- 12451 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
DİVAN ŞİİRİ İLE HALK ŞİİRİ ARASINDAKİ ETKİLEŞİM
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
XIII. asrın sonları, Divan Edebiyatı denilen klasik Türk Edebiyatı’nın büyük, sürekli, aralıksız bir edebiyat halinde başlangıcına sahne olmuştur. Anadolu’da yalnızca din dışı konularda eserler vererek kasideler ve gazeller söyleyen ilk divan şairi Hoca Dehhani bu asırda yaşamış ve eserlerini sade-temiz bir Türkçe ile kaleme almıştır. Devletin resmi dilinin Farsça olduğu bu asırda Türk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden biri kabul edilen Yunus Emre, dini-tasavvufi sahada dikkat çekici ürünler ortaya koymuş ve eserlerinde çağının konuşma dilini ustalıkla kullanmayı başarmıştır. Henüz Divan Edebiyatı’nın doğduğu bu asırda ilk etkileşim Yunus Emre’nin şiirlerinde kendini gösterir. Sözlü Halk Edebiyatı’nda yaşayan ortak mecazlara ve söyleyiş biçimlerine düşkünlük gösteren Yunus Emre, Divan Edebiyatı mazmunlarını da geniş ölçüde kullanmaya özen göstermiş; mesnevi ve gazel biçiminde aruz vezniyle de şiirler söylemiştir.
XIV. asırda Anadolu’da divan şiiri iç ve dış yapıların oluşumu, ürünlerin bolluğu ve çeşitliliği yönünden önemli gelişme göstermiştir. Divan Edebiyatı’nın tür ve vezin özellikleri bu asırda dini-tasavvufi sahada geniş ölçüde kullanılmıştır. Aşık Paşa ve Gülşehri gibi şuurlu Türkçeciler tasavvuf kaidelerini geniş halk kitlelerine öğretmek amacıyla açık ve sade söyleyişlerle gazel, kaside ve mesnevi yazmışlardır. Bununla birlikte bazı şairler Türkçe’nin dar ve yetersiz olduğunu, Farsça bilmeyen halkın anlaması için Türkçe yazmak zorunda kaldıklarını dile getirmişlerdir. Asrın en büyük divan şairi Ahmedi (ö.1413) şiirlerini Arapça ve Farsça kelimelere alabildiğine açık tutarken İslam edebiyatında ortaklaşa kullanılan (konu, mazmun, söz ve anlam sanatları) unsurlarını aktararak Türkiye lehçesinde divan şiirinin her türlü gelenek ve kurallarıyla yerleşmesine öncülük etmiştir. Bu asırda Yunus Emre’nin takipçisi olan Said Emre hem hece hem de aruz vezniyle şiirler yazmıştır.
XV. asırda divan şairlerinin tümü Fars Edebiyatı’nı örnek alarak Fars şiirinin bütün tür ve nazım biçimlerini Türk Edebiyatı’na aktarmışlardır. Bu arada yalnız Türk divan şiirinde görülen ve ‘şarkı’ biçiminin doğmasına yol açan ‘mütekerrir murabba’lar çokça kullanılmıştır. Türkçe’nin Arapça ve Farsça karşısında sıkıntılı bir döneme girmesinden rahatsızlık duyan Aydınlı Visali, içinde yabancı sözcük ve yabancı dil kuralı bulunmayan, Fars şiirinin kalıplaşmış mazmunlarına karşılık konuşma dilindeki mecazlardan yararlanarak şiirler yazmış ve bu çabasıyla XVI. asırda açığa çıkacak olan Türki-i basit (yalın Türkçe) akımına öncülük etmiştir. XV. asırda Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid (Vesiletü’n necat) ve Yazıcızade Mehmed’in yazdığı Muhammediyye, Müslüman Türkler’in yaşadığı coğrafyalarda asırlar boyunca –özellikle dini içerikli toplantılarda- okunmuş ve bu faaliyet halkın Divan Edebiyatı’nı yakından tanıyarak sevmesine yol açmıştır. Asrın Osmanlı padişahlarından II.Murad, sade ve açık Türkçe kullanılması yönünde çevresini teşvik etmiş ve o tarihe kadar yedi defa Türkçe’ye çevrilmiş olan Kabusname’yi daha sade bir Türkçe ile yeniden tercüme etmek üzere Mercümek Ahmed’i görevlendirmiş; kendisi de yalın bir söyleyişle şiirler yazmıştır. II.Murad, Muradname yazarı Bedr-i Dilşad’ın ‘eğer şair olup şiir söylersen kapalı söyleme açık söyle; anlamını başkalarının bilemeyeceği söze emek verme; anlaşılmaz sözler söyleyip ben şairim deme…’ şeklindeki tavsiyelerini dikkate almış ve Anadolu’da milli edebiyatın yayılmasında önemli rol oynayan Hacı Bayram-ı Veli’yi de himaye etmiştir.Yine asrın padişahlarından biri olan II.Bayezid, halkın anlayabileceği bir dil ile tarih yazmasını Kemalpaşazade’ye tavsiye etmiş; fakat Kemalpaşazade başarılı bir tarih eseri yazmakla birlikte dil konusunda beklenileni verememiştir.Sazlarıyla türküler, destanlar, koşmalar, varsağılar… söyleyen ozanların bu asırda da sınır boylarına kadar ülkenin her yerinde dolaştıkları ve asıl önemlisi bunların Germiyan ve Osmanlı saraylarında dahi bulunduğu; böylece dindışı halk şiiri geleneğinin orduda ve halk arasında eskisi gibi sürüp gittiği bilinmektedir.
Nihayet XVI. asırda aruz vezni Türk şairlerinin elinde Türk şiirinin hakim zevki haline gelmiştir. Asrın divan şairleri Halk Edebiyatı’nı ve şiirini küçümsemiş, hece veznine karşı aşağılayıcı bir tavır takınmışlardır. Bu tutum asrın divan şairlerinden Naimi-i Hamidi’de ve Aşık Çelebi’de açıkça görülmektedir. Bu küçümseyiş nedeniyle halk şairleri tezkirelerde kendilerine yer bulamamışlardır. Halk edebiyatına ve şiirine karşı takınılan aşağılayıcı tavırlara rağmen bu asırda Meali(ö.1535), Usuli(ö.1538), Zaifi(ö.1555), Fevri(ö.1571) ve III.Murad –Muradi-(ö.1595) hece ile şiir yazan divan şairleri olarak dikkati çekerler. Asrın şöhretli şairlerinden iki şehrengiz, hamse ve divan sahibi Taşlıcalı Yahya(ö.1582), (divan şiirini halk şiirine yaklaştıran özelliklerden olan) atasözlerini, deyimleri ve halk ağzına özgü söyleyişleri kullanma konusunda çaba sarf etmiştir. Yahya’nın divanında azımsanamayacak ölçüde deyim ve atasözü bulunmakla birlikte kullanılan dil de sadedir. Tatavlalı Muharremi ve Edirneli Nazmi bu asırda Türki-i basit akımının temsilcileri olarak yalın Türkçe kullanılması gerektiğini dile getirmişlerdir. Türki-i basit akımı, temsilcilerinin verdikleri eserlere rağmen yeterince taraftar bulamadan asrın edebiyat gündeminin dışına sürüklenmiştir. Halk şairleri arasında aruz vezni kullanma geleneğinin gelecek asırlarda artacağına dair ilk belirtiler bu asırda ortaya çıkmıştır. Kul Mehmed ve Hayali, asrın aruzla şiir söyleyen saz şairleridir.
