asrı çoktan geçmiş Ali usta, sessizliği bozdu;
- Hayırdır Ahmet usta? Sabah sabah bu davranışın neyin nesidir?
- Arkadaşlar, dağıtılacak para, yeni sipariş aldığımız teknenin kaparosudur. Benim durgunluğuma gelince, bugün İstanbul’a gideceğim. Uzun zamandır sol göğsümde ağrı vardı. Geçenlerde Muğla’ya gidip bir doktora göründüm. Uzun muayeneden sonra, tedavi için İstanbul’a gitmemi söyledi. Bu nedenle gidip gelmeyebilirim, gelip görmeyebilirim efkârını yaşamaktayım. İşte şimdi, her şeyi öğrendiniz.
Kimseden bir tek cümle dahi çıkmadı. Ahmet usta, yanında çalışanlarla tek tek öpüşüp vedalaştıktan sonra, gereken talimatlarını da verip evine gitti.
Şaşkınlık içinde birbirlerinin yüzüne bakıp kalan işçiler, Ali ustanın nezaretinde işbaşı yaptılar. Ahmet ustanın yokluğunu belli ettirmemek için gece gündüz demeden çalışıp, teknenin iskeletini bitirdiler.
Ahmet ustadan hâlâ bir haber yoktu. Günler geçtikçe işçiler arasında huzursuzluk artıyor, neticesinde çalışma düzeni bozuluyordu. Bütün bunlar karşısında ne yapacaklarını şaşıran Durmuş ile Mehmet, efkâr dağıtmak için süngerciler kahvesine gittiler. Orada kaptanlarla görüşüp geç vakitlere kadar sohbet ettiler.
Kahvehanedeki samimi cemaat dağılınca, Durmuş ve Mehmet kaptanlar da tersaneye döndüler. Kaldıkları barakaya yaklaştıklarında, odalarında bir ışığın yandığını gördüler. Bir anda ikisi de oldukları yerde donup kaldılar. Birbirlerinin yüzüne baktıktan sonra, bitişik ikizler gibi yavaşça kapıya yanaşıp, aynı anda birer tekme darbesiyle kapıyı açtılar, içeri girdiler. Darbenin sertliğine dayanamayan baraka kapısı, menteşelerinden ayrılıp, gürültüyle odanın ortasına devrildi. Masanın üzerindeki fener yanıktı ama odanın içinde kimseler yoktu. Saf saf etraflarına bakınırlarken, üzerlerine bastıkları kapının altından iniltiler gelmeye başladı.
Durmuş ve Mehmet, hemen bastıkları kapıyı kaldırdılar ki ne görsünler? Yerde yatan Ahmet ustaydı. Derhal onu kaldırıp ranzanın üzerine oturttular. Ahmet usta iyice kendine geldikten sonra, üzüntü ve sevinç arasındaki duygular içerisinde birbirlerine sarılıp özlem giderdiler. Bu esnada ayrı kaldıkları günlerin olumlu olumsuz yönlerini iyice değerlendirdikten sonra, Ahmet ustayı evine bıraktılar. Olanların şokunu üzerlerinden atamayan kaptanlar, geç saatlere kadar konuştuktan sonra uykuya daldılar.
Ahmet usta sabah erkenden tersaneye gelerek yonga kıymıklarından ateş yaktı. İyice alevlenen ateşin üzerine çay suyu koyarak, barakanın önüne gitti. Durmuş ve Mehmet kaptana uyanmalarını söyledi. Kaptanlar giyinmekte iken, Ahmet usta da kaynamış olan sudan kocaman bir demlikle çay demledi. Kendisinden sonra gelen ilk kişi, Ali ustaydı. İki eski usta, iskeleti biten tekne üzerinde yorum yaparlarken, Durmuş ve Mehmet kaptanlar da yanlarına gelip muhabbetlerine katıldılar.
Onla çaylarını yudumlarken, işçiler de teker teker gelmeye başladılar. Bir iki kişi haricinde kadro tamamlanmıştı. Başlama talimatı hakkında bilgi veren Ahmet usta, ihtiyaç malzemeleri için Muğla’ya gitti. Öte yandan tersanedeki işçiler, ahenk içinde çalışıyorlardı. Ötede hayli uzak mesafede, iskelenin bulunduğu noktada kadın-erkek topluluğu birikmişti.
Teknenin üstünde çalışan işçilerden birisi, aşağıdakilere seslendi:
- Sünger teknesi geliyor!
