Hain emel, kanlı eller. Her yerdeler…
(Yine de sonsuza şükür…)
12kasım’03
sahte aydınlıklarla parıldayan
minareler
ışığınız;
gökteki yıldızlar kadar gerçek olmasa da
manevi değeriniz onlardan o kadar
üstünki..
bunu aydınlattığınız kalpler bilir.
bağlı olduğunuz toprağı
ve;
işaret ettiğiniz göğü yaratan
yüce Allah ’a şükürler olsun...
(amin)
03.07.04’te bir zamanlar
Hayat garip, hem de çok garip..
Şuan yine bir satırı doldurmanın verdiği bir hayat bilincindeyim. Ama sadece bu bilinç, gerisi perdenin ardında..
Ne olursa olsun yaşıyorum ama.
Ölüm var ya hani o kaçınılmaz olsa da asıl gerçek olan ve gerçekliğine rağmen onun soğuk sandıkları adını duymanın bile ‘ölüm’ gelenlere yeni okuduğum şu satırları mırıldanmak istedim;
Ölüme karşı koyup bir anlamda bakışlarımızla kendi ölümümüze kendimizin karar vereceğimizi savunmanın özgürlüğü arzusunu yansıtmamıza cevaben;
... ölümden korkarken özgürlüğü genellikle su götürmez bir biçimde olumlu bir şey olarak düşünürüz… - oysa ölümlerde olumludur zaten. Düşünsenize ölüm gitmemek değil ki gitmektir. Yani engelsizdir, engelsiz olansa olumludur.- ancak bugünkü gitmeler olumlu değildi! Bu mantığa sığmıyordu, felsefeyle alakası yoktu! Neydi peki? Ben bilmiyorum..
Noktalı satıra kadar anlatılanlar yanılmıyorsam Rusya’dan America’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olan bir psikoterapist yazar dr. Irvin D. Yalom’a ait.
Onun bir kitabını daha okudum son zamanlarda. Birçok konudaki düşüncelerini okurlarıyla paylaşmış. Tabi ki hepsine katılmam mümkün değil ama birçoğunu desteklememek imkansız gibi görünüyor bana.
Büyük çoğunluğunu çok beğendiğim için bu kitap bana bir kurtarıcı gibi geldi diyebilirim.
Çünkü günlük yaşantımla pek alakası olmasa da öykülerinde ki anlattığı kahramanlar ve detaylarında ki ‘daha da detayındakiler’ hakkındaki hem bilimsel, hem mantıklı hem de duygulara hitap eden açıklamaları – sanki siz onu yaşarken bu adamda oradaymış gibi yani- içimdeki bazı hatta birçok düğümün çözülmesine yardımcı oldu. Hatta kitap bitmesine karşın her geçen gün karşılaşmalarımla birlikte bazı basit ama derine inen durumlarda yine artık okuyup ta arkalara ittiğim fikirleri geri getiriyor birer birer ve hala etkisini yitirmemiş anlaşılan.
Ne olduğunu kendim bile bilmediğim ve okudukça bilincimin ‘altına’ daha önceden ben bilmeden yerleşmiş olanları bir anda şimşek gibi göz yanılmalarıyla su yüzüne çıkartıp ve kendiliğinden sırrı çözülmüş birer basit düğüm izinden başka bir zorluğu kalmadan çıktığı çekmecesine yerleşmelerine fazlasıyla yardımcı oldu. Bu sanki yıllardır toparlanamamış bir elbise dolabının sizin birkaç sihirli kelimeyi telaffuz etmenizle birlikte kendiliğinden her şeyin yerini bulması gibi bir şeydi.
Görünmeyenlerin çözülmesi günlük sorunlarımı hafifletti diyebilirim. Çünkü artık aradığım bir fikri bulmak için bütün bu kelime deryasını tekrar altüst etmem gerekmiyor. Her şey kendiliğinden ben buradayım diyor. Ve yerini alıyor, sanki. Ama korkuyorum, çünkü şimdi tekrar dağılıyor ‘dolabım’ kullanıyorum ne de olsa!