XVII. asra gelindiğinde Halk Edebiyatı olgunlaşmış ve halk şairleri kendilerini divan şairlerine eş görmeye başlamışlardır. Divan Edebiyatı’nın dil ve sanat unsurlarını kullanan halk şairleri aynı zamanda bir şekil unsuru olan aruz vezni ile de şiirler yazmışlardır. Saz şairlerinin eserlerindeki sadelik ve halk zevki unsurları bu asırdan itibaren azalmaya başlamıştır. Asır içinde daha çok ordu merkezlerinde, şehir ve kasabalarda büyük bir gelişme gösteren bu edebiyatın böyle bir yola girmesi gayet doğaldır. Çünkü asrın halk şairlerinin çoğu okur-yazar olup şehir ve kasabalarda yaşamaya başlamışlardır. Böylece klasik edebiyatın etkisini daha yakından ve kuvvetlice hissetmişlerdir. Halkın kültür sanat zevki de önceki asırlara oranla gelişme gösterdiğinden şairler kendilerini anlayacaklarına inandıkları bu okuyucu kitlesinin ihtiyaçlarına göre eserler vücuda getirmişlerdir. Bu asırdan itibaren aruzla şiirler yazan halk şairleri gazel, murabba, muhammes, müseddes veya müstezat şeklinde ürünler vermişlerdir. Bu şiirlere, yazıldıkları aruz kalıbını esas alarak divan, selis, semai, kalenderi, satranç ve vezn-i aher gibi adlar takmışlardır. Aşık Ömer ve Gevheri asrın aruz vezni ile şiir yazan en önemli halk şairleridir. Bu asırda hece vezni ile şiir yazan divan şairleri ise şunlardır: Himmet(ö.1684), Feyzi(XVII.yy), IV.Murad –Muradi-(ö.1640), Afife Sultan(XVII.yy). Asrın dikkat çekici simalarından Sabit’de sade ve açık dil ile eserler yazmış ve bu yönde teşvik edici sözler sarf etmiştir. Divan Edebiyatı’ndan en az etkilendiği söylenen ve Halk Edebiyatı’nın en büyük şairlerinden biri kabul edilen Karacaoğlan’da bu asırda yaşamıştır. Ne var ki sanılanın aksine Karacaoğlan’nın şiirlerinde Divan Edebiyatı’na özgü kelimelere ve terkiblere rastlamak mümkündür. Ab-ı kevser, ab-ı zülal, ağyar, bade, bad-ı saba, barhane, cuş eylemek, cüda, çarh-ı felek, çeşm, dehan, devr-i cihan, didar, diyar-ı gurbet, ebru, elvan, fülfül, gussa, har, humar, huzur-ı mahşer, kadem, kisb u kar, la’l ü güher, leşker, mah, mekteb-i irfan, nikab, serv-i revan, şakird, şam u seher, şems, temren, türab, zeban, zülal, zülf… gibi kelime ve terkibler Divan Edebiyatı’na özgü olup Karacaoğlan ve benzerlerinin şiirlerinde görülmektedir. Karacaoğlan’ın şiirlerinde muhteva bakımından divan şiiriyle ortaklık gösteren özellikler olarak sevgili, ağız-dudak, ben, boy, diş, gamze, göz, kaş, kirpik, saç, yüz, aşık, rakib, aşk, selam… gibi ayrıntılar göze çarpmaktadır. Bunlar da açıkça göstermektedir ki; Türk saz şairleri içinde halk dilini ve halk zevkinin bütün inceliklerini başarıyla kullanan ve halk şiirinin en sevilen örneklerini veren Karacaoğlan, aynı zamanda Divan Edebiyatı kültürüne sahiptir veya en azından dil ve bilgi bakımından ona yabancı değildir.
XVIII. asırda kuvvetlenen mahallileşme akımı asrı büyük ölçüde renklendirmiştir. Asrın başlarında Lale Devri şairlerinden Dürri Efendi’nin kardeşi Sadi Çelebi şiirin sade Türkçe sözlerle yazılması gerektiğini ısrarla ifade etmiştir. Aynı asırda reis-i şairan seçilen Osmanzade Taib’de eserlerinde genellikle sade dil kullanmış ve Münşeat’ının önsözünde yazının bilinen kelimelerle yazılmasındaki önemi belirtmiştir. Bu asra kadar yaşanan gelişmeler asrın sanatını ve şiir dilini halka yakınlaştırmıştır. Asrın en büyük divan şairlerinin eserlerinde halk sözleri ve deyimleri geniş yer almış; halkın gelenek ve göreneklerinden, halk hayatından ve felsefesinden akisler taşıyan şiirler kaleme alınmıştır. Koşmaların ve türkülerin tesiriyle meydana gelen murabba-şarkı tarzı en bol ve güzel örneklerini bu asırda vermiştir. Bütünüyle milli bir nazım şekli olan şarkı tarzı Nedim gibi büyük bir kabiliyetin kalemiyle güç kazanmıştır. Diğer klasik şiirlere oranla çok sade bir dil ve bazen öz Türkçe mısralarla söylenen şarkılar, bütün millet arasında ortak ve yüksek bir musiki ile terennüm edilerek divan şiiri tarihinde görülmemiş derecede geniş zümrelere hitap eden popüler bir önem kazanmıştır. Nedim gibi Şeyh Galib’in de hece vezni ile şiir yazması Divan Edebiyatı çevrelerinde hece veznine ve türkü geleneğine verilen önemi arttırmıştır. Sebk-i hindi akımının büyük temsilcisi Şeyh Galib, önceki asırlarda Aydınlı Visali, Tatavlalı Muharremi ve Edirneli Nazmi gibi temsilcileriyle dikkati çeken Türk-i i basit akımına da yönelmiştir. Asrın, hece vezni ile şiir yazan divan şairleri şunlardır: Mahtumi(ö.1732), Nahifi(ö.1738), Nedim(ö.1730), III.Ahmed –Necib-(ö.1736), Şeyh Galib(ö.1799).Önceki asırda şöhretli şairler çıkaran Halk Edebiyatı, bu asırda sayı bakımından çok şaire sahip olmakla birlikte şöhretli bir isme kavuşamamıştır. Türk saz şairlerinin aruz vezni ile şiir söyleme hevesleri bu asırda daha yaygın bir hareket halini almıştır. Sazlarla şiir söylemenin tesiriyle aruzu imaleli kullanan saz şairleri aruzla söyleyişte ciddi bir başarı da elde edememişlerdir. Fakat bu tavırları onların Divan Edebiyatı çevrelerinde ilgi ve itibar görmelerine katkı sağlamıştır. Asrın tanınmış tezkire yazarlarından Salim’in ve Safai’nin klasik şairler arasında birkaç saz şairine de yer vermeleri bunun delilidir. Ne var ki bütün bu karşılıklı etkileşimlere rağmen ne divan şiirindeki mahallileşme akımı o edebiyatta etraflı bir önem kazanabilmiş ve ne de Divan Edebiyatı etkisi altındaki Halk Edebiyatı bu vadide kuvvetli şairler yetiştirebilmiştir. Abdi, Aşık Halil, Nakdi, Seferlioğlu, Sırrı bu asırda aruz vezni ile şiir yazmış halk şairleridir.
XIX asırda Divan Edebiyatı’nın hakim hayatı asrın ilk yarısı için geçerlidir. Divan söyleyişi bu asırda sade dil ve nazım tekniği bakımından gelişme göstermiş; aruz vezninde eski imale zevki azalmaya başlamış; vezinler, kafiyeler, nazım şekilleri ve kelime tasrifleri daha seçme ve daha alışılmış bir kıvama gelmiştir. Enderunlu Fazıl ve Vasıf gibi popüler divan şairleri halk söyleyişine ve halk hayatına nüfuz etmişlerdir. Aruz vezninin bütün sevilen ahengine ve bir Türk aruzu olma yolundaki milli çizgilerine rağmen, saz şairlerinin türkü ve koşmalarından yükselen hece vezni ile şiir söyleme zevki asrın birçok divan şairini sarmıştır. Nesir dilinde de mahallileşme akımı şuurlu ve gözle görülür bir biçimde devam etmiştir. Divan devri edibi Esad Efendi sade ve halk diline doğru gidişin geçerli sebeplerini söyleyerek adeta nesirde sadeliğin kaidelerini kurmuştur. Asrın, hece vezni ile şiir yazan divan şairleri şunlardır: III.Selim–İlhami-(ö.1808),İzzet Molla(ö.1829), Said(ö.1837), Adile Sultan(ö.1899),
II.Mahmud-Adli-(ö.1839), Edhem Pertev Paşa(ö.1872), Münif Paşa(ö.1910), Akif Paşa(ö.1845), Ziya Paşa(ö.1880), Namık Kemal(ö.1888), Recaizade Mahmud Ekrem(ö.1913).
Önceki asırda olduğu gibi XIX. asırda da halk şairlerinde klasik şairlerle rekabet etme ve onlar gibi aruz vezni ile yazma arzusu devam etmiştir. Şehir çevresinin tesiriyle halk şairleri ellerinden geldiği kadar klasik şairleri taklide çalışmışlardır. Buna rağmen halk edebiyatı doğrudan doğruya halk kitlesine ve halkın zevkine hitap eden bir edebiyat olduğu için Acem nazım kaideleri halk şairlerine Türk geleneğini unutturamamış; milli vezin ile milli şekiller, aşık edebiyatının esası olarak kalmıştır. Asrın, aruz vezni ile şiir yazan önemli halk şairleri şunlardır: Erzurumlu Emrah, Dertli, Aşık Seyrani, Bayburtlu Zihni.
Hece Vezni İle Şiir Yazan Divan Şairleri
Meali (ö.1535)
II.Bayezid devrinin ünlü bilginlerinden Mustafa bin Evhadüddin Yarhisari’nin oğludur. Asıl adı Mehmed’tir. Köse Meali lakabıyla tanınmıştır. Mihaliç, Kebsud, Sofya ve Filibe’de kadılık yapmıştır. Kanuni devrinde tayin edildiği Gelibolu’da on yıl kadılık görevinde bulunduktan sonra ölmüştür. Sade bir dille yazdığı şiirleri genellikle ince bir alayı ve yergiyi içerir. Hırrename’si buna örnektir. Meali, tertip ettiği Divan’ında sekiz heceli, semai tarzında yazdığı Şahkulu isyanını konu alan destanına da yer vermiştir.
Usuli (ö.1538)
Vardar Yenicesi’nde doğmuştur. Öğrenimini tamamladıktan sonra Mısır’da İbrahim Gülşeni’ye bağlanmıştır. Bazen Yenice’de bazen de akıncı beylerinden Abdi Bey’in yanında bulunmuş, Abdi Bey’e musahiplik yapmış ve O’nun yanında ölmüştür. Kaynaklara göre Rumeli’de Gülşeniliği yayan Usuli’dir. Nesimi-Fuzuli çizgisinin arasında önemli bir halka oluşturan Usuli, Nesimi’nin etkisinde kalmıştır. Hece ile şiir yazmasında tekke çevrelerinden gelen tesirler önemli rol oynamıştır.