“Acı haber tez ulaşır.” sözü boşuna söylenmemiş. Sünger teknesinin gelişi hayra işaret değildi. Deniz gene bir can almıştı. Ali ustanın emriyle işi paydos edip, hemen kalabalığın olduğu yere koşarak gittiler. Kimseden çıt çıkmıyordu. Tüm gözler, uzaktaki sünger teknesindeydi. Bayrak yarıya inikti. Bu durum, “cenaze var” anlamına geliyordu. Bu anlam herkes ta-rafından bilindiği için, hiç kimsenin kafasında “acaba mı?” sözünün yeri yoktu.
Sonunda tekne, iskeleye yanaştı. Toplanan halk, sessiz, taş heykel gibi, donuk gözleriyle bekleşiyordu. Kilime sarılı cenaze, arkadaşları tarafından aşağıya indirildi, camiye götürüldü. Kaptanın açıklamasına göre ölen genç, Miras’lıydı. Aralarında gencin ailesinden kimse olmadığı için cenaze, Milas’a gönderildi.
Bodrum’un üzerine gene kara bulutlar çökmüştü. Çalışanlar işi bırakmıştı. Evine kapananlar, ölen gence yas tutuyorlardı. Denizde vurgun her zaman olmasa da, nihayetinde ölen bir genç insandı.
Olaydan çok etkilenen Durmuş ve Mehmet kaptanlar, ölüm dolayısıyla deli gibi tutkun oldukları denizden bir anda soğuduklarını hissettiler. Bozuk moralle, kimseye gözükmeden, gözlerden uzakta olan Giritli Ali’nin meyhanesine gittiler, içmeye başladılar.
Geç vakitte evine dönen Ahmet usta, olanları evinde öğrendikten sonra, doğruca tersaneye gitti. Getirttiği malzemeleri bıraktıktan sonra, Ali ustanın evine gitti. Ona, Durmuş ve Mehmet kaptanların nerede oldukların sordu. Ondan, kendilerini görmediği cevabını alınca, gidebilecekleri her yeri aramasına rağmen, kaptanları bulamadı. Evine gitmeye karar verdiği sırada, son çare, Giritli Ali’nin meyhanesine gitti. Gördüğü manzara pek iç açıcı değildi. Aradıklarını orada bulmuştu ama, iskemlede bile duracak halleri yoktu. Giritli Ali usta kapıda onu görünce, koşarak geldi, Ahmet ustanın boynuna sarıldı. Ustalarını alıp götürmesi için yalvardı.
Yıllarca keser sallamış olan Ahmet usta, kuvvetli kolları sayesinde; birini sağına, diğerini de soluna alarak, masadan kaldırdı. Zoraki de olsa tersaneye götürdü, barakalarına yatırdı. Sanki Ahmet usta, bir işveren değildi de babalık görevini yapmışçasına bir hal içinde evine dönüp yattı.
Her günkü gibi Ahmet usta, yine tersaneye erkenden gelip çayları demledi. Az sonra Ali usta da geldi. İki usta yapılacak işlerin üzerinde müzakerede bulunduktan sonra, işe başladılar. Akşamdan çok sarhoş olan iki kafadar, öğleye doğru kalkıp mahcup ifadelerle işe başladılar. Yarım günü telafi etmek için var güçleriyle çalıştıklarını gören Ahmet usta, akşam olanlardan habersizmiş gibi davrandı iki kafadara.
Günler, haftalar, aylar geçti. Nihayet sipariş alınan tekne, bütün eksiklikleri tamamlandıktan sonra denize indirildi. Denemeden geçirildi. Daha sonra sahibine teslim edildi.
Ahmet usta, bütün elemanlarını topladı. Aylıklarını fazla fazla alan elemanlar, ikinci siparişe kadar izinli sayıldılar, teker teker tersaneden ayrılıp evlerine gittiler.
Üzgün görünen Ahmet usta, Durmuş ve Mehmet kaptanlara baktı, onları da memnun etti:
- Yeğenlerim! Kendimden daha çok sizleri düşünmekteyim. Birkaç hafta gönlünüzce gezip tozun. Yeni sipariş alır almaz size haber göndereceğim, deyip üzgün bir halde evine gitti.
Durmuş ve Mehmet kaptanlar, Ahmet ustanın dokunaklı sözlerinden etkilendiler. Birbirleriyle hiç konuşmadan süngercilerin uğrak yeri olan Giritli Ali ustanın meyhanesine vardılar. Eksiksiz dönen süngerciler, hayatta kalmanın sevinciyle şarap kupalarının birini boşaltıp, birini dolduruyorlardı. İki arkadaş oturacak yer ararlarken, İzmirli kaptanın gür sesiyle irkildiler. O, ısrarla kendilerini masasına davet ediyordu. Gitmekte tereddüt etmelerine rağmen, daha sonra gitmek zorunda kaldılar.