Evet bu adama teşekkür ediyorum. Ve abartmıyorum, ama yine de bir psikoloğa görünmeyi şimdilik reddediyorum. Çünkü onlar bana hala sahte geliyor. Belki bu ‘dr.nin’ görüşlerinden dolayı onu önemsemem bunu bilmiyorum, ama onun bunları ‘bana’ bir kitap aracılığıyla yani bana göre tüm doğallığıyla aktarması da etkilidir sanırım. Çünkü kendisi ne tonda hangi mimiklerle anlatmış olsa da bizler yani okuyucular tıpkı bir şarkıyı herkesin ayrı ayrı algılaması gibi kitapları da öyle yorumladığımıza inanıyorum. Taki o şarkıya bir de söyleyenin gözünden klip çekilinceye kadar. Neyse konu çok dağılmadan..
Yine ondan;
…özgürlük insanın kendi seçimlerinden, eylemlerinden, kendi yaşam durumlarından sorumlu olduğu anlamına gelir..
Birde bu var;
Ben şimdi ‘ölümden korkmuyorum, sadece geldiğinde orda olmak istemiyorum.’
Bu bana nedense kuzenimi hatırlattı. Adı Nil. Balkondan atlama konusundaki yaptığı espriyi daha doğrusu. O şöyle demişti;
- Önce ben atlarım, ama düşünce canımın yanmasından korkuyorum.
Ve biz de hala yaşıyoruz (şimdilik)
Sonsuza şükür..
mayıs’07salı2.yeniadresindehüzün… [ /iceri ] Ama bugün artık yaşamayanlar da var şöyle ki lafın kısası;22
Ölümü ona yakın olanlardan en azından yakın hissedenlerin ağzından dinlemek aslında ne tam gerçeği yansıtır insana nede onu tam manasıyla yanıltır.
Bu sadece o kişinin aynasından yansıtılan belki de farkında olmadan teninden taşan bir istem dışı yansımadır. Bir yorumdur.
Ya da süslenmiş bir masal. Ya da makyajla onu görmek istediği gibi çirkinleştirilmiş bir kurgu. Ölümün yüzü bakış açısına göre değişir. Bir cezaysa belki çirkin ama bir nihai sonsa, zamanıysa değişik bir gurur bir huzurdur belki.. ölüm bile görecelidir..
Ama hiç kimse, hiçbir yorum onu, o kaçınılmaz ve – eleştiriye açık bir fikirdir kendisi- bence olumlu olan sonun gerçeğini veremez bize!. Tüm gerçekliğiyle.
Aslında irdelememek lazım ölüm ; sadece ölümdür işte.. tüm sevimliliği ve soğukluğuyla.
Ve o herkesin bilincinde ilk tanıştığı gibi kazınır kalır. Yerini alır, sabitlenir tüm değişmez gerçekler gibi.
Hiç birimiz ölümü çocuk gözümüzle yorumladığımızdan ötesinde bilemeyiz hala. Ne kadar anlatımlarımızdaki cümlelerimizi ‘büyümenin’ ve çoğu tezlerle ispatlanmış yeni bilgiler edinmemizin verdiği olgunlukla süslesek, genişletsek de ölümün gerçek anlamı sade ama sadece çocukların gözlerinde, gözlerinin ardındaki adı her ne ise işte o beyin odacıklarında ve kalbine akan kanallarında gezinir.
Ama bu sona öylesine uzak duran henüz başlangıçtaki ve bakışlarındaki her şey rağmen sevincin her tonu, türü fışkıran gözler bu sırrı veremezler bize..
Çünkü anlatacak daha çoook güzel, daha heyecanlı, ilginç, daha garip ve daha çok dahası bir çok şey varken kim anlatabilir ki bu kadar düz, sade basit bir ‘göç’ hikayesini..
Yeter ki başkalarının elinden olmasın. Yeter ki ölümümüze bari dokunulmasın, hain ellerinden çıkmasın.. buna bari karar verilmesin. Ölüm haksa bırakında buna ‘hak’ hüküm versin, hain emeller, kanlı eller değil..
Bugün bombalar patladı Ankara’da..
Birkaç yıl sonra sormak lazım. Şimdi aydınlanmaz, oradaki ölümlerin sırrı..
Daha anlatacak kadar toparlayamadı, yorumlayamadı ki zaten, kimisi de zaten belki de anlatacak kadar değil anlayacak kadar bile yaşayamadı. Anlatamayacak kadar uzaklara gitti birden bire vukuu bulan felaketin ne olduğunu kavrayamadan.
Bugün orada olan çocuklardan..
dünyayı neden hep birlikte güzelleştiremiyoruz da kendi istediklerimizde diretiyoruz sanki?
salina
Hain emel, kanlı eller. Her yerdeler… Yazısına Yorum Yap
" Hain emel, kanlı eller. Her yerdeler…" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.