- 1349 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOFİ DAYIGİLİN EVİN ÖNÜ /ARDAHAN ÖYKÜLERİ (16) ( kitap 7)
(Bayram Karataş’ın aziz anısına)
Şimdi olmayan bir evin sokağında. Bin dokuz yüz altmış altı’da haziran ayının dolunayı çinko tabak gibi hem çemberi hem şualı... iken.
Gece yine mavi. Ne de olsa akşamın degirmanından ögütüle gelen bir karanlıktı gece.
Kaptanpaşa Mahallesi "Dere Sokak" Kürt Ali Dayı’nın Bakkalından başlar ta Gardiyan Ganime Nene’nin bostan’ın çeper dirseğine kadar sürerdi.
İsrafil, Mikail kardeşlerin ambar’ı Ali Dayı’nın bakkalı ve evin tam karşısındadır. Bu sıra Sofi Dayıgilin eviyle beraber aynı hiza da Yenimahalle’ye bakar. Özer Kadir Ağagilin bütün evleriyle karşı karşıya kalır bizim sokakta ki evler.
Akşam yemeğinden sonra erkekler kahve’lere gitti. Kadın, kız, kızan ve çocuklar kapı önlerine çıkıp oturdu.
Bir hafta önce ay ilk dördünde idi. Havada bulut vardı. Bulutların züllesi karaltı yaptığından. Ahali böyle oturmağa can atmadı.
Ay ışığı alatirik gibi... sinekler uçunuyordu.
Sofi Dayıgilin evin, ahırın ve çöplüğün ortasında ki taşların üstünde yerlerini alan kadınlar sohbete başlamış bile.
Safiye Abla çaynikte yaptığı çayı gazocağından aldı. Siniye koddoş kırtlama şekerinnen bardağı koydu. Getiriyor.
" Bu gün ayın onudur da gülüm nanay da ninay
Yüküm buğday unudur ay yüküm buğday unudur."
İki karaltı... iki adam... Vali Hurşit Bey Caddesinden kunduranın sesiyle yukarıdan aşağı indiler. Şefiklerin evine giden köprülü yola devam etmeyip " ambar’dan " sapıp bize doğru geliyor: Ayak sesleri arkalarında ökçe şıkırtısı, önlerinde filede ki karbuzun gölgesini getiriyorlardı!..
İki kardeş: Ali Hanoğlu, Rasim Hanoğlu...
Önceden eve gönderdikleri onca nevaleden sonra karpuzlar adeta " çiçek" gibi götürülüyor. Hanoğlu kardeşler atadan, dededen yemeyi içmeği bol görmüştü.
Emirhan Dede:
" - Biz Revan’ da da böyle yerdik atam! " derdi.
Kardeşler daima takım elbise giyerdi. Kunduraları boyalı. Ve sanatkar Kazım Usta’ya yaptırırdılar. Kazım Usta, Halil Usta meşhur sanatkardılar. Doğu’nun Halaskarı Kazım Paşa okutmuştu iki genci... Kazım Paşa "bilinmez" amma Türkiye’nin çok az olan eğitim filozoflarından biridir.
Kardeşler: İbrahim Abi’de olmak üzre çok rebiteli yürürdü. Hele Ali Hanoğlu, Dayım Baloş Azeri’nin arkadaşı, bizim evin önü köprü’den sertleme adımla nice vakit gitti- geldi.
Köprü, köprümüz: Altından akıp gürceleyerek gür gür akan Alabalık Çay’ının yakamoz müzesi.
Brugel’in " Düğün Yeri", "Pazar Yeri" Kompozisyonu gibi açık, sarih ve sıpsıcak resimdi.
Nuri İyem’in ’Leçekli Kadınları’ çay içiyor. Yaşmakları ağzında, bardak ağza gidince leçek saçtan yere doğru deniz dalgası gibi aşağı: Örükler belden aşağı iki örük iki modül; bir sağ bir sol, bir üstten bir alttan...
Hay karaya kalmayasın!
İt enügünün çenkürüğü Zeko Dayıgilin kalağın arkadan geliyor.
Ses saçağını tertemiz işitiyoruz. Her sesi saçabiliyoruz. Sinekleri bile görüyoruz, seçiyoruz.
Ay ışığı bilhassa onu çok rahat seyrediyoruz. Dolunay olduğundan olsa.
Laz İhsan’ın evinin çinko çatılı bacasının üç- beş baca misli üstünde asık duran porselen tabağı okşayan dolunay irişip kikirdeyer. O ışık gülüyor. Işık kakkıldıyordu.
Işığın suya düşen bayazı, havaya saçıldı.
ZÜLALİ DER Kİ IRMAGIN NE TAŞKIN AKAR
YAZ GELİR MANZARAN ALEMİ YAKAR
ÇİÇEKLER AÇILIR MENEKŞE KOKAR.
NE GÜZELDİR DAĞIN TAŞIN ARDAHAN.
Anlatmayı çok mu istiyorsunuz? Anlatın öyleyse!
Duygu coş eylemişse. Bilmek bilmemek ne yazar!
Hoçum; anlatı ve anlatım esasen his sezi ve hassasiyettir.
Bakın böyledir:
SEFİL CEYHUNİ’ Yİ DERDİ YOK SANMA
TAKDİR-İ EZELDİR BEYHUDE YANMA
SILAYI TERKETMEK GAM DEĞİL AMMA
TOPRAKDA ATALAR ANALAR KALDI.
