- 742 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Esmer Baba
Hava tamamıyla güneşten ibaretti. Asfalt üzerinde, kızarmış sosise benzeyen kırmızı bir otobüs aheste aheste ilerliyordu. İlk durağında yarıya kadar dolmuştu. Otobüse en son binen, esmer bir adamla onun iki küçük kızıydı. Az kaldı kaçıracaklardı ama, güç bela yakalayabilmişlerdi. Şunlar yaşanmıştı:
Esmer adam iki küçük kızıyla birlikte karşı yoldan koşarken henüz otobüse binmemiş olan muavine seslenmişti. Fakat muavin onları duymamış gibi yaparak otobüse atlamıştı. Bunun üzerine esmer adam küçük kızlarına da talimat vererek, hepsi ellerini ağızlarına götürüp otobüsün arkasından gür bir ıslık yapmışlardı. Islık hemen işe yaramış, şoför polis düdüğü duymuş gibi frenlemişti. Islıklarının koca otobüsü durdurduğuna sevinen esmer adamın kızları, bu başarılarından dolayı oracıkta bir şarkı tutturmuş söyleniyorlardı. Babaları onları iki eliyle kavrayıp kucağına alarak otobüse girdi.
Onları otobüse alan şofördü. Muavine kalsa onlar çingeneydiler ve bu yüzden otobüse binmeye hakları yoktu. Fakat bereket, şoför ondan biraz olsun daha insaflı çıkmıştı: “Çingene mingene! Parası geçiyor ya…”
Esmer baba ve kızları arkalardaki boş koltuklardan birine yerleştiler. Babalarının dizlerine oturmuş iki kız hâla şarkı söylüyordu. Ama onlar öyle miniklerdi ve sesleri de o kadar cılızdı ki, şarkıları ve gülüşmeleri kimseyi rahatsız edecek gibi değildi. Esmer baba kızlarının biraz önce bozulup açılan kıyafetlerini düzeltiyordu. Çünkü kıyafetleri büyüktü, onları küçültmek için kıvırıp katlamak gerekiyordu. Güllü-papatyalı etekleri, bir bilezik kadar küçük bellerine otursun diye üç-dört kat kıvrılmıştı. Kolları da aynı öyle birkaç kez sıvanır, baş örtüleri de kat kat yapılır, küçülürdü. Bu neşeli kızlar koştuklarında, yerinde duramadan oynayıp zıpladıklarında kıyafetlerinin katları ve kıvırmaları açılır, üstündekiler büyürdü. Bu yüzden babaları onlara çok hareket ettiklerinde, “Kızlar kızlar! Kıyafetleriniz büyüyecek yine. Kocaman olacak! Oynamayın, çok zıplamayın” derdi… Babaları şimdi onların kıyafetlerini kıvırmış küçültmüş, baş örtülerini de çıkarmıştı. Sıcaktan yüzlerinde billur billur terler oluşmuştu. İki kardeş birbirlerinin ve babalarının terli suratlarına üfleyerek nefes nefese gülüşüp eğleniyordular.
Hava, sanki gökte birkaç güneş daha peyda olmuş gibi kavurucuydu. Otobüs bir sonraki durakta durmak için yavaşlayınca, içerideki yolcular kapı açılacak ve az biraz içeri serinlik girecek diye alkış tutacak kadar sevindiler. Hepsi koltuklarında bayılmış gibi oturuyor, boyuna ter akıtıyorlardı. Otobüs durdu. Duraktaki yolcular birer birer içeri doluştular. Kapı açıldığında içeri serinlik yerine daha boğucu, pişmiş bir hava girdi. Durakta kimse kalmayınca şoför vitesle oynayıp pedalı indirdi. Otobüs gürültüyle ilerlemeye başlarken muavinin dışarıdan seslenişiyle tekrar durdu: “Hooopp!..” Bir adam küçük kızıyla beraber karşı yoldan otobüse doğru koşuyordu. Muavin onları bekledi, sonra onlarla beraber içeri girdi. Babalarının dizlerindeki esmer, neşeli kızların kıkırdayışları kesilmişti.
Onlar, otobüse yeni binen bu adamı ve kızını koşarlarken görmüş, muavinin onları nasıl beklediğini, onları görür görmez otobüsü nasıl hemen durdurduğunu seyretmişlerdi. Bunun ardından babalarına dönerek, neden kendileri de otobüse koşarken muavinin (muavin yerine ‘yürüyen şoför’ demişlerdi) onları beklemediğini, ama bu adam ve kızını görünce otobüsü durdurduğunu sordular. Esmer baba telaşlandığı bu soruya çabucak yapma bir cevabı hemencik uyduruverdi: Kızlarına yürüyen şoförün o sırada gözlüklerinin sıcaktan buğulandığını, bu yüzdende onları tam göremediği için otobüsü durdurmadığını söyledi. Kızlar tekrar şenlendiler, cılız sesleriyle kahkahayı patlattılar.