Zaifi (1494?-1557?)
Rumeli’deki Karatova’da doğmuştur. Asıl adı Pir Mehmed’tir. Medrese eğitimi almış; müderrislik görevinde bulunmuştur. Divan’ının sonunda Fi’t-Türkiyat başlığı altında topladığı şiirlerinden altısı hece vezniyle yazılmıştır. Bu bölümlerin başlarında bulunan der makam-ı rast, der makamı hüseyni gibi başlıklara bakılırsa, bu şiirler türkü formunda bestelenmiş veya bestelenmesi kasdıyla yazılmıştır. Zaifi, mesneviler de kaleme almıştır.
Aşık Çelebi (1519-1571)
Asıl adı Pir Mehmed’tir. Küçük yaşlarda başladığı tahsilini tamamladıktan sonra mahkeme ve fetva katipliği, mütevellilik, kadılık gibi görevlerde bulunmuştur. Nükteleri ve hezel tarzında yazdığı şiirleriyle tanınan Aşık Çelebi şöhretini Meşairu’ş Şuera adlı tezkiresine borçludur. Bu eser özellikle XVI. asır şairleri ile ilgili olan bölümleriyle eşsiz bir kaynaktır. Bunun dışında bilinen dokuz eserinden biri de Divan’dır. Hece vezniyle yazdığı şiirini Manav Seydi adında birini yermek için kaleme almıştır. Aşık Çelebi’nin bu şiirinin başlığı Manzume-i Garibe’dir.
Fevri (ö.1571)
Asıl adı Ahmed’tir. Hırvat asıllıdır. Künhü’l Ahbar’a göre İskender Çelebi’nin, başka kaynaklara göre Nakkaş Ali Bey’in kuludur. Daha sonra azad edilmiş ve iyi bir eğitim alarak müderrislik, müftülük, kadılık görevlerinde bulunmuştur. Çok kolay ve süratli şiir söyleyişiyle, kasideleri, atasözü ve deyimlerle yüklü şiirleri, özellikle de tahmis ve tesdis yazmadaki başarısıyla dikkati çekmiştir. Kanuni’nin Muhibbi mahlası ile yazdığı şiirleri toplayıp Divan haline getirmiştir. Kendi Divanı’nda da hece ile yazdığı bir gazele yer vermiştir.
III.Murad -Muradi- (1549-1595)
II.Selim ile Nurbanu Sultan’ın oğludur. Hattat, yazar ve şair olan III.Murad, Arapça, Farsça ve Türkçe üç Divan tertip etmiştir. Hattatlık yeteneğini Müniri Divanı’nı istinsah ederek göstermiştir. Esrarname ve Fütuhatu’s Siyam adlı eserleri de vardır. Macuncuzade İznikli Bekayi Efendi ve Hasan Bahri Çelebi gibi alim ve şairlerden edebiyat dersleri almıştır. III.Murad, Osmanlı hanedan mensupları arasında şehzade Korkud’tan sonra en çok eser veren ve Kanuni’den sonra en çok şiir yazan kişidir.Halveti şeyhi Şüca Efendi’ye bağlıdır.Tasavvuf çevrelerinin tesiriyle şiirleri daha çok tasavvufi içerik taşır. Şiirlerinde sade ve basit bir söyleyiş hakimdir. Halk deyim ve tabirlerini sıklıkla kullanmıştır. E.J.Wilkinson Gibb’e göre Divan’ındaki şiirler sanat bakımından fazla değer taşımaz. Yunus Emre, Hoca Dehhani, Nesimi, Süleyman Çelebi, Necati ve Fuzuli etkilendiği şairlerdir. Tekke şiirine olan ilgisi ve tasavvuf çevrelerinden gelen tesirler hece veznini kullanmasında etkili olmuştur
Himmet (1609-1684)
Halveti şeyhlerindendir. Zeyrekzade Yunus Efendi’den icazetle Üsküdar Divitçiler Tekkesi’ne şeyh olmuştur. Şabaniyye ve Bayramiyye’nin birleştirilmesiyle doğan Himmetiyye kolunun kurucusudur. Tarikatname ve Zübdetü’l Hakayık gibi eserleri vardır. Tekke çevrelerine olan yakınlığı ve buralardan gelen tesirle Divan’ında hece vezni ile yazılmış şiirlere de yer vermiştir.
Feyzi (?-?)
XVII. asır şairlerinden olan Feyzi hakkında fazla bir bilgi yoktur. Niğbolu mutasarrıfı Mehmed Paşa, Feyzi’yi desteklemiş ve eğitim görmesine yardımcı olmuştur. Şem ü Pervane adlı on birli hece vezni ile yazılmış bir mesnevisi vardır. Eserin akışı içerisinde altı gazele de yer vermiştir. Bu gazeller hece ile yazılmıştır. Feyzi’yi ve eserini edebiyat dünyasına tanıtan kişi Gönül Alpay Tekin’dir.
IV.Murad –Muradi- (1612-1640)
I.Ahmed ile Kösem Sultan’ın oğludur. On iki yaşında Arapça ve Farsça dillerini çok iyi konuşacak ve alimlerle sohbet edebilecek düzeye erişmiştir. Doğu musikisi hakkında geniş bilgiye sahip olup aynı makamda altı peşrev besteleyen tek klasik Türk musikisi bestekarı olma vasfını kazanmıştır. Divan’ı bulunduğuna dair her hangi bir kayıt yoktur. Şiirleri çeşitli mecmua, tezkire ve tarih kitaplarında görülür. Şiirlerinin içeriğini sosyal, siyasi ve günlük olaylar oluşturur. Küçük kelime oyunları ve tarih düşürme gibi özelliklere sahip şiirleri arasında musahibi Musa Çelebi’nin ölümü üzerine hece vezniyle yazdığı bir varsağı vardır.
Afife Sultan (?-?)
IV.Mehmed’in kadınlarındandır. IV.Mehmed’in kadınları arasında en çok iltifat gören Afife Sultan’dır. Aruz vezni yanında hece veznini de kullanarak şiirler yazmıştır.
Mahtumi (ö.1732)
Asıl adı Mehmed’tir. Enderun’da yetişmiştir. III.Ahmed’in yakın hizmetinde bulunan Mahtumi, şiirlerinde Vahid mahlasını da kullanmıştır. Divan’ında otuz iki tane hece vezni ile yazılmış şiiri vardır.
Nahifi (ö.1738)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı Süleyman’dır. Yeniçeri kaleminde katiplik ve baş mukataacılık görevlerinde bulundu. Divan’ı, Hilyetü’l Envar’ı, üç dilde Kaside-i Bürde tahmisi, manzum Mesnevi tercümesi gibi eserleri vardır. Şiirleri aşıkanedir. Hece vezni ile yazdığı bir dörtlüğünü İrfan Alpay tespit etmiştir.
III.Ahmed –Necib-(1673-1736)
IV.Mehmed ile Rabia Emetullah Gülnuş Sultan’ın oğludur. Sülüs, nesih ve talik yazıda hattattır. Daha çok dini içerikli şiirler yazmıştır fakat tasavvufi bir olgunluğa ulaşamamıştır. Dini içerikli olmayan şiirlerinde devrinin izleri görülür. Yaptırdığı cami, çeşme ve türbe gibi yapılar için tarih düşürmüştür. Şiirlerinde ki dil oldukça sadedir. Aruzun yanı sıra hece vezni ile de şiirler yazan III.Ahmed, Divan sahibi hanedan mensuplarındandır.
Nedim (?-1730)
Asıl adı Ahmed’tir. İstanbul’un yerlisi olan kültürlü bir aileye mensuptur. Babası Rumeli kazaskeri Mustafa Efendi’dir. İyi bir medrese eğitimi alarak yetişmiş; Arapça ve Farsça’yı iyi derecede öğrenmiştir. Müderrislik görevinde bulunmuştur. Divan şiirinin büyük isimlerinden biri olan Nedim, Lale Devri’ni anlatan şiirleri, özellikle de şuh mizacına uygun bir tarz olan şarkıları ile tanınmıştır. Nedim’i kendinden önceki şairlerden ayıran taraf O’nun şiirindeki basit söyleyiş ve yerliliktir. Bilinen mazmunların ve kalplaşmış ifadelerin dışına çıkarak yaşanan hayatı merkeze alan Nedim, içinden geldiği gibi davrandığı için farklıdır. Hece vezni ile iki şiir yazmış olan Nedim’in şiir vadisindeki tek eseri Divan’ıdır.
Şeyh Galib (1757-1799)
Asıl adı Mehmed Esad’tır. İstanbul’da doğmuştur. Mustafa Reşid Efendi’nin oğludur. Bir süre Divan-ı Hümayun kaleminde bulunmuştur. Daha sonra Mevlevi tarikatına girmiş; Konya’ya gitmiş ve üç yıllık çilesini İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’nde tamamlayarak Galata Mevlevihanesi’ne şeyh olmuştur. Kullandığı ilk mahlas Esat’tır. Türk Edebiyatı’nın son büyük divan şairlerinden biri olan Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk mesnevisi ile şöhret bulmuştur. Sebk-i Hindi yolunda şiirler yazarken aynı zamanda mahallileşme akımı etkisinde sade bir dille şiirler de kaleme almıştır. Şiirlerinde halka özgü deyimleri sıklıkla kullanmıştır. Türki-i basit anlayışı çerçevesinde yazdığı gazeli dikkat çekicidir. Şeyh Galib’in hece vezni ile yazdığı bir şiiri mevcuttur. Nedim ve Şeyh Galib gibi iki büyük divan şairinin numunelik de olsa hece veznini kullanmaları halk şiirinin ve şairlerinin saray çevresinde itibar kazanmalarına yol açmıştır.