Masalara her kaptan, kendi tayfalarıyla birlikte öbek öbek oturmuştu. İzmirli kaptan iki kupa isteyerek şarap testisinden doldurdu. Masanın keyfine kupalarını bir daha kaldırdılar. Saatler ilerledikçe, kahkahalar yükseliyordu. Oldukça tecrübeli İzmirli kaptan, Durmuş ve Mehmet kaptanlara iş teklifinde bulundu.
İki kafadar, önceleri duymazdan geldiler. Tayfalar ve kaptanın ısrarları karşısında teklifi kabul etmek zorunda kaldılar. Kabulün sevince defalarca şarap dolu kupalar kaldırıldı, içildi.
Yapılan anlaşmayı duyan Ahmet usta, gecenin geç saatlerinde yatağından kalktı. Durmuş kaptanı buldu. Anlaşmadan vazgeçirmek istediyse de, onu sözünden döndüremedi.
İki kafadar, sabahın erken saatlerinde kalktılar, teknelerin demirli olduğu iskeleye gelip kaptanı beklemeye başladılar. Aradan kısa zaman geçmişti. Teker teker kaptanlar gelmeye başladılar. Kendi kadrosunu tamamlayan kaptan, diğer tekneyi bekledi. Mevcut olan teknelerin hepsi hazırdı. Motorlar çalıştı, İzmirli kaptanın öncülüğünde “Bismillah” çekilip, rast gele temennisinden sonra, katar halinde denize açıldılar.
Saatlerce denizde yol alındıktan sonra, sünger havzalarının bulunduğu yere gelip demirlediler. Sünger avına çıkan tekneler, birbirlerinden uzak mesafelerde demir attıklarından denizin üzeri parsellenmiş bir görünümdeydi. Her teknenin elemanları, dalış için ön hazırlıklarını yapıyordu.
İzmirli kaptanın teknesinde ise, ilk dalışı kim yapacak kaygısını çözmek için, Durmuş ve Mehmet kaptanlar, kendi aralarında kibrit kırıp, bütününü bulanın dalmaya öncülük yapacağını belirlemeye çalıştılar. Tekne kaptanın da nezaretinde kibritler çekildi ve Durmuş kaptan, ilk dalış yapma hakkını kazandı.
Durmuş kaptan, hava kompresörünü ve hortumu dikkatlice gözden geçirdikten sonra, ilk dalışını yaptı. Vurgun yememek için kademeli iniş yaparak metrelerce derinlikteki suyun altında sünger toplamaya başladı.
Tekne güvertesindekiler başka başka işlerle uğraşıyordu. Kolla çalıştırılan kompresörün başında Mehmet kaptan vardı. Mehmet kaptan, dikkatlice kolu çeviriyordu. Dengeli çevirmediği zaman dipteki kişinin hayatının tehlikeye gireceğini biliyordu. Hele ilk dalan arkadaşı da olunca, dikkatini ikiye çıkarmıştı.
Deniz dibinden ilk işaret geldi. durmuş kaptan verimli sünger tarlasına denk gelmiş olacak ki yanında götürdüğü tel kafesi ağzına kadar doldurmuş ve yukarıya göndermişti. Dolu kafesi görünce İzmirli kaptanın ağzı bir karış açık kaldı. Avuçlarını ovalamaktan başka bir kelime bile söylemedi. Aradan saatler geçti. İkinci sünger kafesi de dolu gelince, tekne personeli sevinç şarkıları söylemeye başladılar. Herkes hayatından memnundu. Ama memnun olmayan tek kişi vardı, Mehmet kaptan. Süngerden daha çok, deniz dibindeki arkadaşının geç kalışı tedirginliğini arttırıyordu.
Nihayet Durmuş kaptan, kendisine bağlı olan iple, su üstü çıkış işaretini verince;
- Bulunduğu yerden çıkıyor! Diyerek haykıran Mehmet kaptan, sevinçten ağlamaya başladı.
