- 977 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Esma-ül Hüsna
B’ismi-llah-ir Rahman-ir Rahîm... Esmâ’sıyla (muazzam, muhteşem mükemmel özellikleriyle) varlığımı yaratan, ismi Allâh olan Rahman Rahîm’dir!
Bilelim ki, "isim", yalnızca, dikkati o isimlenene veya o isimle isimlenmişteki bir özelliğe işaret için kullanılır!
İsim, asla isimle işaret edileni bütünüyle anlatmaz ve açıklamaz! Yalnızca kimliğe veya bir özelliğe işaret eder!
Belki isim, çok özellikler taşıyana sadece dikkati yöneltmek için kullanılır.
Öncelikle şu gerçeği çok iyi fark edelim... "Allâh isimleri" olarak bildirilen özellikler, ötelerde bir tanrının çeşitli cici-güzel isimleri midir? Yoksa bir "varlık-vücud sahibi" kabul edilenlerin tüm özelliklerini, asılları itibarıyla "yok"ken; "zıll = gölge" varlığına verilen isimden ve açığa çıkan özelliğinden dolayı, duyu ve şartlanmanın ayrı bir varlık verdiği; gerçekte ise "Allâh" ismiyle işaret edilenin yaratış özelliklerine dikkat çekmek için midir?
Bu realite fark edilip kavranıldıktan sonra, konunun "Allâh isimleri" diye bilinen yanına gelelim.
"Zikir = insana hakikatini hatırlatıcı" olarak bildirilen Kur’ân-ı Kerîm, gerçekte, tümüyle "Ulûhiyet"i anlatan "El Esmâ ül Hüsnâ"nın açılımıdır! İnsanın "hatırlaması" istenilen, kendisine talim edilmiş olan "esmâe külleha"dır! Yani, "var"lığını meydana getiren, "bildirilen isimlerin özelliklerinin tamamı"! Bunların bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmiş, bir kısmı da Rasûlullah tarafından açıklanmıştır. Bu yüzdendir ki, asla, her şey bu doksan dokuz isimden ibarettir, denemez! Misal verelim... Rab, Mevlâ, Karîb, Hallak gibi bazı isimler Kurân’da mevcut olmasına rağmen doksan dokuz isim arasında sayılmamıştır. "Yefalu ma yurîd" âyetinde bildirilen İrade sıfatının (dilediğini oluşturma) adı olan "Mürîd" ismi de gene bu isimler arasında bildirilmemiştir. Buna karşın Celîl, Vâcid, Mâcid gibi bazı isimler ise doksan dokuz isim içinde var olmasına karşın, Kur’ân-ı Kerîm’de geçmez. İşte bu yüzdendir ki, Allâh ismiyle işaret edilenin ilminde seyrini oluşturan "Esmâ mertebesi" olarak tanımlanan isimlerini doksan dokuz ile sınırlamak çok yanlış olur. Belki, insana hakikatini hatırlaması için bu kadar isim özelliği bildirilmiştir; hakikatini hatırlayıp yaşayan ise hadsiz hesapsız bilinmeyen başka isimlerin özellikleriyle yaşar; diyebiliriz. Ayrıca, cennet diye tanımlanan yaşam boyutunun dahi buna işaret ettiği söylenebilir.
Derin düşünce (Ulül Elbab = öze ermişler) indînde kullanılan "zıll vücud = gölge varlık" tanımlaması, o varlığın bizâtihi "var" olmayıp; algılayana GÖRE "Allâh isimlerinin bileşimi olarak" açığa çıkışına işaret eder.