III.Selim –İlhami-(1761-1808)
III.Mustafa ile Mihrişah Sultan’ın oğludur. İyi bir eğitim görmüş musiki ve edebiyat ile yakından ilgilenmiştir. Klasik Türk musikisinin deha kabiliyetlerinden kabul edilir. Aralarında evcara, şevkefza ve suz-i dilara makamlarının da bulunduğu 14 makam icad etmiştir. Mevlevi tarikatına mensuptur. Divan’ında Divan Edebiyatı’nın hemen her nazım şekline rastlamak mümkündür. Gazellerinde ağırlıklı olarak aşk konusunu işlemiştir. Taht, saltanat, felekten şikayet, bahar gezileri, kendine öğüt içerikli şiirler de yazmıştır. Hece vezni ile yazılmış ve şarkı formunda bestelenmiş dört şiiri vardır.
İzzet Molla (1785-1829)
İstanbul’da doğdu. Babası ilmiye sınıfından Salih Efendi’dir. Yoksul bir gençlik döneminde zorluklar içerisinde eğitimini tamamlayarak müderrislik diploması almıştır. Galata kadılığı görevinde bulunmuştur. İki mesnevisi ve Divan’ı dışında dört eseri daha vardır. Anadolu’da bulunduğu yıllarda hece vezni ile bir şiir yazmış ve bu şiir Dede Efendi tarafından bestelenmiştir.
Said (ö.1837)
Asıl adı Hızır Ağazade Said Bey’dir. Enderun’da yetişmiş ve haceganlığa kadar yükselmiştir. Divançesi vardır. Pertev ve Akif Paşa’ların meclislerinde bulunmuş ve muhtemelen onların etkisiyle hece vezninde şiir yazmıştır.
II.Mahmud –Adli-(1784-1839)
I.Abdülhamid ile Nakşıdil Valide Sultan’ın oğludur. İyi bir eğitim görmüştür. Şairliğinin yanı sıra hattat ve bestekardır. Daha çok şarkı, tahmis ve gazel tarzında şiirler yazmış ve semailer vücuda getirmiştir. Hece ile yazdığı şiirlerinin çoğunu bizzat kendisi bestelemiştir.
Adile Sultan (1826-1899)
II.Mahmud’un kızıdır. Padişah kızları içerisinde Divan tertip eden tek kişidir. İyi bir öğrenim gören Adile Sultan aruz vezni yanında hece vezni ile de şiirler yazmıştır.
Edhem Pertev Paşa (1785-1837)
Asıl adı Mehmed Said’tir. İstanbul’da doğmuştur. Divan-ı Hümayun’da katiplik görevinde bulunmuştur. II.Mahmud devri reisü’l küttablarındandır. Zamanının önde gelen şairlerinden sayılan Pertev Paşa ‘nın Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri vardır. Başlangıçte Meşreb mahlasını kullanmıştır. Divan’ında bu mahlasla yazılmış bir şiiri vardır. Mahmud Nedim Paşa hakkında yirmi yedi dörtlükten oluşan hece vezni ile bir destan yazmıştır. Bu destan kendinden sonra gelen şairlerin taklit ettiği bir şiir olma özelliği taşır.
Münif Paşa (1828-1910)
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 600.yıldönümü münasebetiyle hece vezninde kırk üç dörtlükten oluşan Dastan-ı Al’i Osman adlı bir destan kaleme almıştır.
Akif Paşa (1787-1845)
Asıl adı Mehmed Akif’tir. Divan-ı Hümayun kaleminde katip olarak görev yapmıştır. reisü’l küttablık ve mülkiye nazırlığı görevlerinde bulunmuş; vezir rütbesi almıştır. Tabsıra adlı eserinin ve Şeyh Müştak’a yazdığı mektubun dilindeki sadelikle ve akıcılıkla tanınan Akif Paşa’ya yeni nesrin öncüsü gözüyle bakanlar olmuştur. Köprülü’ye göre ise eski edebiyatın son temsilcisidir. Torunu için yazdığı mersiyede hece veznini kullanmıştır. Bu mersiye dışında hece ile yazılmış bir şiiri daha vardır.
Ziya Paşa (1825-1880)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı Abdülhamid Ziyaüddin’dir. Mekteb-i Ulum-i Edebiyye’de okumuştur. Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’e sunduğu kasidelerle teveccühünü kazanmış ve onun teşvikiyle saraya girmiştir. Burada Fransızca öğrenme imkanı bulmuştur. Meclis-i Vala üyeliği yapmıştır. Muhbir’de çıkan yazılarında yönetimi şiddetle eleştirmiş ve bir süre sonra Namık Kemal ile birlikte Paris’e gitmiştir. Londra’da Namık Kemal ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkarmıştır. Türk Edebiyatı’nın yenileşmesinde ve gelişmesinde önemli emekleri geçmiştir; fakat Namık Kemal’e göre daha gelenekçidir. Çevirilerinin dışında beş eseri vardır. Hece vezni ile şiirler yazmayı nazari olarak savunan yazılar yazmış ve bu konuda bir de deneme yapmıştır.
Namık Kemal (1840-1888)
Tekirdağ’da doğdu. Başlangıçta eski şiir geleneğine bağlanmışsa da Şinasi ile tanıştıktan sonra gazeteciliğe yönelmiştir. Tasvir-i Efkar’da yazılar yazmıştır. Yeni Osmanlı Cemiyeti’nin kurucularındandır. Bir süre İbret gazetesinin başında bulunmuştur. Abdulhamid döneminde Midilli’ye sürgün edilmiştir. Edebiyatımızın yenileşmesinde ve değişmesinde olduğu kadar Tanzimat fikir hayatının oluşmasında da etkili olmuştur. Gazeteciliğin yanı sıra roman, tiyatro, tarih ve eleştiri eserleri yazmıştır. Tiyatro eserlerinde bazı kahramanlarının ağzından hece vezni ile şiirler söylemiştir. O’na izafe edilen bazı müstakil hece vezinli şiirler de vardır.
Recaizade Mahmud Ekrem (1846-1913)
İstanbul’da doğdu. Mekteb-i İrfani’yi bitirmiş; özel öğrenim görerek yetişmiştir. Şura-yı Devlet üyeliği, Galatasaray Sultanisi’nde ve Mülkiye Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği, Evkaf ve Maarif Nazırlığı ve Meclis-i Ayan üyeliği yapmıştır. Bir ara Tasvir-i Efkar gazetesinin başında bulunmuştur. Muallim Naci ve çevresiyle girdiği edebiyat tartışmalarıyla Edebiyat-ı Cedide akımının doğuşuna ortam hazırlamıştır. Başta Tevfik Fikret olmak üzere dönemin genç şair ve edebiyatçılarını çevresinde toplamıştır. Edebiyatımızda edebi eleştiri türünün yerleşmesinde önemli katkıları bulunan Recaizade’nin, hece ile şiir yazmadığı söylenmektedir; ancak Vasfi Mahir Kocatürk, Recaizade’ye ait olduğu iddiasıyla hece vezni ile yazılmış iki şiiri edebiyat dünyamıza takdim etmişir.
Yukarıda konu edilen şairler dışında Abdülhak Hamid Tarhan (1852-1937)’da tiyatro eserlerinde hece vezni ile şiirlere yer vermiştir. Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958)’nın da ‘Ok’ adlı hece vezni ile yazılmış bir şiiri bulunmaktadır.
Divan Şiirinin Etkisiyle Halk Şiirinde Oluşan Şekiller
Divan şiirinden etkilenerek aruz vezni ile şiirler yazan saz şairleri, yazdıkları bu şiirlere kullandıkları aruz kalıbını esas alarak adlar vermişlerdir. Saz şairlerinin verdiği divan, selis, semai, kalenderi, satranç ve vezn-i aher adları muhtemelen bir edebiyat terimi olmanın dışında muayyen bir ezgi veya makamı ifade ettikleri için kullanılmıştır.
Divan:
Gazel, murabba, muhammes, müseddes veya müstezad şeklinde rastlanılan divan örnekleri aruzun Failatün, Failatün, Failatün, Failün kalıbıyla yazılmıştır. Ayaklı / yedekli örnekleri de vardır.
Selis:
Aruzun Feilatün, Feilatün, Feilatün, Feilün kalıbıyla yazılan selisler daha çok gazel şeklinde görülür ancak murabba, muhammes, müseddes olanları da vardır.
Semai:
Aruzun Mefailün, Mefailün, Mefailün, Mefailün kalıbıyla yazılmışlardır. Gazel, musammat gazel, murabba, muhammes, müseddes, ayaklı / yedekli örnekleri vardır.
Kalenderi:
Aruzun Mefulü, Mefailü, Mefailü, Feulün kalıbıyla yazılmışlardır. Gazel, murabba, ayaklı / yedekli örnekleri vardır.
