- 590 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kefensiz Olsun Düşlerimiz
Ürperirken gönlümüzün özlemli kıraçlarında her sabah şafak
Bir tarla kuşu konuverir dallarımızın fışkınlarına, gagası ıslak
Yüreğimizi eğer sevda dalgası, bir türküdür dudağımızda aşk
Bir kelebek oluruz kanatlarımızla, çırpınışlara dönüşür yaşamak
Doğruların yorgun gözkapaklarında hayatı ve yaşamı paylaşırken sevda süreriz gönlümüze, bir yudum su gibi dökülür ansızın sözcükler yüreğimize. Issız bir yaşamın zor ütopyalarında çoğalırken sevgi, biz göğsümüzde fırtına mevsimleri çöreklenirken zemheri düşünüşlerimizin göz göz olmuş yürek geçişleriyle bir mutluluk adasını düşleriz. Her sevda bir sağanaktır, içimizdeki ’biz’lerin yaman ağrılarıyla kendimizden geçer, mutluluk pastillerinin avuntusuyla hayata dökülürüz.
Dağılmış bir ufkun ötesinde beklerken bakir zamanlar, biz yankılı tükenmişliklerin masasındaki son hüznü yudumlarız, dimağımızdaki yaşamsal utkuların günlüklerini yazarken. Hep yalnızlığın otağına düşer son damla, dudağımızdaki yarım kalmış cümlelerle hazan mevsimlerinde biz ayrılığı tadarken. Gönül dalgalarımızla ve isyanlı bakışlarımızla sonsuzdur ömrümüzün denizleri, fark etmeyiz ne kadar uğraşsak da, göğsümüzdeki ağrıyla kıvranırken, aşkın yaman ağrılarını.
Eksik sarılışların kaçak yolculuklarına bedenimizi koyduğumuzda kan olur gövdemizin dalları. Sarılan hep candır bedene, kavruk bir nidayla parçalarken yürek kavuşmasız aydınlanan şafakları. Ömrümüzün öfkesiyle bilenirken sevda hançeri ağrır göğsümüz ve uzaktaki onulmaz, ulaşılmaz sevgiliye el sallamakla geçer günümüz. Sesler büyür hep içimizde, gölgeli bir hazana ilerlerken ömrümüz.
Avuçlarımızdaki yokluğunun gölgesine sokulan bir yalancı bahardı oysa merhaban, ben mevsimlerin uçarı kanatlarıyla olmazlığına sokulduğumda. Sevdalı günlerimin aşklarla kesişen yalnızlığına dökülünce sözlerin, durulmuştu dalgalı denizlerim. Her gece aynı denizin kürekleriydi yapıştığım ve aynı geminin kaçak dumanlarıydı sonsuzluğa savurduğum. Şimdi bu kırık gönülde ve asla dokunamadığım kadın teninde mağrur bir hicrandır ısısına sokulduğum o hazin durum.
Şafaklar sökmeden tenine sokulan bir el olabilseydim, açardım inatla yaşamın en gürültülü müziklerini. Kadın göğsünün ılıman iklimlerine yangınlar sararak yosunlar çekerdim en karanlık denizlerden. Aynı odanın diliyle ve aynı sevdanın günlüğüyle düşerdik birlikte yollara. Yolcusuz olmazdı limanlar ve mavi tüterdi aşkın bacasından dumanlar. Unuttuğun yürüyüşleri anımsadıkça, birbirimize sarılmayı ertelediğimiz günlere çılgınca sarılırdık
Özlemin kıyılarına oturdum yine yokluğunda gülüm. Senli sarılışların gövdesine yaslanmış bir kadının dudaklarını öpüyordu bir adam. Göğsümdeki ağrıya dokundu ellerim ve inceden bir sızıya sebep oldu bir gecenin içinden geçerek aklıma nakşettiklerin. Sabırsız temenniler ve gelgitlerle yağmalanan düşler kalmıştı elimizde ve onlarla yuvarlandı dudaklarımda tüm bildik türküler. Yanaklarımdaki yokluğun elleriydi, yoktun sen, dökülürken içimden en arsız öfkeler.
Günü gelince, anların tespihini çektikçe, aşkın da, sevdanın da sığ kumullarında yürüyüşünü hatırlar insan. Asla unutamayacağı, ne yapsa başaramayacağı, ne yapsa kazanamayacağı bir sevdanın ruletini döndürdükçe kaybettiğini anlar ve delik ceplerle geriye döner. Aşk, sevdanın ne önünde, ne de ardındadır belki. Yağmur yıkadıkça kentleri, bembeyaz karları düşler seven. Lila tırnaklarla yazılan şiirler gibi, yürüdükçe gülücüklerle ezilen karlar gibidir yaşamak. Ruhun armonilerine sarılarak büyüyen, yosunlarla sarılı bir dünya ile kucaklaşan, geceler boyu gelgitlere direnen ve direndikçe anlam bulan, ama asla o aşk imparatorluğuna varılamayan bir gerçeğin fotoğrafıdır hayat. Hiddetle silinen mesajlar gibi ölümsüz, onlara yazılan yorumlar gibi kutsal, yaşanılanlara yürekten ağlayacak kadar gerçektir sevda.
Dudağımızdaki mavi denizlerin dalgalarıyla, gökteki bulutları okşar ellerimiz yalnızlık dualarıyla. Her gün, düşüncelerin düş savruluşlarında göllerin bile yönlerini değiştirir, içten çekilen küreklerle, sancısı bir türlü eksilmeyen yüreklerle çıkarız unutulmaz serüvenlere. Dalgalar anıları taşırken kıyılara, firari sarılışların karelerini de birlikte getirir bırakır soğuktan üşümüş kumlara. Umut, eksilmeyen bir hece senfonisi gibi bunun için asırlardır dinlenir, sabırla kendi külünü ölümsüzlüğe taşıyan bir ölümsüzlük kadehidir.
Gidersen benden, gülüm koyarım bağımdaki çiçeklerin ismini. Kirli gecelerin çıkınından çözerim ellerimi, bölerim uykularımın en derinini. En koyu şafaklara asarım gülüm, eğer gidersen sana yazdığım şiirlerimi. Dağlardan sular indirdim sana, buz tutmuş düşüncelerimi çözerek. Tılsımlı türküler derlerim sana, ellerindeki sıcaklığın içine gömülerek. Kasırgalar yerleşse de yanaklarıma, çıngılarla dağılsa da ateşin, sürgünlere atılan bu yürekle, dünyayı dolaşır yine sana gelirim.
Selahattin Yetgin
----------------------------
Bu şiirin hikâyesi: Akrep ve yelkovanın zamanı hızla tükettiği bu yaşam sularında aklımıza getirmediğimiz dönüşümü asla olmayan geçmiş zaman kapsüllerini bir bardak suyla içiveririz. Suyun tadı ayrı, kapsülün tadı ayrıdır. Yaşam ve sıkıntıdır iç içe yaşanan, anlardır içten içe kendini yakıp küle döndüren. Unutuluşların, sıkıntıların, günlük yaşam koşuşturmacasının eteklerine yapışarak bizi başka âlemlere götürdüğü anlarda sürekli kendimizle yüzleşiririz. Kopar içimizde fırtınalar, kopar yüreğimizde çığlıklar. Gözlerimizdeki boşluklar dışarıdaki enfes yaşamı görmezden gelir. Bütün yaşanmışlıkların fatura edildiği, bedelini ödemeden de ruhun rahat etmediği böyle anlarda sık sık yaşanan bir gelgittir yüreğimizdeki emsalsiz sevda.