Kırmızı otobüs, güneş altında sıcaktan teni kızarmış insan gibi oflaya puflaya, baygın adımlarla ilerliyordu. Otobüsün biricik kapısı ön tarafta olduğundan, bir parça olsun serinlik kazanmak için tüm yolcular ön koltuklara dizilmiş, arkaları boş kalmıştı. Böylece yeni binen baba-kız da arkaya, esmer yolcularımızın arka koltuğuna oturdular. Muavin onlardan para kazanmak için yanlarına geldi. Esmer kızlar gözlükleri görünce tekrar gülüştüler. Muavin herkesten ziyade terlemiş, çıkardığı mendille kurulanıyordu. Mendiliyle gözlüklerinin camını da sildi. Parayı aldıktan sonra babayla kızın karşısındaki boş koltuğa oturup küçük kızla konuşmaya başladı. Önce pek bayağı olarak ismini sordu. Kız utandı, ismini bilmiyormuş gibi babasına döndü. Babasının ona ne diyeceğini söylemesiyle tekrar utanarak muavine dönüp söyledi ismini. Tokalaştılar. Elleri ayrıldıktan sonra muavin birden bağırdı: “Aaaa! Çingene pembesi giymişsin. Çingene pembesi…” dedi. Kızın kıyafetlerine yapma bir alaycılıkla göz gezdirerek aynı bayağılıkla devam etti: “Hımm! Hımm! Tokan da öyleymiş bak. Ayakkabıların… Bak bak Çingene pembesi valla Çingene… Çingene misin kız sen yoksa? Şu üstüne bak üstüne… kız Çingene!..”
Güneş bu adamın başına girip aklını eritmiş olmalıydı. Ne kadar saçma, ne acayip şeylerden konuşuyordu. Ön koltuktaki esmer babaysa, bu muavinden duyduklarına kızlarının üzülüp ağlayacağından korkuyordu. Bir an önce gelecekleri yere gelip kızlarını bu çirkin herifin konuşmalarından uzak tutmak istiyordu. Bu neşeli çikolatalara bakıp bakıp duruyor, onların kırılmasından korkarak acı çekiyordu esmer baba. Artık muavinin susması için içten dua ediyor, hiç susmayacakmış gibi konuşmaya devam edince de telaşı artıyordu. Sanki içinde, her yerinde bir sürü kalp varmış gibi her yeri şiddetle atıyordu…
Muavin saçmalıklarını daha da saçma yaparak sürdürmeye devam ediyordu: “Kız Çingene! Baban seni Çingenelerden almış belli. Bak, belli belli… Eskiden çadırlarda yatıp kalkıyordun, çadırlarda değil mi?.. Oralarda yaşıyordun sen değil mi.. değil mi değil mi… At arabalarında bütün çöpleri tek tek gezip çöp topluyordun… Aman aman olsun! Oh oh bak… Baban ne iyi yapmış ta Çingenelerden almış seni. Bak bak, iyi yapmış… Kurtarmış seni kız. Ne iyi ne iyi yapmış vallahi!..”
Ne olduğunu anlamadan şaşıp kalan pembeli kızın babası nazik bir dille onu uyarıp, artık kesmesini söylemese, bu adam daha abuk subuk şeyler zırvalamaya devam edecekti. Nihayet o sustuktan sonra ön koltuktaki iki esmer kız babalarının dizlerinde doğrularak arkaya döndüler. Öylece durup biraz baktılar. Sonra pembeli kıza gülüşerek sorular sormaya, merakla bir şeyler anlatmaya başladılar:
Acaba o çadırlarda yaşarlarken hiç saklambaç oynamış mıydı?.. Onların çadırlarında da müzik çalıp göbek atıyorlar mıydı geceleri?.. Hele o düğünleri görmüş izlemiş miydi? Zübeyde abla evlenirken düğünde kaç kişi oynamıştı hiç sayabilir miydi?.. Onun için de sıcak gecelerde çadırın dışında, çimenlere uzanıp uyumak zevkli miydi?.. Bir keresinde hiç ona da
Temiz bir çöpten yepyeni bir oyuncak bebek çıkmış mıydı? Kıyafetleri, küpeleri, saç tarağı da var mıymış bu tek kollu bebeğin? Gerçekten yepyeniydi ama?.. Peki ya atın üstünde gezmiş miydi ki hiç bütün gün? Yarışlar yapmışlar mıydı acaba?..
Anlatıp anlatıp duruyorlar, arada bir gülüşerek birbirlerine bakıyor, pembeli kızdan şaşkın bakışlardan başka bir şey çıkmayınca merakla, neşeyle daha bir sürü şey soruyorlardı:
Acaba gerçek babası neden onu bu babaya vermişti ki? Onların babası katiyen yapmazdı bunu! Ya şimdi otobüsle nereye gidiyorlardı? Yoksa bu otobüse eski babasına gitmek, eski çadırlarını görmek için mi binmişlerdi?.. “Çadırlar, çadırlar!” diye bağırdılar sonra! Çadırlarda hiç şu şarkıyı duymuş muydu acaba?..Beraber şarkı söylesinler miydi?..
Kızlar şarkı söylüyorlardı! Onlar oynuyor, gülüyor, esmer babanın gözlerinden yaşlar akıyordu... Ama terdi onlar terdi! Hem kızlar kızlar! Çok fazla oynayıp zıplamasınlardı. Yoksa kıyafetleri açılıp yine büyür, kocaman olurdu, kocaman!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.