Hatta gerçeği hakkıyla dillendirmek gerekirse, "Esmâ bileşimi" tanımlaması dahi bir mecazdır; çoklu algılayan anlayışları, Tek’il realiteye adapte içindir. Zira mutlak hakikat, her an yeni bir şe’nde olan "çok boyutlu tek kare resim" seyridir! "Esmâ bileşimi" denilen ise resimdeki bir fırça darbesi! Algılanan her şey, ismi nedeniyle, sanki Allâh’ın Esmâ’sı itibarıyla O’nun gayrı olarak sanılsa dahi, -O ötede tanrı olmadığı için-, hakikatte, o isimle isimlenmiş varlık, Allâh Esmâ’sı nedeniyle "var"lık olarak algılanandır! Bununla beraber, Esmâ ile işaret edilen ise, bölünmez, cüzlere ayrılmaz, cüzlerden oluşmamış mutlak Tek, sınırsız sonsuzdur; "Ahad-üs Samed"dir ve Kur’ân-ı Kerîm’de bir kere vurgulanır bu şekliyle! "Allâh HÛ, la gayrıhu!" Ki bunu beşer aklı havsalası kavrayamaz! Ancak, vahiy veya ilham ilmi-bilgisi olarak şuura yansır ve "seyri" oluşur! Akıl, mantık, muhakeme adım atamaz burada! Fikir yürütenin yolu dalâlet olur! Bu konunun tartışılması mümkün değildir! Tartışan ise, yalnızca cehli dillendirmek için var olandır! Cebrail’in, "bir adım atarsam yanarım" diye dillendirdiği gerçekliktir bu husus! Fark edilmelidir ki, "Allâh Esmâ’sında İlim" özelliğine işaret eden isim vardır; Allâh’ın aklına işaret eden bir isim yoktur; çünkü bu muhaldir! Akıl, çokluk algılamasının oluşması için yaratılmıştır! Esasen "Akl-ı küll" veya "Akl-ı evvel" tanımlamaları dahi mecazî ve izafeten kullanılır; gerçekte "İlim" vasfının açığa çıkması hâlinde aldığı isimden başka bir şey değildir. Birimin derûnundaki, hakikatindeki "ilim" boyutunun tanımlaması "Akl-ı küll"dür ki, "vahiy"in kökeni dahi budur. "Akl-ı evvel" ise tamamıyla yakıştırma bir tâbir olup, ehli olmayana Esmâ mertebesinin "şe’n"deki "ilim" boyutunu tarif için kullanılmıştır. "AN" içre geçerli "ilim"e işaret yollu olarak.
Esasen, Efâl mertebesi olarak algılanması dilenilmiş boyut, gerçekte, "her an yeni bir şe’nde" olan "Esmâ Mertebesi"nden başka bir şey değildir! Seyreden, seyredilen, seyir aynı TEK’tir! "Şarabı la yezali" diye işaret edilen dahi bu seyirdir; "cennet şarabı" tanımlaması dahi, bu seyre işaret eder! Çokluk algılaması içinde olanın ise, bunun yalnızca bilgisini gevelemekten başka şansı yoktur!
Efâl - fiiller - kesret - çokluk - algılaması yaşanan âleme gelince ise... Vücud, varlık yalnızca "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi "şe’n"i itibarıyla aynıyla "Esmâ" olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; "âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır" uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, "küll" seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise "melek" ismiyle tanımlanmıştır ki; "insan"ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise "Rabbinin likâsına kavuşmak" diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası "Kudret" yurdudur, "kün" hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! "Hikmet" yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur! Efâl âlemi ise, bu boyuta (kudret yurduna) göre, tümüyle hologramik (zıll-gölge) vücud-varlık ve yapıdır! Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf "mele-i âlâ" hükmü ile buradan açığa çıkar! Rasûller ve vârisleri velîler, "mele-i âlâ"nın yani Esmâ kuvvelerinin yeryüzündeki dilleridir! Bütün bunlar dahi, hep Esmâ mertebesinde ilimde olup biten seyirlerdir! "İnsan"ın hakikati dahi bu anlamda "melek"tir ve melek oluşunu hatırlamaya ve gereğini yaşamaya davet edilmektedir gerçekte! Bu konu çok daha derin ve detaylı bir konudur... Anlattığımız ilimden nasibi olmayan ise, farklı boyut ve mertebelerden seyri dillendiren anlatımı, çelişkili bulabilir. Ne var ki, biz, 21 yaşında 1966 yılında kaleme aldığımız "Tecelliyât" isimli kitabımızda dillendirdiğimiz şaşmaz doğrultudaki müşahedemizi, kırk beş yıllık süreçte, tahkike dayalı olarak, insanlıkla paylaştık kulluğumuzun sonucu olarak; kimseden maddi veya manevî bir karşılık beklemeden. Açıkladıklarımız, "el malı" değil, "Allâh hibesidir"! Şükrünü edâ etmem ise mümkün değildir! Bu nedenledir ki anlattıklarımızda hiçbir çelişki yoktur. Var sanılıyorsa, bu, aradaki bağlantıları kurmaya yeterli veritabanı olmamasındandır!
