KIZ KAÇIRANLAR
Bir akşam bülteninden duymuştuk bu haberi; magandalar polis kılığında, restorandan bir kadını saçlarından sürükleyerek kaçırdılar.
Olayın üzerinden hayli zaman geçmiş olmasına karşın o görüntüler hala gözlerimin önünde. Bir araba, tepesinde polis otolarına mahsus mavi ışıklı siren lambasıyla restorana yanaşıyor, restoranın önündekilerden başlayarak önlerine çıkan herkese şiddet uyguluyorlardı. Kimse de ne kahramanca ne de insanlık namına hiçbir tepki göstermiyordu. Güvenlik kameraları kayıttaydı. Adamlar kadını restoranda elleriyle koymuş gibi buldular ve çığlıklarına aldırış etmeden saçlarından sürükleyip götürdüler. Habere göre; (ki doğruydu) kadın o “kız kaçıranlar” tarafından defalarca tecavüze uğramıştı. Olayın ardından günlerce polisin toplum gözündeki imajı tartışıldı. Elbette ki bu haklı bir tartışmaydı ama, tartışan aydınlar nerdeyse kaçırılan kişinin kadın oluşuna hiç değinmediler. Bana göre en az polis-toplum ilişkisi üzerinde durulduğu kadar, olayın kadın-toplum yönü üzerinde de durulmalıydı. Toplumun “Ya benimsin ya da kara toprağın” mantığı masaya yatırılmalıydı. Toplumdaki ataerkil bilincin haksızlığı kanıtlanana kadar konuşulmalıydı. Ama neden konuşulacaktı ki zaten yüzyıllardır toplum olarak alışılagelmiş bir olaydı kız kaçırma. Ataerkil atalardan kalan bir mirastı. Bir çeşit gelenekti sevmeyen, varmak istemeyen kadını kaçırmak. Eğer kendine güveniyorsan ve seninle gelecek birkaç yandaşın varsa kaçıramayacağın kız yoktur. Zaten bir kız sana varmak istemediğinde, arkadaşların senden önce merak etme ortak, olmadı kaçırırız derler. Ve kaçırırlar da…
Bu haberden bir müddet sonra kadına şiddet içerikli bir haber daha medyaya düştü. Bir önceki tüyler ürpertici haber kadar gündemde kalmasa da. Haber; Adana’da gece yarısı sokak ortasında kendisinden kaçmaya çalışan kadının yüzüne bir tokat atarak yere seren ve ardında tekmeleyen sarhoş bir adamı gösteriyordu. Kadının doğası icabı hiçbir fiziki karşılık verme durumu yoktu. Öylece yerde yatarak, yüzünü tutmuş bizim hırsını alamayan zalimden tekme yiyordu. Güvenlik kamerası kayıttaydı. Nihayet olay yerinden geçen iki kişi insanlık namına olaya müdahale ederek adamı tuttular ve kadının kaçarak uzaklaşmasını sağladılar. Ama merak ediyorum, acaba o kadın hayatında göreceği şiddetten ne kadar çok uzağa kaçabilmişti? Aslında üzülerek belirteyim ki, o kadar da uzaklaştığını sanmıyorum. Ertesi gün yine kendini ya bizim zalimin ya da henüz şiddetine tanık olmadığımız bir başka zalimin karşısında bulacaktı.
Yine daha bu olayın şokunu atlatmamışken, tam da Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günün’de bir kadına şiddet haberi daha görüntüleriyle birlikte gündeme geldi. Olay yine Adana’da geçiyordu. Bir kadın kameraya konuşuyordu. Habere göre, kadın kaldığı apartmanda yaşadığı sorunları dile getiriyordu. Kadın kameraya konuşuyorken bir adam, arabasına gitti ve şoför mahalinden aldığı kalınca bir sopayla hiç çekinmeden defalarca kadının sırtına var gücüyle darbeler indirdi. Etraftakiler tarafından zor zaptedildi. Yine hırsını alamayan zalim kendi yaptığına bakmadan, utanmadan bu kadının psikolojisi bozuk diyerek sitemkar bir tavır sergiliyordu. Kenarda savunmasızlığını ifaden eden bir şekilde oturmuş kadının, canının acısıyla etrafı süzen gözleri insanın vicdanını tırmalıyordu. Ve kameraman kayıttaydı…
Bizden şiddet gören, fiziki gücü erkeklere yetmeyen bu narin yaratıklar kim? Biliyor musunuz.
Hep erkeğe, kıza gebedirler...
Kimi yerlerde taşlanırlar, kimi yerlerde töre cinayetlerine kurban giderler, kimi sayılı metropollerde de saçlarından sürüklenerek kaçırılırlar ve tecavüze maruz kalırlar. Onlar tarih boyunca hep böyle bir yaşama maruz bırakıldılar. Peygamberler cenneti onların ayaklarının altına koydu, yine hak ettikleri değeri göremediler. Bunlar; erkekleri doğuran kadınlar...
Birçok yerde namus diye geçerler, yaşamda tema olarak namusturlar ve namusları bir metre kare kumaşla ölçülür,örtülmeye çalışılır. Oysa bunlar; Sadece kadınlar…
Resim: Kalemsiz