Satranç:
Aruzun Müfteilün, Müfteilün, Müfteilün, Müfteilün kalıbıyla yazılmışlardır. Daha çok musammat gazel şeklinde görülürler.
Vezn-i Aher:
Aruzun Müstef’ilatün, Müstef’ilatün, Müstef’ilatün, Müstef’ilatün kalıbıyla yazılmışlardır. Gazel, müselles, murabba olarak görülürler. İki Müstef’ilatün ile yazılmış zincirleme vezn-i aherler de vardır. Vezn-i aher’lerin ilk bendlerindeki her mısra birbiriyle kafiyelidir. Sonraki üç bend de ilk üç mısra birbiriyle kafiyeli olup dördüncü mısra ilk bend de ki ile aynı kafiyelidir. Her bendi üç mısralı olanlar da vardır.
Aruz Vezni İle Şiir Yazan Halk Şairleri
Kul Mehmed (XVI.yy)
Babası, I.Ahmed’in vezirlerinden Üveys Paşa’dır. Aydın’da muhassıl (vergi toplama memuru) olarak bulunmuş ve burada ölmüştür. Muhtemelen iyi bir eğitim görmüştür. Bugünkü bilgilerimize göre aruz vezni ile şiir yazan ilk saz şairidir. Paşa sarayında büyümesine rağmen yalnızca aruzla şiir yazmaması dikkat çekicidir. Aruzla yazdığı şiirlerinde ağdalı bir dil kullanmıştır. Bazı şiirleri bestelenmiştir.
Hayali (XVI.yy)
Hayatı hakkında yeterince bilgi yoktur. Aruzla şiir yazması eğitimli olduğu hakkında fikir vermektedir. İkisi hece vezni ile söylenmiş üç şiiri bulunmaktadır.
Aşık Ömer (XVII.yy)
Asrının en şöhretli şairlerindendir. Muhtemelen tahsilli olup Arapça ve Farsça dillerini öğrenmiştir. İlk şiirlerinde Adli mahlasını kullanmıştır. Taşbasması Divan’ında mahlası Derviş Nihani olarak geçer. Asker bir şairdir. Çok sayıda aruzla şiir yazmıştır. Halk şiirinde özellikle Kayıkçı Kul Mustafa’nın tesirinde kalmıştır. Divan şiirinde ise yazdığı nazirelerden Fuzuli, Atai ve Ahmed Paşa’dan etkilendiği anlaşılmaktadır. Şiirleri Ayvansaraylı Hafız Hüseyin tarafından 1782 yılında Aşık Ömer Divanı adıyla tertip edilmiştir. Şiirleri arasında en çok bilineni Şairname’dir. Şairname’de aşıklar, klasik şairlerimiz ve bazı Arap-Acem şairleri zikredilmiştir.
Gevheri (XVII.yy)
Aşık Ömer gibi asrının önde gelen şairlerindendir. Asıl adı Mehmed olup bazı kaynaklarda Mustafa olarak da geçmektedir. Şiirlerindeki dil, çok iyi bir tahsil gördüğünün delilidir. Hece vezninin yanında aruzla da çok sayıda şiir yazmıştır. Müstezatları ve divanları oldukça fazladır. Bu şiirlerindeki dili, asrının bütün dil özelliklerini taşır. Şiirlerinde sevgi başta olmak üzere hasret, ayrılık, gurbet gibi konulara temas etmiştir. Divan şairlerinden özellikle Fuzuli’nin etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Tasavvufi konulara eğilmemiş ve herhangi bir tarikata da girmemiştir.
Abdi (XVIII.yy)
Hayatı hakkında bilgi yoktur. Muhtemelen asrın başlarında doğmuştur. Aşık Ömer ve Gevheri etkisinde hece ve aruz ile şiirler yazmıştır. İstanbul’un güzellikleri, devrin yaşayışı, adetleri ve kıyafetleri, şiirlerinde açık bir dille yer alır.
Aşık Halil (XVIII.yy)
Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça azdır. Bursa’da doğmuştur. Cezayir savaşlarına katılmıştır. Yazdığı son şiirlerde dini-tasavvufi konuları işlemiştir. Bu şiirleri oldukça ağdalı bir dile sahiptir. Bunlar divan, kalenderi, semai, selis şekillerindedir. Koşma ve semai gibi hece veznini kullandığı şiirlerinde de aynı dil özelliği görülür.
Nakdi (XVIII.yy)
Hayatı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Şiirlerindeki olaylara bakılırsa asrın ikinci yarısında şöhret bulmuştur. Hece ve aruzla şiirleri mevcuttur.
Seferlioğlu (XVIII.yy)
Hayatı hakkında bilgi yoktur. Garp Ocakları’nda yetişmiştir. Şiirlerindeki olaylara göre asrın yarısından sonra şöhret kazanmıştır. Hece ve aruzla yazılmış şiirleri vardır.
Sırrı (XVIII.yy)
Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça azdır. Kütahyalıdır. Oğlunun ölümü üzerine söylediği ağıttan başka koşmaları ve bir de Kahveci Destanı vardır. Kütahya ve çevresini öven şiirlerinin yanı sıra gazelleri vardır.
Erzurumlu Emrah (XIX.yy)
Adından da anlaşılacağı gibi Erzurumludur. Sivas, Tokat, Kastamonu, Çankırı, Niğde gibi yöreleri gezmiştir. Bağlı bulunduğu Nakşibendi tarikatının onun yetişmesinde önemli rol oynadığı muhakkaktır. Ayrıca gezdiği yerlerden de gelen büyük ve derin etkiler olmuştur. Gedai ve Nuri gibi aşıklar yetiştirmiştir. Nuri, Zileli Ceyhuni’yi ve o da Cemali’yi yetiştirdiği için Emrah, bir aşık kolunun kurucusudur. Aruz vezni ile yazdığı şiirler Mehmed Abdulaziz Erzurumi tarafından 1916’da Divan-ı Emrah adıyla yayımlanmıştır. Hece ile yazdığı şiirleri içine alan defterindeki (özellikle semai olan) şiirlerin çoğu Ercişli Emrah’a aittir. Aruzla yazdığı şiirlerindeki dil oldukça ağırdır. Bu özellik koşmalarında da görülür. Divan, semai, kalenderi, gazel, müstezad, müseddes, muhammes, murabba şekillerinde yazdığı aruzlu şiirlerinin sayısı koşma, yedekli koşma, destan şeklindekilerden daha fazladır. Halk şairleri arasında klasik edebiyatı en iyi bilenlerdendir.
Dertli (1772-1845)
Gerede’nin Şahnalar köyünde doğmuştur. Asıl adı İbrahim’dir. İstanbul, Konya ve Mısır’da bulunmuştur. Sazıyla birlikte aşık toplantılarına katılmıştır. Sivas, Zile, Çankırı, Amasya, Ankara gibi yöreleri dolaşmıştır. İstanbul’un ünlü aşık kahvehanelerinde bütün muammaları çözerek tanınmıştır. Başlangıçta Lütfi mahlasını kullanmıştır. İntihar teşebbüsünden sonra da Dertli mahlasını almıştır. Tahsil derecesi hakkında bilgi bulunmamaktadır ancak şiirlerine bakılırsa muhtemelen bir medreseye devam etmiş veya bir ustanın yanında uzun süre bulunmuştur. Aruz vezni ile yazdığı şiirlerinde dil ve mısra kusurları oldukça fazladır. Hece vezniyle yazdığı şiirlerinde ise az denemeyecek kadar yabancı kelime vardır. Fuzuli, Ruhi, Nedim etkilendiği divan şairleridir. Halk şairlerinden Aşık Ömer, Gevheri ve Kaygusuz Abdal’dan etkilenmiştir. Geredeli Figani ve Mudurnulu Yağcı Emin onun çıraklarıdır. Ünlü, ‘şeytan bunun neresinde’ mısraı Dertli’ye aittir. Dertli’nin Divan’ı harf inkılabından önce birkaç defa basılmıştır.