Evet, müşahedemiz bu realite ise...
"Allâh isimleri" konusunu nasıl anlamamız gerekir?
Bilelim ki...
"Allâh isimleri", bilinç devrede olmaksızın şuurda açığa çıkıp (vahiy), daha sonra bilinç tarafından değerlendirilmeye çalışılan evrensel -kâinat anlamında değil âlemler işareti doğrultusunda- özelliklerdir.
"Esmâ ül Hüsnâ" Allâh’ındır; o isimlerin işaret ettiği özellikler, TEK ve SAMED olarak bildirilen, Allâh adıyla işaret edilenin, Esmâ mertebesine, "nokta"ya işaret eder... Dolayısıyla bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O’nundur; beşer anlayışıyla kayıtlanamaz! Nitekim Mu’minûn: 91’de: SubhanAllahi amma yesıfun = onların vasıflamalarından Allâh münezzehtir; buyurulur! "O’na isimlerin mânâlarıyla yönelin... O’nun Esmâ’sında ilhada sapanları (Esmâ’yı beşerî değer yargılarıyla sınırlayanları; El Esmâ ve El Hüsnâ’nın ne olduğunu fark edemeyenleri ve "Ekberiyet"iyle Allâh’ı bilmeyenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir." (A’raf: 180)
"El Hüsnâ’yı tasdik ederse, böylece ona en kolayı kolaylaştırırız!" (Leyl: 6-7)
Hatta ihsan hâli (muhsin oluşun cezası) bile "El Hüsnâ"ya bağlanıyor...
"İhsan ehline, daha güzeli (El Hüsnâ) ve fazlası (Rıdvan) vardır... Onların vechlerini (yüzlerini-şuurlarını) ne kara toz zerresi (bencillik), ne de (hakikatlerinden ayrı düşmenin getirisi olan) zillet kaplar... Onlar sonsuza dek cennet ehlidirler!" (Yunus: 26)
"Zâtı" itibarıyla "benzeri" olmayan; Esmâ’sıyla yarattıklarıyla kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî olan; "Ekberiyeti" ile sayısız "nokta"lardan bir nokta olan "çok boyutlu tek kare resim" diye açıklamaya çalıştığımız "Esmâ mertebesi"nin "kesret-çokluk boyutu" olarak algılanışı olan -gerçekte tekil tümel- "fiiller" âlemini, "ilminde" var kıldığı özellikler ile yaratmıştır.
Daha derine gitmeden toparlayalım...
Allâh isimleri olarak vahiy yollu bildirilen özellikler, Dünya üstünde yaşayan "yeryüzü halifeliği"nin farkındalığına ermeye çalışan "zâlim ve cahil insan"ın algıladığının çok çok ötesinde, evrensel boyutların tümünü "yok"tan, "zıll-gölge" vücud olarak (hologramik) "var" kılan özellikler tekilliğidir!
MUAZZAM, MUHTEŞEM, MÜKEMMEL özellikleridir tüm boyutsallığı ve içre varlıklarıyla evrenselliğin!
Şimdi bir an, insanın algıladığı dünyasını düşünün!
Sonra da eğer dar çerçeveli bakış açısı anlamındaki köylü bakışından arınmış olarak, en son bilgilerinizin oluşturduğu evrensellik anlayışıyla "başınızı kaldırıp göğe bir bakın" Kur’ân-ı Kerîm ifadesiyle!
Duyularınızla algıladıklarınız, evrensel azamet, ihtişam ve mükemmeliyet yanında nedir ki?
İşte bu gerçeklik dolayısıyla...
Umarım...