Kendisini teskin eden İzmirli kaptan ve tayfaları, Durmuş kaptanın kademeli çıkışını takip etmeye hazırlandılar. Kompresörün kolu çıkışa göre ayarlandığından, Durmuş kaptana bağlı ip ve hava hortumunun üzerindeki işaretlerden kaç metre kaldığı öğrenildiği için, bütün personel, hep bir ağızdan sayıları eksilte eksilte geriye saymaya başladılar. Sonunda robot görünümünü andıran Durmuş kaptan, salimen su üstüne çıktı. Dikkatlice tekneye alındıktan sonra, başındaki kask çıkartıldı. Ciğerlerinin durumunu ölçmek için sigara yakılıp ağzına tutuldu. Sigara derin derin çekilince, bütün tayfalar sevinç içinde naralar attılar. Durmuş kaptanı, ilk dalışında birkaç günlük sünger bulup çıkarmış olması, günün adamı yaptı.
Bu sırada miçolardan birisi, daha önceden demlemiş olduğu taze çaydan kupa kupa doldurup, ilk çayı Durmuş kaptana buyur ettikten sonra, ötekilere de kıdemlerine göre dağıttı. Art arda içilen çaylardan sonra, toparlanma işareti vermek için bayrak salladılar. Vukuatsız dönmenin sevinciyle katar halinde Bodrum’a doğru tam yol verdiler. Çeşitli beldelerden çalışmaya gelen miçolar, kendi yörelerinin havalarını mırıldanıyorlardı. Belliydi ki her havanın sözlerinde, özlem ve hasret vardı. Hüzünlü ve özlem dolu havalar eşliğinde, Bodrum iskelesine demir attılar.
İskele şeridinde, Bodrum köylüsü hazır bekliyordu. Çünkü teknelerde çalışanlardan ki-misi, bazılarının kocası, anası, babası, bazılarının da yavuklusuydu. Bu sebeple her seferde denizcileri bekliyorlardı.
Denizciler teknelerden inince, yakınları tarafından alınıp evlerine götürüldüler.
Öte yandan kimsesi olmadığı halde, sırf meraklarını yenmek için gelenlerin içerisinde bulunan Ahmet usta, Durmuş ve Mehmet kaptanların yanına vardı. Kendisini gören kaptanlar, ustalarının elini öpüp sarmaş dolaş oldular. Ahmet usta, iki kaptanın arasına girdi, onları doğruca evine götürdü. Gecenin geç saatlerine kadar söyleştiler.
Ertesi sabah iki kaptan, hiç kimseyi uyandırmadan sessizce evden ayrıldılar. Giritli Ali ustadan birkaç yumurta alıp tekneye vardılar. Mehmet kaptan yumurtaları pişirirken, elinde buğusu tüten bazlama ekmeği ile İzmirli kaptan da tekneye geldi. Üç kaptan hazırladıkları sabah yemeklerini konuşa konuşa yiyip miçoları beklemeye başladılar. Beklemeleri kısa sürmüştü. Bütün personel gelip kalkış hazırlıklarını tamamladıktan sonra, gür sesli kaptan, “demir al” emrini verince, tam yol denize açıldılar.
Peş peşe katar halinde, mavi deryanın üstünde yol alırlarken, denizi parsellemişler gibi, her kaptan kendi havzasının rotasını çizerek, yerlerine varıp demir attılar. Tekne kaptanları dalış hazırlıklarının tamamlanmasını emretti. Durmuş kaptanın bir gün önce çıkarmış olduğu süngerler, dalgıçlar arasında senben kavgalarına sebep oldu. Bu nedenle dalgıçlar arasında da kırıp kibrit oyunu yaygınlaştı. Durmuş kaptan hakkını dün kullandığı için, bugünkü dalış sırası Mehmet kaptanın olmuştu. Dalış hazırlıkları bitince, rast gele dilekleriyle Mehmet kaptan denize indirildi.
Aradan saatler geçmesine rağmen, kendisinden hâlâ bir haber yoktu. Tekne personeli sessizlik içinde bekleşirken, ilk işaret geldi. Heyecanlanan personel, sünger sepetini beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra sünger sepeti su yüzüne çıktı. İri sepetin içinde sadece birkaç süngerin oluşu, İzmirli kaptanın moralini bozmuştu. Kendi kendine söylendi. Oysa onu sessizce takip eden Durmuş kaptanın tek düşüncesi, denizin dibindeki arkadaşının durumuydu. Kendi kendine Ahmet ustanın sözlerini aklına getirip, başını öne eğip sallamaya başladı. Hemen kompresörü miçodan devralıp, itinayla hava verdi.