Aşık Seyrani (1800-1866)
Asıl adı Mehmed’tir. Kayseri’nin Develi ilçesinde doğmuştur. Babası imam Cafer Efendi’dir. İlk tahsilini babasının yanında yapmış ve iki yıl Halasiye Medresesine devam etmiştir. Saraya kabul edileceği düşüncesiyle gittiği İstanbul’da Köprülü Medresesine devam etmiş; hat sanatını ve nakkaşlığı öğrenmiştir. İstanbul’da kaldığı yıllarda saray ileri gelenlerinden bazılarını hicv etmekten geri durmamıştır. Bazı kaynaklara göre Halep, Bağdat ve Mısır’ı da dolaşmıştır. Divan şairlerinden özellikle Fuzuli’nin etkisi altında kalmıştır. Halk şairlerinden ise Karacaoğlan, Aşık Ömer ve Gevheri’nin takipçisi olmuştur. Seyrani’nin izleri, çağdaşı olan şairlerden Dertli, Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri ve Revai ‘nin şiirlerinde görülür. Seyrani’nin hiç kullanılmamış kelimelerden meydana getirilmiş kafiyeleri vardır. El yazısı ile oluşturduğu Divan’ı bugüne kadar bulunmuş değildir. Aruzla söylediği şiirlerindeki dil, hece ile söylediklerine oranla daha ağırdır. Aruz veznini divan şairlerini aratmayacak ölçüde başarıyla kullanmışsa da hecede daha başarılıdır. Çoğunlukla divan, gazel, müstezad, kalenderi, semai gibi nazım şekillerini tercih etmiştir
Bayburtlu Zihni (1797-1859)
Asıl adı Mehmed Emin’dir. Arapça ve Farsça şiirler de yazan Zihni’nin iyi bir tahsil gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Saraya şiirlerini doğrudan sunan ilk halk şairidir. Kasideler sunduğu devlet adamlarının himayesini görmüştür. Abdülmecid’e tahta çıkışı münasebetiyle yazdığı Cülusiye’yi sunmuştur. Hopa, Karaağaç, Of ve Erzincan’da devlet memurluğu yapmıştır. Kasideler, naatlar ve gazellerden oluşan bir Divan’ı vardır. Buna rağmen şöhretini hece ile yazdığı şiirlere borçludur. 1839’da saraya sunduğu Divan-ı Zihni, 1876’da oğlu Ahmed Revayi tarafından yayımlanmıştır. İçinde hicivler, hezeller, destanlar ve koşmalar bulunan Sergüzeştname-i Zihni bir diğer eseridir. Kitab-ı Hikaye-i Garibe adlı eseri adeta bir roman özelliği taşır. Kullandığı dil, bazen hece vezni ile yazdığı şiirlerde bile ağdalıdır. Divan’ındaki dil, Nefi’nin ki kadar sanatlı ve süslüdür. Bestelenmiş şiirleri vardır.
Klasik Türk Musikisi Bestekarlarının
Hece Vezni ile Şiir Yazma Eğilimi
IV.Murad - (1612-1640)
I.Ahmed ile Kösem Sultan’ın oğludur. On iki yaşında Arapça ve Farsça dillerini çok iyi konuşacak ve alimlerle sohbet edebilecek düzeye erişmiştir. Doğu musikisi hakkında geniş bilgiye sahip olup aynı makamda altı peşrev besteleyen tek klasik Türk musikisi bestekarı olma vasfını kazanmıştır. Divan’ı bulunduğuna dair her hangi bir kayıt yoktur. Şiirleri çeşitli mecmua, tezkire ve tarih kitaplarında görülür. Şiirlerinin içeriğini sosyal, siyasi ve günlük olaylar oluşturur. Küçük kelime oyunları ve tarih düşürme gibi özelliklere sahip şiirleri arasında musahibi Musa Çelebi’nin ölümü üzerine hece vezniyle yazdığı bir varsağı vardır.
Hafız Post (ö.1694)
İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed, mahlası Hafız, lakabı Post’tur. Vücudunun her yeri kıllı olduğundan bu lakap verilmiştir. Dahi bestekarlardandır. Aynı zamanda tanburi ve hanendedir. IV.Mehmed döneminde meşhur olmuştur. Musikide ki hocası Kasımpaşalı Osman Efendi’dir. Şair Naili’den de dersler almıştır. Aruzun yanı sıra hece vezni ile de şiirler yazmıştır. Şiirlerinin dili oldukça sadedir. Güftelerini sanat değeri yüksek eserlerden seçmiş; ayrım yapmaksızın divan, tekke ve halk şiirlerini bestelemiştir. Basit türkülerden en büyük eserlere kadar bin’den fazla beste yapmıştır.
Taşçızade Recep Çelebi (ö.1690)
İstanbul’da doğdu. Bestekar, hanende ve şairdir. Sesinin harikulade güzel olduğu bilinmektedir. Yüz’den fazla eser bestelemiştir. Şiirleri aşık tarzındadır.
Aheni Mehmed (1700)
İstanbul’da doğdu. İlahileri ile birlikte otuzun üzerinde parça bestelemiştir. Günümüze kadar ancak iki bestesi gelebilmiştir. Aynı zamanda hanende ve hattattır. Türkü formunda eserler de meydana getirmiştir.
Itri (1640-1712)
Klasik Türk Musikisi’nin en büyük bestekarı kabul edilir. İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mustafa’dır. Buhurizade Mustafa Itri Efendi olarak bilinir. Şiirlerinde Itri mahlasını kullanmıştır. Bir müddet medreseye devam etmiş; Enderun’da musiki tahsilini tamamlamış ve özel hocalardan dersler almıştır. Başlıca hocası Hafız Post’tur. Hat sanatını öğrendiği Siyahi Ahmed Efendi’den edebiyat dersleri de almıştır. Mevlevi’dir. IV.Mehmed’in saltanat yıllarında sarayda bulunmuştur. Dini ve din dışı güfteli büyük formlarda çizgisine erişilememiştir. Halen bütün İslam aleminin camilerinde okunan segah tekbiri ve segah salat-ı ümmiyesi Türk musikisinin şaheserlerindendir. Din dışı Türk musikisinin en büyük şaheseri kabul edilen neva kar Itri’nin bestesidir. Binden fazla eser bestelemiş; ancak bu eserlerden yalnızca kırk iki tanesi günümüze ulaşabilmiştir. Naat, tahmis, muamma, tarih gibi klasik şiirlerinin dışında hece vezni ile yazdığı türküleri de vardır. Divan’ı (Salim tezkiresinde bahsedilse de) bugüne kadar bulunamamıştır. Divan şairlerinden en çok Nabi’den etkilenmiştir. Nabi’nin gazellerini tanzir ve tahmis etmiştir.
Burnaz Hasan Çelebi (1670-1729)
Lale Devri’nin önde gelen sanatkarlarındandır. Enfi Hasan Ağa olarak da anılır. Halk musikisi zevkine uygun eserler vermiştir. Güftelerini Nedim’den ve yakın arkadaşı olan Mahtumi’nin hece vezni ile yazdığı şiirlerden seçmiştir. Hulusi ve Hasan mahlaslarını kullanmıştır. Şiirlerinin dili oldukça sadedir.
Mustafa Çavuş (ö.1745)
Türk musikisinin dahi bestekarlarındandır. İstanbul’da doğdu. Enderun’da yetişmiş padişah yaverlerine özgü ‘çavuş’ payesini almıştır. Altmış dokuz bestesi günümüze ulaşmıştır. Hece vezni ile şiirler yazmış ve bunlarda Tanburi mahlasını kullanmıştır. Şiirlerinin sayısı yirmi beş’tir. Halk şairlerine özgü söyleyişinden dolayı ‘aşık’ diye de anılmıştır. Bestelediği eserlerin çoğunun güftesi kendine aittir.
III.Selim (1761-1808)
III.Mustafa ile Mihrişah Sultan’ın oğludur. İyi bir eğitim görmüş musiki ve edebiyat ile yakından ilgilenmiştir. Klasik Türk musikisinin deha kabiliyetlerinden kabul edilir. Aralarında evcara, şevkefza ve suz-i dilara makamlarının da bulunduğu 14 makam icad etmiştir. Mevlevi tarikatına mensuptur. Divan’ında Divan Edebiyatı’nın hemen her nazım şekline rastlamak mümkündür. Gazellerinde ağırlıklı olarak aşk konusunu işlemiştir. Taht, saltanat, felekten şikayet, bahar gezileri, kendine öğüt içerikli şiirler de yazmıştır. Hece vezni ile yazılmış ve şarkı formunda bestelenmiş dört şiiri vardır
II.Mahmud
Hakkında ‘Hece Vezni ile Şiir Yazan Divan Şairleri’ bölümünde bilgi verilmiştir.
Numan Ağa (1750-18349)
İstanbul’da doğdu. Şarkı ve saz eserleri bestekarı olarak III.Selim ve II.Mahmud’un saraylarında büyük şöhret kazanmıştır. Yetiştiği Enderun’da tanbur hocalığı yapmıştır. Çavuş payesi almış padişaha musahip olmuştur. Şarkı bestekarlığında Tanburi Mustafa Çavuş’u takip etmiştir. Seksen bestesi günümüze ulaşmıştır. Hece vezni ile yazdığı şiirlerinde sade bir dil kullanmıştır. Bazı bestelerinin güftelerini bu şiirlerden seçmiştir.
Şakir Ağa (1779-1840)
Vezirköprü doğumludur. Enderun’da tahsil görmüştür. Kemani ve tanburi olup aynı zamanda hanendedir. Çavuş payesi almıştır. Aynı yıllarda sarayda bulunan Dede Efendi ile rekabet edebilecek kadar iyi bir müzisyendir; ancak daha çok ses sanatkarı olarak tanınmıştır. Şarkıları üslup ve şekil bakımından III.Selim’inkilere benzer. Yetmiş üç parça eseri günümüze ulaşmıştır. Çağdaşı bazı halk şairlerinin eserlerini bestelemiş; aşık tarzında şiirler yazmış ve aynı zamanda divan şiiri örnekleri de vermiştir.
Nuri (?-?)
XIX. asır bestekarlarındandır. Aşık tarzında şiirler yazmıştır. Şiirleri Şakir Ağa ve Soyulcuzade Salih gibi bestekarlar tarafından bestelenmiştir.