Allâh isimleri hakkında bugüne kadar düşünülüp konuşulup yazılmışların, yalnızca vahiy kaynaklı gelen BİLGİ’nin (Kitabın), arındığı kadarıyla bilinçlerimiz tarafından değerlendirilişi olduğunu aklımızdan çıkarmayarak; bu isimlerin işaret ettiği özelliklerin tüm evrensellikte geçerli olduğunu; tüm yapıda her an yepyeni anlamları, açılımları meydana getirdiğini göz önünde tutarak konuya eğilebiliriz. Bu arada şunu vurgulayayım ki, "Ekberiyet" başlıklı yazımda açıklamaya çalıştıklarım pek "oku"nmamış! Bahsettiğimiz Esmâ mertebesinin özelliklerinin, "Allâh" adıyla işaret edilen indîndeki, sayısız "nokta"lardan bir "nokta" ve dahi "Hakikat-i Muhammedî" veya "Ruh adlı melek" isimlerine bürünerek açığa çıkan sonsuz-sınırsız; ezeli ve ebedi olmayan Esmâ mertebesi olduğu gibi; ayrıca, bu mertebenin, tüm evren içre evrenler olan "çok boyutlu tek kare resim" diye söz ettiğimiz olduğu da fark edilmemiş! Bu yüzdendir ki, el an, Allâh, âlemlerdeki tek bir tanrı olarak algılanmakta devam ediyor! Oysa, tüm seyir ve dillendirilenler yalnızca "nokta"mızla ilgilidir ki; Allâh yalnızca "Allâh"tır; "Ekber"dir! Subhanehu min tenzihiy!
Şunu da asla hatırdan çıkarmayalım ki, yazdıklarım kesinlikle olayın son noktası olmayıp, bu konuda yazılabileceklerin yalnızca mukaddimesi (giriş yazısı) mahiyetindedir. Bundan daha derininin açıkça yazılıp yayınlanması tarafımızdan mümkün değildir. Ayrıca ehlinin fark edeceği üzere, bu kadarı dahi bugüne kadar bu açıklık, netlik ve detayla yazılmamıştır. Konu ustura sırtı gibi ince ve keskindir, çünkü okuyan kişi hiç farkında olmadan ya ötede bir tanrı kavramına kayabilir; ya da çok daha kötüsü firavun misali, benliğiyle-bilinciyle hakikati sınırlama derekesine düşebilir!
Buraya kadar "El Esmâ" işaretinin neye olduğuna dikkat çekmeye çalıştık.
Şimdi gelelim "ül Hüsnâ" olarak bildirilen muazzam, muhteşem ve mükemmel anlam ve özellik ihtiva eden isimlerin işaret ettiği özelliklere... Elbette "esfeli sâfîliyn" olan kelimelerin elverdiğince!
Burada öncelikle şu hususa dikkat gerekir kanımca.
TETİKLEME SİSTEMİ
Bu isimlerin işaret ettiği özellikler her noktada tümüyle mevcuttur eksiksiz! Ne var ki, açığa çıkması dilenen özelliğe göre, kimileri kimilerine baskın hâle gelerek, tıpkı ekolayzırda yükselen kanalların öne geçmesi gibi, diğerlerinin önüne geçerek oluşumu meydana getirmektedir. Ayrıca belli isimlerin işaret ettiği belli özellikler, doğal olarak, otomatik olarak ilgili diğer isimlerin oluşumlarını tetikleyerek, akışı-oluşumu, "yeni şe’n"i meydana getirmektedirler. İşte bu olay, "Sünnetullah" diye tanımlanan, evrensel Allâh kanunlarının -ya da basîreti kısıtlı olanların deyişiyle doğa kanunlarının- işleyiş mekanizmasını anlatmaktadır. Bu husus tahmin ve hayal edilemeyecek kadar azametli