Uzun durgunluktan sonra, hava hortumu dibe doğru çekilmeye başladı. Bunun iki nedeni olabilirdi: Mehmet kaptan ya çevre araştırması yapıyor, ya da engebeli araziye denk gelmişti. Huzursuzluğu artan Durmuş kaptan, çık işaretini vermek için, beline bağlı ipi çekmeye hazırlanırken, İzmirli kaptanın müdahalesiyle karşılaştı.
İki kaptanın arasındaki soğuk esinti, diğer personelin huzurunu kaçırdı. Mehmet kaptanın denize girişinin üstünden saatler geçmişti. Durmuş kaptan bile suda bu saatlere kadar kalmamıştı. Tehlikeli saatlerin gelip geçtiğini gören personel, İzmirli kaptanı katı tutumundan vazgeçirip, dipteki Mehmet kaptanı yukarıya çıkarmak istediler. İzmirli kaptan, duruma kızsa da, mesuliyetini göz önüne getirince, isteği kabul etti. Derhal çıkış işaretini verdiler. Herkes bir şeyi düşünüyordu: Acaba Mehmet kaptan ne durumdaydı?
Tekne güvertesinde her türlü hazırlıklar tamamlanmış, herkes Mehmet kaptanı beklemeye başlamıştı. Fakat Mehmet kaptanda herhangi bir çıkış tepkisi yoktu. Korkutucu olan bu durum, durmuş kaptanı telaşa sokmuştu. Kompresörü tecrübeli miçolardan birine vererek, çabucak soyundu, yaklaşık otuz kulaç derinlikteki noktaya, arkadaşının bulunduğu yere, derin nefes aldıktan sonra sanki bir ok gibi daldı.
Aradan birkaç dakika geçmişti. Durmuş kaptan su yüzüne çıkıp, yeniden derin nefes alarak ikinci dalışını da yaptı. Bu dalışla birlikte İzmirli kaptan, saat tutmaya başladı. Saniyeler birbiri ardınca su gibi akıyor, dakikalara dönüşüyordu. Tüm personel, iki kaptandan da umutlarını keserlerken, su üstünde iki cisim belirdi.
Teknenin ters tarafına çıkan cismi, ilk etapta kimse görmedi. Durmuş kaptanın bağırmasıyla, kendisini gören miçonun birisi, diğerlerine haber etti. Ölüm sessizliği bir anda, sevinç çığlıklarına dönüverdi. Mehmet kaptan dikkatlice tekneye alındı. Seri hareketle başındaki kaskı çıkartılıp, yakılan bir sigara, derhal ağzına tutuşturuldu. Tüm personelin gözü, Mehmet kaptanın davranışlarındaydı. Sonunda korktukları başlarına geldi. Mehmet kaptan ağzına tutuşturulan sigarayı iki dudağı arasında tutamadı. Demek ki Mehmet kaptan, vurgun yemişti. Bir anda deliye dönen Durmuş kaptan, “Kardeşim, arkadaşım!” diyerek ağlıyordu. Derhal toparlanılıp demir alındı ve tam yol Bodrum’a doğru yola çıkıldı. Tulumdan çıkarılan Mehmet kaptan, biraz kendisine gelir gibi olmuştu. Tayfalar, ölümü atlattı diyorlardı ama yinede sonuçtan kimse emin değildi. Bu esnada yolun yarısına gelinmişti ki, önlerine Yunan balıkçı motorlarından biri çıktı ve kendilerine yanaştı. Yunanlı kaptan sorunlarının ne olduğunu sordu. İzmirli kaptan; “Arkadaşlardan biri vurgun yedi!” deyince, motorlar stop edildi. Mehmet kaptan, Yunan balıkçı motoruna alındı, orada kendisine bazı tedavi metotları uygulandı. Deniz üstünde Yunan meslektaşlarının müdahalesiyle iyice kendisine gelen Mehmet kaptan, vurgundan kurtulup ölümü atlattı, ayağa kalktı. Bu durumu bütün denizciler sevinçle karşıladılar, birbirlerini sevgiyle kucakladılar. Daha sonra Yunan teknesi kendi yoluna düşerken, İzmirli kaptanın süngercileri de Bodrum yolunu tuttular.
Vurgun olayı kısa zamanda Bodrum’a ulaşmış ve tüm köylüler, iskeleye çıkmışlardı. Uzaktan Bodrum sahili gözükmeye başladı. Vukuat olduğu zamanlar bayrak yarıya indirildiği için, herkes merak içinde bayrağı gözlüyordu. Ne var ki, bayrak yarıda değil, göklerdeydi. Durumu gören Bodrumlular sevinç gösterileri yaparak tekneyi karşıladılar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.