Haziran da haziran, Ardahan da Ardahan.
Akşam geceye devrilirken,
Gece sehere,
Bu üçünde de hakkı kalır, ay ışığının.
Akşam
Gece
Sehr-i gece de...
(Hay vahhhhh!..)
Bizim evin arkasında Ölçek’li Memet Efendinin dört takım evi vardı. Ruslardan terk evler. Klasik Baltık mimari yapıtlar değildi. Ardahan’a özgü yerel, özgün tasarımdı. Memet Efendi ev’i kiraya vererek geçinirdi. Köyde otururdu: Sanayii Bakanı oğlunu, profesör oğlunu, burdan aldığı kirayla okuttu.
Ardahan’dan büyük çok adam çıkmıştır.
Memet Efendi: Başında kasketi öyle çıkar gelirdi Ölçek’ten. Keftar bir at’ı vardı. Ona binerdi. Yarım saatte Ardahan’a inerdi.
ELVADA GÖRÜNDÜ ,ÇİMENLİ DAĞLAR
GÖLLER DE ÖTÜŞEN SONALAR KALDI
AK SUVAKLI SEDR-İ MERMER OTAĞLAR
HER TAŞI GEVHERDEN BİNALAR KALDI.
Memet Efendi’yi kira almağına geldikce görürdüm. Dört takım evi "L" şeklinde konmuştu Allah’ın Dünyasına " MAL DA YALAN, MÜLK DE YALAN, HANİ BUNUN İLK SAHABİ, AL DA BİREZ SEN OYALAN!"
Evin önü "HAYAT"tı üç takımı Yaylacığa cephe idi. Geri kalan tek takımsa, Yeni mahalle’ye doğruydu. Evlerin çatısı yoktu. Toprakla kapatılmış ev: Yağmur geçirtmezdi de soluk alıp veren ev diye tabir edilirdi.
Bu evlere "Geleneksel Ardahan Evi" denmek doğrudur. Çünkü Ardahan’a özgü evin istisna ve Ardahan bergüzarlığı olduğuna inanmak realist bir yargı olup hakikiyet’e daha uygun bir hükm-ü belirtimdir.
Kalın taşlı evler penceresi, darvazı en az yarım metro olan ışığı kıskanan pencereler. Dört bin yıl önceye de giden dam - pencereler. Ben insanım benim mazim mağaraya kadar "Gider" pencereler.
Memet Efendinin evinin "Hayat’ı"
Dünyanın " Hayat’ı"
" Hayatım nasılsın?"
" Hayat memat"
Dört evin kapısı çat kapı ’Hayat’a’ açılırdı.
- Bu hayatta neler oldu?
- Ne insanlıklar oldu?
Meskun da ki sakinlikler.
Kiracı olmaklan yahut olmamaklan neyder!
Kiracılar: Gürcübegli Ferik Dayı, eşi "Çıldırlı " Saran Teyze nurani sufatlı, nuran kadın; Saran Teyze.
Kızı Figen Abla, ilkokulda ilk yazımı ilk sayfama yazdığımda ilk bakan ve tebrik eden ablam; Figen!
Nerelerde neredesiniz? A, ablacığım!
"BİR IŞIK VARDI
BEN ONA BAKIYORDUM
O IŞIK SALLANIYOR SANIYORDUM.
OYSA HEMEN ANLADIM Kİ BEN KIMILDANIYORDUM."
_ÖZDEMİR ASAF’DAN...
O gece, o ay dolunayında o Ardahan’da. O kadınlar çaynikten çay içtiler. Konuştular. Teyp’den Nuri Sesigüzel’i dinlediler. Ağladılar, ağlaştılar.
Pamuk Nene, Güller Hanım, Saran Teyze, Hoçevanlı Dilber Teyze... ay’ın ışığında tas koyup tas’a baktılar sanki.
Onlar kadın.
Zayıf nahivler.
Magripten maşrıktan şarktan şimalden, şimali şarkdan ve garbi garpten.
Her yerden.
Suhara’dan Şenliklik’ten. Zülali’nin Suskap’ından. Haşim Avşar’ın Hoçuvan’ından. Derindere’nin derininden gelen bir daha da getsegelmez KADINLARDI.
Baktıkları tas karanlıktı.
Hepsini gördüler.
Korkmadılar .
- Allah gençleri korusun! dediler
- Allah bizden alsın gençlere versin. dediler.
Tasta gördüler ki: Tas karanlık. Korkupmadılar!
İnanlı ve akıllı kadınlar. Çayı içtiler. Hatta Saran Teyze semaver’e bir çay yine koydu. Onu da içtiler.
Hayat’a, inan’a ve Allah’a inanla gözlerini kapadılar. O haziran’ın dolunay gecesine bir daha nerede ne zaman gözlerini açarlar?
Kimse bilmez?
Ay ışığı...
Bütün sokak ve gelip geçenleri...
Alabalık çayı...
Kamer Teyze’nin " Ördeklerinin Sesi"...
Şemşinur Teyze’nin "Hu! Kız Pampuğ Abla !" ...
Şükrü Öğretmen’in karısı Ayna Abla oğlu Zarif ’i yolladı:
" - OLA! HELE BAK UYUYANLAR KALKTI MI?"
EL CEVAP :
- VAZİYET VAHİM AMA ÜMİTSİZ DEĞİL!
Yalçıner Yılmaz
Nisan
2009
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.