Dede Efendi (ö.1846)
İstanbul’da doğdu. Adı İsmail’dir. Dede, Büyük Dede, Dede Efendi, Hamamizade İsmail Dede Efendi gibi adlarla da tanınır. Itri’den sonra gelen klasik bestekarların en büyüğü ve Klasik Türk Musikisi’nin altı büyük deha kabiliyetinden biridir. Yirmi bir yaşında bestekarlığa başlamış ve henüz ilk Yenikapı Dergahı’nda derviş iken III.Selim’in dikkatini çekmiştir. Sonradan musahib-i şehriyari ve müezzin-i şehriyari olmuştur. III.Selim döneminde sarayda küme fasıllarına katılmış ve Enderun’da hocalık yapmıştır. II.Mahmud devrinde saraya batı musikisinin girmesiyle birlikte saraydan ayrılmış; daha sonra tekrar dönmüştür. Abdulmecid devrinde de saraydaki konumunu muhafaza etmiştir. Hac vazifesini yerine getirirken Mekke’de ölmüştür. Beşyüz bestesinden ancak iki yüz altmış sekizi günümüze kadar gelebilmiştir. Türkçe ve Farsça az sayıda şiir yazmıştır. Şiirde sade bir dil ile hece veznini kullanmıştır. Bazı bestelerinin güfteleri kendine aittir. Tanpınar’a göre Dede’nin önemli özelliklerinden biri halk sanatına, halk ağzına, halk hayatına büyük derecede açık olmasıdır.
Dellalzade İsmail Efendi (1797-1869)
İstanbul’da doğdu. Dahi bestekarlardandır. Sesinin harikuladeliği dikkati çekince Dede Efendi’ye takdim edilmiş ve onun talebesi olmuştur. Sarayda küme fasıllarına katılmıştır. Dede Efendi’nin açtığı bestekarlık çığırının en kuvvetli temsilcilerinden biridir. Yetmiş altı bestesi günümüze ulaşmıştır. Halk edebiyatı tarzında şiirler yazmış ve bunları halk müziği formlarında bestelemiştir.
Haşim Bey (1814-1868)
İstanbul’da doğdu. On bir yaşında Enderun’a alınmış ve Dellalzade’nin yanına talebe olarak verilmiştir. Haşim Bey Mecmuası adı ile bilinen musiki ile ilgili bilimsel bir eser yazmıştır. Hacı Arif Bey’e hocalık yapmıştır. Birçok Bektaşi nefesi bestelemiştir. Çağdaşları gibi halk zevkine uygun şiirler yazmıştır. Bu şiirleri toplumdaki Avrupa etkisini yansıttıkları için önemlidir.
Hacı Arif Bey (1831-1885)
Klasik Türk Musikisi’nin büyük deha kabiliyetlerindendir. En büyük şarkı bestekarıdır. İstanbul’da doğdu. Küçük yaşta sesinin güzelliği ile dikkati çekmiştir. Dede Efendi ile tanışmış; Eyyübi Mehmed Efendi’den ve Haşim Bey’den musiki dersleri almıştır. Abdulaziz devrinde serhanende olarak sarayda görev almış; aynı zamanda haremde musiki dersleri vermeye başlamıştır. Haremden biriyle evlenerek ayrıldığı saraya daha sonra yeniden dönmüş ve yine aynı sebeple tekrar ayrılmıştır. Kendisinden sonra gelen şarkı bestekarlarının tümünü etkilemiştir. Hacı Arif Bey’in talebesi Şevki Bey, hocasından sonra gelen en büyük şarkı bestekarıdır. Türk musikisinde romantik dönem Hacı Arif Bey ile başlar. Kimilerine göre Hacı Arif Bey, Türkiye’de arabesk geleneğin ilhamcısıdır. Yazdığı şiirlerde halk zevkine uygun sade bir dil kullanmıştır. Hece vezni ile yazdığı şiirlerinin bazılarını bestelemiştir.
Hacı Faik Bey (ö.1890)
İstanbul’da doğdu. Öğrenim derecesi ve nerelerde okuduğu bilinmemektedir. Musikide Dellalzade’nin öğrencisidir. Hacı Arif Bey’in yakın arkadaşıdır. Dini ve din dışı birçok eser bestelemiştir. İyi bir neyzen olmasına rağmen hanende olarak tanınmıştır. Yüz elli bestesi günümüze ulaşmıştır. Şiirlerinde Faik mahlasını kullanmıştır. Halk zevkine ve anlayışına uygun bir dil ile şiirler kaleme almıştır. Bestelerinin sözleri genellikle kendisinindir.
Rahmi Bey (1864-1924)
İstanbul’da doğdu. Mülkiye Mektebi mezunudur. Şurayı Devlet azalığı, Vefa Lisesi edebiyat öğretmenliği ve Darü’l Elhan müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. Türk musikisinin büyük dehalarından Tanburi Cemil Bey’in yakın dostluğunu kazanmıştır. Beste-Söz, Güfte-Makam, Güfte-Ritim ilişkisini olağanüstü düzeyde başarıyla kullanmıştır. Yalnızca otuz sekiz bestesi günümüze kadar gelebilmiştir. Gazel ve şarkı türlerinin yanında hece vezni ile halk anlayışına uygun şiirler kaleme almıştır.
Yukarıda konu edilen bestekarlardan başka Leyla Saz ve Ahmed Rasim gibi klasik Türk musikisi bestekarları da hece vezni ile şiirler yazmışlardır.
Anonim Halk Türküleri ve Maniler İle
Divan Şiiri Arasındaki Ortak Özellikler
Türkü, mani, bilmece gibi anonim ürünlerle klasik edebiyatımız arasında azımsanamayacak ölçüde ortak özellikler mevcuttur. Edirne, Bursa, Kütahya, Erzurum, Elazığ, Urfa, Diyarbakır gibi eskiden birer kültür sanat muhiti olma niteliğini kazanmış şehirlerde bu ortak özellikler oldukça belirgindir.
Divan şiirinde aşığın gönlü bir kuş gibi tasavvur edilir. Uçtuğu zaman varacağı yer bir tuzak, kement, ip olan sevgilinin saçlarıdır. Divan şiirinde sıklıkla görülen bu anlatım biçimi türkülerde ve manilerde de görülür:
Garip bir kuştu gönlüm
Elimden uçtu gönlüm
Saçının tellerine
Takılıp düştü gönlüm
*
Saçların kara yarim
Her sabah tara yarim
Tellerinin içinde
Gönlümü ara yarim
Divan şiirinde sevgilinin zülfü kementtir. Sevgili kemendini (zülfünü) aşıkların boynuna takar. Bu durum aynı zamanda darağacı hayalini doğurur. Sevgili de buna razıdır; çünkü vuslat böylelikle gerçekleşir:
Ay senin sırma zülfün
Rüzgara verme zülfün
Kement et boynuma tak
O güzel burma zülfün
*
Akşamın vakti geçti
Bir güzel baktı geçti
Zülfünü kement etmiş
Boynuma taktı geçti
Divan şiirinde sevgilinin zülfü sıklıkla zincire benzetilir. Tıpkı şu manide olduğu gibi:
Bana zincir kar etmez
Zülfün bağladı beni
Divan şiirinde sıklıkla görülen tasavvurlardan biri de sevgilinin yüzünün veya gerdanının hazineye, üzerine dökülen zülüflerin o hazineye bekçilik yapan yılana veya ejderhaya benzetilmesidir. Bu benzetiş şu manide de aynısıyla görülmektedir:
Adile’m der şahmeran
Ya şahmeran ya yılan
Zülüf müdür tel midir
O gerdana yayılan
Divan ve halk şiirinde saçların kıvrımlığı, halka halka oluşu ve bu nedenle sünbül çiçeğine benzetilişi de ortak özelliklerdendir:
Ey halka halka zülfün
Yel gele kalka zülfün
*
Ayrıldım gülüm senden
Saçı sünbülüm senden
Araya engel düştü
Ayrıldı yolum senden
Divan şiirinde zülüf, ateşe benzeyen yanaklar üzerine dökülerek duman olur: Benzer durum halk şiirinde de görülür:
Ah eder biter gönül
Mecnun’dan beter gönül
Yüzünden ateş almış
Zülfünden tüter gönül
Divan şiirinde ağız dükkana, kirpikler oka, kaşlar yaya veya hilale benzetilir. Benzer tasavvura manilerde de rastlanılır:
Kara kaşların çatar
Kirpikleri ok atar
Ağızı dükkan açmış
Yanakları gül satar
Divan ve halk şiirindeki en belirgin ortak söyleyişlerden biri de sevgilinin güle, aşığın bülbüle teşbih edilmesidir:
Bülbül öter güledir
*
Yarim dalda bir güldür
Ben de ona bülbüldür
Divan şiirindeki aşk-rakib-sevgili üçlemesine manilerde de rastlanır. Rakib bazen ağyar-engel gibi adlarla da anılır:
Rakib gözün kör olsun
Sen yarin harcı mısın
*
Kapıları mengene
İrast geldim engele
Şu benim engellerim
Asılsaydı çengele
Divan şiirinde yüz daima gül veya gül bahçesine; göz nergise; rüzgar aşıkların habercisine benzetilir. Bu durum türküler, maniler, bilmeceler için de geçerlidir:
Ayıplama yar beni
Ey yüzü gülzar beni
*
