KIYAMETE KADAR
KIYAMETE KADAR
1960 yılının ilkbaharıydı. Ben henüz beş yaşındaydım. Köyden Ankara’ya göç edeli yedi, sekiz ay olmuştu. Ben bu Ankara’yı hiç sevmemiştim. Aklım fikrim geride köyümdeydi. köyüm gözümde tütüyor, her gece düşüme giriyordu. Ne bileyim tozlu yolları, çorak damlı kerpiç evleri, bozkırın ortasındaki bağları bahçeleri hiç aklımdan çıkmıyordu.
Bir yandan da Ankara’ya alışmaya çalışıyordum. Ankara dediğime bakmayın. Aslında Ankara’yı görmeden Ankara’da yaşıyorduk. Bulunduğumuz mahalle başkentten çok uzakta Ayvalı Kurtini Bağları adında bir yer. Hani gerçekten kurtlarla beraber yaşıyoruz. Ne yolumuz ve ne suyumuz ne de elektriğimiz var. Suyumuzu kendi kazdığımız kuyudan alıyoruz. Bizi şehir merkezine bağlayan yolda yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmiyor. Zaten mahallemize otobüs ve dolmuş da çalışmıyor. Yaşadığımız mekanda öyle bakkal, market falan yok.
Tüm bu yoklukların yanında güzel olan şeyler de var. Mesela yaşadığımız yer bağların arasında kaybolmuş bir cennet desem abartı olmaz. Bu bağlar Rumlardan kalmış ucu bucağı gözükmüyor. İçinde envae çeşit meyve ağaçları ve türlü üzüm asmaları var. Bir de mahalledeki insanlar arasında müthiş bir dayanışma ve yardımlaşma var. Birinin hastası hepimizin hastası, birimizin acısı hepimizin acısı. Hiç unutamam mahallede Arabacı İsmail adında biri vardı. Bolu’nun Mudurnu ilçesindendi. Adam bir gün aniden öldü Allah rahmet eylesin. Bizim evde ve komşu evlerde bir hafta radyo açılmadı.
İşte böyle günler geçerken, gece kondu mahallesine bomba gibi bir haber düştü. “Artık gaz lambalarını kıracakmışız. Artık bir düğmeyi çevirince evlerimiz ışıl ışıl aydınlanacakmış” yani mahallemize elektrik gelecekmiş. Bu haber mahallede bayram sevinci yaşattı. Tüm mahalle evlerine sıva üstü elektrik tesisatı döşetti. Mahalleye dikilen elektrik direkleri bizleri öyle heyecanlandırdı, öyle sevindir ki anlatamam.
Aylardan Nisan, tüm büyüklerimiz “Bir ay içinde elektrik bağlanacak, haftaya direklerin telleri çekilecekmiş” diyerek umutlu ve sevinçli bir şekilde konuşuyorlar. Aslında evlerimizde başka bir gündem maddesi yok desem yeri var. Gerçi radyosu olan evlerde ajanslar dinleniyor. Benim aklım ermiyor ama Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde Üniversite öğrencileri hükümet aleyhinde gösteriler yapıyorlarmış.
Mahalle halkı direkleri birbirine bağlayan elektrik tellerinin çekildiği gün bir kez daha bayram etti. Bu teller çekilirken biz çocuklarda saatlerce bu durumu seyrettik. Güneşten pırıl pırıl parlayan bu bakır tellerden yere düşen bir parçacığı almak için aramızda yarışıyorduk. Bunlar bakırmış çercici bunlara leblebi üzüm verirmiş. Hatta bir küçük parçada ben kapmıştım ve dünyalar benim olmuştu.
İşte böyle Mayıs ayının son günlerini yaşıyorduk. 27 Mayıs günü babalarımız işine gidemedi. Çünkü sokağı çıkma yasağı varmış. Asker yönetime el koymuş, başbakan ve cumhurbaşkanı tutuklanmış. Hatta yönetimi devirenler ve taraftarları şehir merkezindeki bulvarlarda caddelerde coşkuyla gösteriler yapıyorlarmış.
Ben bunlardan bir şey anlayacak yaşta değildim ama evimize ve komşu evlere şivan düşmüştü. Arabacı İsmail’in öldüğünde bile mahalle halkı böyle yaslara bürünmemişti. Kimselerin ağzı bıçak açmıyordu. Herkeste büyük bir sessizlik ve korku vardı. Aralarında fısıltıyla “Aman dikkat edin her yerde konuşmayın, durum çok kötüymüş. Şüphelendiklerini alıp götürüyorlarmış…” diyerek birbirlerini uyarıyorlardı.
Aradan korku dolu, matem dolu, sessizlik dolu bir ay geçmişti ki, mahallemize büyük kamyonlar ve sarı sarı iş makineları geldi. Adamlar direklere çıktılar. Önce o ışıl ışıl parlayan bakır telleri hoyratça yolup attılar. Halbuki onları bağlayanlar ne kadar da özenerek bin bir emek çekerek bağlamışlardı. Şimdi büyük bir öfkeyle önce telleri söküp attılar. Alelacele kamyonlara yüklediler. Sonra da mahallemize bayram getiren elektrik direklerini söktüler. Kamyonlara yüklediler, bizlerle hiçbir şey konuşmadan arkalarına bakmadan gittiler.
Ben o günü hiç unutamam. Bu olay ihtilal gününden bile acı gelmişti tüm mahalle sakinlerine. Ben hep kendi kendime sordum. “Niye ama, niçin yoldular o telleri, niçin söktüler o direkleri, ne istediler ?” bu sorularıma hiç kimseler beni tatmin edecek bir cevap veremedi. Babalarımızın verdiği cevaplardan o gün hiçbir şey anlamadım.
Ama aradan yıllar geçince anladım. Hükümet Demir Kırat partisindenmiş. Şimdi ihtilal olmuş, yeni bir yönetim iş başına gelmiş. Bizim mahallemizden de hep Demir Kırat partisine oy çıkarmış. Öyleyse bu Demir Kıratlılara bir güzel ders verilmeliymiş…
Aradan beş altı yıl geçti. Ülkede seçimler oldu. Parti bayrağında kır at bulunan bir parti iktidara geldi. Mahallemize yeniden direkler dikildi, ışıl ışıl ışıldayan bakır teller çekildi. Mahallemiz gaz lambasından kurtuldu. Dünyamız yeniden aydınlandı. Ama tüm mahalle sakinlerinde ve bizim gibi çocuklarında bu durum derin yaralar açtı. Ve bizim direklerimizi söken, tellerini yolan o anlayışa karşı içimizde silinmesi imkansız bir öfke kaldı.
İşte bu anlattıklarımdan şuraya varmak istiyorum. Yer yerinden oynasa, iki cihan bir araya gelse o telleri yolanlar; bu milletin hür iradesiyle kıyameta kadar asla bu ülkede iktidara gelemezler, gelemeyecekler de. Ancak allem kalemle, Bizans entrikalarıyla belki zaman zaman yönetimi ele geçirebilirler. Allah bu millete bir daha o direklerin söküldüğü, tellerin yolunduğu günleri yaşatmasın…..
2 Ekim 2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.