bir olaydır; ezelden ebede, tüm boyutlarıyla ve algılanan tüm birimleriyle her şey, bu sistem içinde varlığını sürdürür! Evrensel boyutta veya insanın dünyasında, bilincinden açığa çıkan düşünceler dâhil, tüm fiiller bu sisteme göre oluşur. Buna kısaca "İsimlerin özelliklerinin ilgili ismin özelliğini tetiklemesi mekanizması" diyebiliriz. Yukarıda uyardığım üzere, bu isimlerin özelliklerinin açığa çıkış ortamı olarak, -gerçekte TEK’il- bilebildiğiniz tüm evrenselliği düşünün. O evrensellik içinde algılayanın algıladığı her ortama ya da boyuta veya açığa çıkan birime göre, söz ettiğim "tetikleme" olayı geçerlidir! Bu sisteme göre de -neyin neyi meydana getireceği bilinmesi nedeniyle- ezelden ebede ne olup bitecekse "Allâh ilminde" mevcuttur! Bakara Sûresi sonundaki (Bakara: 284) "...Bilinçlerinizde (düşündüğünüz) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de, Allâh varlığınızdaki Hasîb ismi özelliğiyle size onun sonuçlarını yaşatır..." uyarısı; Zelzele Sûresi’ndeki (Zilzâl: 7) "Kim zerre kadar hayır yaparsa, sonucuna erişir" ve de "Hasîb" isminin işaret ettiği özellik, hep bu "tetikleme" mekanizmasını bize anlatmak içindir ki, açığa çıkan bir fiil veya düşüncenin sonucunun yaşanmaması mümkün değildir. İşte bu yüzdendir ki, geçmişimizde düşündüğümüz ya da ortaya koyduğumuz şükür ya da nankörlük bâbında her fiil mutlaka sonucunu yaşatmıştır veya yaşatacaktır! Bu konu üzerinde derin düşünülürse çok kapı açar ve çok sırlar fark edilir. "Kader sırrı" olarak bahsedilen konu dahi bu mekanizma ile ilgilidir!
Şimdi gelelim birer işaret-yön levhası hükmündeki özel "isim"lerin bize gösterdiklerine:
ALLÂH... Öyle bir isimdir ki... "Ulûhiyet"e işaret eder! "Ulûhiyet" hem "HÛ" ismi ile işaret edilen "Mutlak Zât" anlamını içerir; hem de İlim mertebesinde, ilmiyle ilmini seyir anlamına oluşmuş "nokta"lar âlemlerini, her bir "nokta"yı oluşturan kendine özgü "Esmâ" mertebelerine işaret eder! "Zât"ı itibarıyla, "şey"in ayrı, "Esmâ"sı itibarıyla "şey"in aynı olan Allâh ismiyle işaret edilen; âlemlerden Ganî ve benzeri olmayandır! Bu yüzdendir ki, "şey"i ve fiillerini Esmâ’sıyla yaratan Allâh ismiyle işaret edilen Kur’ân-ı Kerîm’de "BİZ" işaretini kullanmaktadır. "Şey"de kendisinin gayrı yoktur! Bu konuda çok iyi anlaşılması gereken husus şudur: "Şey"den söz ettiğimizde "şey"in zâtı derken onun varlığını oluşturan "Esmâ mertebesinden" söz ederiz. "Şey"in zâtı hakkında tefekkür edilir, konuşulur. Allâh adıyla işaret edilenin Zâtı hakkında ise konuşmak muhaldir; yani kesinlikle olanaksızdır! Çünkü Esmâ özelliğinden meydana gelmişin, mutlak Zât hakkında fikir yürütmesi, "vahiy" yollu gelmiş bilgi ile dahi olsa -ki bu da olanaksızdır- mümkün olmaz! İşte bunu anlatmak sadedinde yolun sonu "hiç"likte biter, denmiştir!
