- 641 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİRİN SOLGUN YÜZÜ.
Kapalı ve baskıcı toplumlarda bazen gizemli bir silah, bazen de gizli bir sığınak olarak kullanılan edebiyatın şiir sayfasına herkesin “bence” olarak bakması ve şiir yazmak kadar şiir üzerine kafa yorması gerekir bence.
Bazen hırçın duygularla doğan güzel bir kız, bazen haksızlığa baş kaldıran korkusuz bir yiğit, bazen de sevda meydanında yenilmiş zavallı bir savaşçı kılığında dolaşmadı mı dillerde!
Her ne şekilde olursa olsun, şiirin bir yeri vardı bu topraklarda.
Peki şimdi?
Hafızamızı zorlamaya hiç gerek yok! En son Ahmet Arif’in “Hasretinden prangalar eskittim,” isimli şiir kitabı esmişti şiir dünyasında.
Neden?
Çünkü, Ahmet Arif’’in şiirden önce de bir duruşu vardı; bir düşüncenin, bir söylemin insanıydı. Belli bir coğrafyanın geçmişini ve bugününü unutmadan o coğrafyada yaşayan insanların yaşam şeklinin kaderleşmesine yüreklice isyan etmişti.
Demek ki; fikir, anlatım ve şekil olarak işaretleyebileceğimiz şiir üçgeninin geniş açısı genellikle fikrin bulunduğu yerdir.
Ancak şunu asla unutmamak gerekir. Adını andığımız şairin adı geçen kitabını yazdığı ve yayımlandığı yıllarda ülkemizde bazı tabular yıkılmamış, bazı ezberler bozulmamıştı.
Yine bunu ölçü alarak şunu söylemek mümkündür. Şiir, tabuları yıkmaya ve ezber bozmaya aday bir sanat dalıdır. Sanat’ın her zaman ve her yerde muhalif bir işlevi olduğunu kabul ederek yola çıkacak olur isek, bu muhalefetin en keskin tarafı tiyatro kadar da şiirdir.
Sanat muhalefet ise, şiir de keskin ise, neden şimdi şiir kınından yeterince çıkamıyor?
Çünkü, hakim güçler ideolojilerin öldüğünü pompalıyor durmadan. Yaygın basın da,” aman ağabeyciğim sakın ola kutsal olmayan ama kutsal sayılan değerlere dokunma, muhalefet etme,” diyerek buna çanak tutuyor.
Peki!
Biz yapımızı bir yana bırakıp, kendi şiir çapımızla “bence” diyerek birkaç kelam daha eyleyelim o zaman!
İdeolojik şiirler “tutsak” olduğundan ve de doğa şiirlerinin de yüzüne kimse bakmadığına göre hizaya gelir gibi aşka gelelim.
Bir şiirde aşığın ruhu, sevenin sevgisi, sevgilinin sevecenliği ne kadar vurgulanırsa vurgulansın, eğer o şiirde şairin hayata baktığı pencerenin pervazını göremiyorsam o sevgi dolu dizeler tek başına bir anlam ifade etmiyor bende.
Nazım Hikmet’in kitlelerde bu kadar sevilmesinin ve halen okunmasının tek nedenini dildeki ustalığına, ideolojik tavrına bağlamak bana göre Ran’a biraz haksızlık gibi geliyor. Birçok şiirinde memleket sevdasına sevdiği kadının sevdasını; sevdiğinin sevdasına da memleket sevdasını katarak duygularını harmanlaması asla göz ardı edilmemeli. Bu şiirlerinde hayata bakışı da sevdiğiyle buluşmaktan geri kalmıyor.
Dikkat eder isek, okuduğumuz şiirlerin çoğunda, sevdiğini kıskandığını çağrıştıran dizelere rastlamak çok zor. Sanıyorum bilinçaltına yerleşmiş bir şey var; o da kıskançlık kelimesinin ve yükünün günümüzde, belki de entelektüel çevrede çok bön durduğunu ve bunun bir zayıflık göstergesine dönüştüğünü kabullenmişiz. Şiirin oluşmasındaki emekte duyguların yeri önemli ise, o duygularda bunun yer almaması bana çok garip geliyor. Oysa sevginin kıskanılması kadar doğal olan ne var ki!
Yalnızlığın acısından dert yanarken -ki şiir yazan biri her zaman biraz yalnızdır- acımtırak sözcükleri sıralamakta üzerimize yok. Terk edilişi anlatan bir şiirdeki dullaşmış duyguları açıkça görüyoruz; karşılıksız bir sevdadaki kullaşmış dizeleri hemen fark ediyoruz ve gerekirse onların işleniş şekline göre de övgümüzü bırakıyoruz. Peki, neden o mükemmel duygular şiirleşirken yapılan imlâ hatalarına sesimiz çıkmıyor. Bunları görmüyor muyuz yoksa; yoksa önemsemiyor muyuz artık!.. Yine bana kalırsa, işte bu şiirin bakımsız yanını göstermekte.
Şiir yazan birinin eleştiriden korkmaması kadar, eleştirmekten de çekinmemesi gerekir. Her şiirle sarmaş dolaş olan kalem, şiir hakkındaki genel düşüncelerini söylemelidir. Falanca kişi şöyle demiş, filanca zat böyle buyurmuş yerine, edebiyatın bu dalında kendi düşüncesini belirtmelidir. Benim bu konuda akademik bilgim yok, demeye kimsenin hakkı yoktur. Bu bir bilim dalı değil ki!
İşte o zaman şiirin daha çok tartışılacağına ve yüzünü topluma döneceğini düşünmekteyim. Böylece şiirin solgun yüzü güneş görecektir, daha da güzelleşecektir.
Şiir düşündürmelidir de.
dün gece evdeydim
ve bendeydin sen;
alev şöminede
ışık kandilde
dudakların dudaklarımda
göğsün göğsümde…
her şey yakıştığı yerdeydi dün gece…(ö.n)
Şiir; ...aynı zamanda söylediğiyle söylenemeyenleri söylemeden söyleyen sözceler bütünüdür, diye bir ek tanımlama getirirsem kendimce, bilmem ki çok mu iddialı olur!