Nergis gözlü sevdiğim
Derdinden divaneyim
*
Aşıkların habercisi
Sabahın tatlı sesi
*
Söyle ey seher yeli
Yar halimi sordu mu
Divan şiirinde aşıkın sevgili için akıttığı kanlı gözyaşları sele dönüşür; çektiği ızdırap onu inceltir, belini büker ve hilale çevirir. Bu benzetiş halk şiirinde de farklı değildir:
Gözyaşımı toplasam
Bir dalgalı sel eder
*
Eridim hilal oldum
Ben bu aşka düşeli
Bu ve benzeri örnekler divan şiiri ve anonim halk edebiyatı arasındaki ortak özellikler olarak dikkati çekmektedir. Örnekler bunlardan ibaret olmadığı gibi başka ortak söyleyiş özellikleri de mevcuttur. Sevgili sultandır aşık kul; sevgilinin boyu elif, yüzü güneş, dişleri inci, gönlü şişe gibi teşbih edilir. Bütün bunların dışında divan şiirinde olduğu gibi halk şiirinde de dini, tasavvufi, efsanevi şahsiyetler ve onların hikayeleri, kıssaları konu edilmiştir:
Yusuf Züleyha gibi
Hak bizi kavuştura
*
Leyla pazara varmış
Mecnun can satar imiş
*
Yeldir nefesi gelmez
Kimi kimsesi gelmez
Acep Ferhat öldü mü
Külüngün sesi gelmez
Yararlanılan Kaynaklar
Coşkun AK; Şair Padişahlar, Ank. 2001
Ali ALPARSLAN; Şeyh Galib, Ank. 1988
Nihad Sami BANARLI; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 1-2, İst. 1998
Büyük Türk Klasikleri, Cilt 1-10, İst. 1985-1992
Rıdvan CANIM; Edirne Şairleri, Ank 1995
Müjgan CUNBUR; Karacaoğlan, Ank. 1985
Mehmed ÇAVUŞOĞLU; Yahya Bey ve Divanından Örnekler, Ank. 1983
Amil ÇELEBİOĞLU; Kanuni Sultan Süleyman Devri Türk Edebiyatı, Ank. 1994
Amil ÇELEBİOĞLU; Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Ank. 1998
Hikmet DİZDAROĞLU; Halk Şiirinde Türler, Ank. 1969
Doğumunun Yüzellinci Yılında Namık Kemal, Ank. 1993
Avni ERDEMİR; Anadolu Sahası Musikişinas Divan Şairleri, Ank. 1999
E.J.Wilkinson GİBB; Osmanlı Şiir Tarihi, Cilt I-V, Ank 1999
Önder GÖÇGÜN; Ziya Paşa’nın Hayatı, Eserleri, Edebi Şahsiyeti ve Bütün Şiirleri, Ank.1987
Abdurrahman GÜZEL; Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı, Ank. Tarihsiz
Halil İNALCIK; Şair ve Patron Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerinde Sosyolojik
Bir İnceleme, Ank. 2003
Haluk İPEKTEN; Divan Edebiyatında Edebi Muhitler, Ank. 1996
Haluk İPEKTEN-Mustafa İSEN-Recep TOMARLI-Naci OKÇU-Turgut KARABEY;
Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü; Ank. 1988
Mustafa İSEN-A.Fuat BİLKAN; Sultan Şairler, Ank. 1997
Mustafa İSEN-Muhsin MACİT-Osman HORATA-Filiz KILIÇ-İ.Hakkı AKSOYAK; Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Ank.2003
Ahmet KABAKLI; Türk Edebiyatı, Cilt 2, İst. 1978
Seyit Kemal KARAALİOĞLU; Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İst. 1983
Mustafa Necati KARAER; Karacaoğlan, Tarihsiz
Abdülkadir KARAHAN; Nabi, Ank. 1987
H.Ahmet KIRKKILIÇ; Sultan III.Murad Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri ve
Divanından Seçmeler, İst.1988
Vasfi Mahir KOCATÜRK; Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, 1970
Hasan KOLCU; Türk Edebiyatında Hece-Aruz Tartışmaları, Ank. 1993
Fuad KÖPRÜLÜ; Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank. 1981
Fuad KÖPRÜLÜ; Türk Edebiyatı Tarihi, İst. 1980
Cevdet KUDRET; Örnekli Türk Edebiyatı Tarihi, Ank. 1995
Cemal KURNAZ; Türküden Gazele Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üzerine
Bir Deneme, Ank. 1997
Şevket KUTKAN; Nedim Divanı’ndan Seçmeler, Ank. 1992
Şemseddin KUTLU; Dertli, Ank. 1988
Agah Sırrı LEVEND; Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler
Mazmunlar ve Mefhumlar, İst. 1984
Agah Sırrı LEVEND; Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt 1, Ank. 1998
Mine MENGİ; Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Ank. 1997
Muallim NACİ; Osmanlı Şairleri, Ank. 1986
Ölümünün Üçyüzellinci Yılında Nef’i, Ank. 1991
M.Nazmi ÖZALP; Türk Musikisi Tarihi, Cilt 1-2, Ank 2000
Yılmaz ÖZTUNA; Dede Efendi, Ank. 1987 Yılmaz ÖZTUNA; Büyük Osmanlı Tarihi, Cilt 8, İst. 1994 Yılmaz ÖZTUNA; Büyük Türk Musikisi Ansiklopedisi, Cilt 1-2, Ank. 1990
İskender PALA; Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Cilt 1-2, Ank. 1989
İskender PALA; Divan Edebiyatı, İst. 1992
İskender PALA; Nedim, İst. 2001
İsmail PARLATIR; Recaizade Mahmud Ekrem, Ank. 1986
Necla PEKOLCAY; İslami Türk Edebiyatı, İst. 1994
Rüştü ŞARDAĞ; Mustafa Itri Efendi, Ank. 1989
Rüştü ŞARDAĞ; Şair Sultanlar, Ank. 1982
Faruk K. TİMURTAŞ; Tarih İçinde Türk Edebiyatı, İst. 1999
Süleyman ULUDAĞ; Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst. 2001
Hilmi YÜCEBAŞ; Şair Padişahlar, İst. 1960
Hasan Avni YÜKSEL; Aşık Seyrani, Ank. 1987
YORUMLAR
Bu yazı vesilesiyle divan şiiri ile halk şiiri arasında yoğun bir etkileşim olduğunu öğreniyoruz.biz, düne kadar iki şiirin farklı kanallarda aktığını; neredeyse birbirine zıt noktalarda aktığını biliyorduk...bu anlamda içeriğiyle fikri anlamda, ezber bozan bir çalışma...
Yazıyı okurken ve üzerinde düşünürken en büyük tesellim
Türk şiirinin ve dilinin maceralı bir yolculuktan sonra bugün doğduğu kaynağa, kendi özüne dönmüş olması...Halk şiiri ve Türkçe bu uzun yolculukta çok yara aldı ama bu günlere sağ salim gelebildi...
Emeğiniz ve titiz çalışmalarınız için tebrik ederim.
Saygılarımla...
Okuyucular kısa sürede büyük evrim geçirmiş.
İlk defa popüler değil de, kültürel bir yazıya puan vermişler.
Ne hikmetse puan verenler ufacık bir takdir de olsa bırakmamışlar ama, ilginç. Seçkiden önce sadece 1 kişi yorum bırakma nezaketini göstermiş puan verenler arasında:)
Klasik Türk Müziği bestekarları ve halk müziği ustaları hakkındaki yoğun "ansiklopedik" bilgiler eklenmesi belki biraz okuyucuyu yormuş olabilir.Ama yazarın da yorumlarına ve birleştirme, konu etrafında bütünleştirme çabalarına takdir gerekir.
Tebrikler emeğe ve yazara...
Büyük emek..
Ne yalan söyleyeyim okumadım baştan sona, şöyle bir göz gezdirdim..
Bu tip bir derleme umumiyetle bitirme tezi olarak verilirse hazırlanır. Ya da özel bir sebeple. Yoksa kimse oturup bu konuyu merak edip de bu yazıyı hazırlamaz diye düşünüyorum. Siz onca emek verip hazırlamışsınız ben baştan sona okumadım bile.. Düşünün artık..
Sanırım günün yazısı seçilmesi de bu sebeple.. yani emeğin farkedilmesi ile..
Sebep her ne olursa olsun bu emek günün değil ayın yazısı sıfatını da hakeder.. Böyle özenli ve akademik türden çalışmalara çok sık rastlanmıyor ..
Ellerinize sağlık..
Selam ve saygımla.
Öncelikle bu yazıyı okumak için kaç dakikamı harcadım bilmiyorum faKat değdi doğrusu. Düzgün Türkçe kullanımı, özenli bir dili olan Abdullah Çevik hadi tek bir yerinde bunca uzun bir yazıda nazarlık bir eksiklği olsaydı.... diye geçirdim içimden. Ustalığını burada da belli etmişsin.
Okumaktan büyük keyif aldım. Uzak olduğum bilgileri bir heyecanla ve kitap sayfalarını çeviriyor gibi sonuna geldim.
Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı'nın etkileşimini asırlar boyu izlemiş olduk. Yazıyı hazırlarken başvurduğun kaynakçalara bakılınca da, yazıyı okurken de çok emek harcadığın belli. Teşekkür ediyorum kendi adıma...
Saygımla...