Angarya
Bir dilekle başlamış herşey… Dilenen dileyeni bilmese de, o dilekle kazanmış mevcudiyetini…
Var olan herşeyin ruhunda gizlenmiş bu dilek. Ama öyle bir gizlenmiş ki, kendini onu bulmaya adayanların nicesi aklından olmuş, bir o kadarı da dağlara vurmuş kendini. ‘O yar benim, kime ne!’ deyip, soyutlanmış çevresinden.
Öyle şairler vardır ki, kimse bilmez onların şair olduklarını. Çünkü onlar yazdıkları herşeyi yırtıp atmışlardır beğenmedikleri için. Onlar beğenmemişlerdir fakat okumuş olsalar çok beğenecek yığınlar vardır belki de etraflarında. Öyle garip bir çelişkidir ki bu, yeterli olmadıkları halde ciltler dolusu yazmaktan çekinmeyen insanlarla, sayfalar dolusu araştırmayı göz nuruyla harmanladığı halde, yazmaya değer bulmayıp vazgeçenler aynı toplum içinde yaşarlar. Bir kısmı bilinir, diğerleri bilinmez…
İnsanın düştüğü en büyük yanılgılardan biri, evreni bildikleriyle ve tanıdıklarıyla değerlendirmeye çalışmaktır. Kendi bildiğinin ne kadar doğru olduğu bir yana, onun algısı içine girmemiş öyle ‘doğru’lar gezinmektedir ki uzayda, aslında hiçkimse ‘ben bilirim’ deme lüksüne sahip olmamalıdır. ‘Benim bu hususta bir fikrim var’ demek bile, esasında ciddi sorumluluk gerektiren bir eylemdir. Daha doğrusu olmalıdır. Ama cahil cesareti dediğimiz, okyanusta bir damla kifayetinde bile olmayan değer yargıları, kulaktan dolma bilgiler ve yetersiz muhakeme özelliklerini kullanarak büyük harflerle konuşma hastalığı, özellikle kültürsüz toplumların çok sık düştüğü hatalardan biridir. Şu anda benim yaptığım gibi…
İşte kendi veri tabanını yeterince güçlendirmeden, insanlığın var olduğundan beri cevaplamaya çalıştığı sorularla uğraşmaya başlayan insan, bir süre sonra ya inandığı tüm değer yargılarını kaybeder, ya da kendi açtığı yanlış yolun önderi olur. İlk akla gelen ihtimaller bunlar… Bu çerçeveden bakıldığında, resmi doğru algılayıp fotoğrafını çekmek, ama var olanı çekilen resimden ibaret zannetmeden bunu yapabilmek ilk adım olabilir gizli dileğe ulaşabilme yolculuğunda. ‘Her an herşey olabilir’ ile ’senden herşeyi beklerim’ ifadeleri arasındaki ince çizgiyi koruyarak, devamlı yenilenen ve dönüşen, ‘her an yeni bir şanda olan’ bir evrende yaşadığını unutmadan, yenilenmeye ve yenilemeye açık bir hayat anlayışı benimsemek de ikinci adım olsa gerektir…
‘İlim kendin bilmektir!’ demiş… Diyen de öyle böyle biri değil hani… Çocukken seyrettiğimiz çizgi filmlerdeki gibi sırtında odun taşıyan zavallı bir köylü hiç değil! Kendimizi bilmemiz lazım demekki. Ne kadar kolay değil mi? Ben biliyorum kendimi deyip geçebiliriz kolaylıkla. ‘Derya içinde olup, deryayı bilmeyen’ niceleri gibi olmak istiyorsak, bu en temiz yol gibi gözüküyor. Ama bu yol dilek yolu değildir, o ayrı! Kendini bilmek öyle bir yol ki, birbirine bakan iki aynada oluşan ve sonsuza kadar iç içe girmeye devam eden görüntülerin herhangi birinden yola çıkıp, sonsuza ulaşmaya çalışmakla ancak tarif edilebilir… Bundan daha açık bir tarifi, ancak bulanlar yapabilir. Onlar da yaparlar mı, bilemem…
Olanı, olduğu gibi kabul etmek dedik. Bilmediği halde yüzlerce sayfa yazanla, bildiği halde bir sayfa yazmaya bile kendini layık görmeyeni aynı anda kabullenmektir bu. Bir süre sonra, ‘neylerse güzel eyler’ dedirtmelidir insana. ‘Biz bilemeyiz, sen bilirsin’ demektir. ‘O DİLEMEDİKÇE, siz DİLEYEMEZSİNİZ’ mesajını iyi anlamaktır. ‘O yapmadıkça siz yapamazsınız değil; o dilemedikçe siz dileyemezsiniz!..’ Olanı, ‘dilenmiş olduğu için’ kabullenmek; olmayana ‘dilenmediği için’ üzülmemek değil midir bu?
Hedefi büyük olan her yol gibi, bu yol da zor geçecektir elbet. Anlayamayanlarla, anlamak istemeyenler dikilecek yolcunun karşısına. İşte o zaman da, ‘O yar benim, kime ne!’ demenin vakti gelmiş demektir. Bu yolculukta bolca gam, hasret, efkâr bekler yolcuyu. Ama vız gelir… Çünkü ne bir beklentisi vardır, ne de kendini ispat etme gayreti. Gidebildiği yere kadar gider… Aslında nereye gittiğini kendisi de bilmiyordur…
‘Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya!’ demiş şair… Başka söze gerek var mı?..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.