HÛ... "HÛ’vAllahulleziy la ilahe illâ HÛ"! İster vahiy yollu gelsin, ister bilinç yollu üzerine eğilinsin, algılanan her "şey"in hakikatinin derûnu... Öylesine ki; Ekberiyet tecellisi sonucu önce "haşyeti", sonucu olarak da "hiç"liği yaşatır ve bu yüzden de O’nun hakikatine erişilemez! "Basîretler ona ulaşmaz!" Mutlak bilinmezliğe ve kavranılmazlığa işaret ismidir! Nitekim "ALLÂH" dâhil tüm isimler "HÛ"ya bağlı geçer Kurân’da! "HU ALLAHu EHAD", "HU’ver Rahmanur Rahıym", "Hu’vel’Evvelu vel’Ahıru vez’Zahiru vel’Batın", "HU’vel Aliyyül Azıym", "HU’ves Semiy’ul Basıyr" ve Haşr Sûresi’nin son üç âyeti gibi! Bu arada şunu da bir diğer okunuş şekli itibarıyla fark ederiz ki, isimlerin öncesindeki "HÛ" ismi işaretiyle önce tenzih vurgulaması yapılır, sonra da söz edilen isimlerle teşbihe işaret edilir. Bu da hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir işarettir.
ER RAHMAN... "Allâh" ismiyle işaret edilenin, "zerre"lerin zâtını "Esmâ"sıyla ilminde "var" kılma özelliğine işaret eder. Her şey, "var"lığını "ilim ve irade" mertebesinde bu ismin işaret ettiği özellikle elde eder! "Er Rahmanu alel Arşisteva" (Tahâ: 5) ve "Er Rahman; Allemel Kur’ân; Halekal İnsan; Allemehül beyan" (Rahman: 1-4) gereği "ŞUUR"da açığa çıkan "Esmâ"nın hakikatidir! Rahmeti, o "şey"i ilminde, "var"lığa getirmesidir! "Allâh Adem’i Rahman sûretinde halk etti" işareti "İnsan"ın, ilmî sûretinin Rahmaniyet özelliği yansıması üzere meydana getirildiğine işaret eder. Yani Esmâ mertebesinde bulunan özellikler ile! İnsan’ın, Zâtı itibarıyla kendini tanıyışı da Rahmaniyet’le ilgilidir... Bu nedenle "RAHMAN"a secdeyi müşrikler algılayamamıştır (Furkan: 60)... Şeytan (vehim, bilinç) "RAHMAN"a âsi olmuştur (Meryem: 44)... "İnsan"ın Zât’ının "Esmâ" hakikatinden meydana getirildiğine işaret eder! "İnsan"daki "Zâtî tecelli" de budur!
ER RAHIYM... Âlem sûretleri ile kendini seyir edendir! Bilinçli varlıkları, hakikatlerine erdirmek suretiyle; seyretmekte ve Esmâ’sı özellikleriyle yaşatmakta olanın, kendisi olduğu farkındalığıyla yaşatandır. "Ve kâne bil mu’miniyne Rahıyma = Hakikatine iman etmişlere Rahîm’dir" (Ahzab: 43). Cennet diye işaret edilen yaşamın kaynağıdır. Melekî boyutun "var"lığını oluşturandır.
EL MELİK... Mülkü hükmünde olan Esmâ mertebesinde dilediğince şe’n alarak fiiller âlemi sûretlerinde tedbir edendir! "Her şeyin melekûtu (Esmâ kuvveleri) elinde olan (tedbirâtın bu mertebeden açığa çıktığına işaret) Subhan’dır... O’na rücu ettirileceksiniz" (Yâsîn: 83). Tek Melîk’tir! Ortağı olmaz. Bunun farkındalığını yaşattığının kesin ve mutlak teslimiyet dışında bir hâli olmaz! İtiraz ve isyan hiç kalmaz! "Arşı istiva" diye anlatılan olayda önde gelen özelliktir diğer birkaç özellikle birlikte... "Semâlarda ve arzda her ne varsa; Melîk, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan (dilediği mânâları açığa çıkarması için onları yaratan) Allâh’ı (işlevleriyle) tespih etmedeler!" (Cum’a: 1).
EL KUDDÛS... Yaratılmışlarda açığa çıkan özellik ve kavramlarla tanımlanmaktan, kayıtlanmaktan ve sınırlanmaktan berî! Tüm âlemleri Esmâ’sıyla "var" kılarken, onlarda açığa çıkan özelliklerle tanımlanmaktan dahi berîdir.
ES SELÂM... Yaratılmışlara (beden ve tabiat kayıtlarından; tehlikeden; boyutlarının kayıtlarından) selâmet ihsan eden, yakîn hâlini oluşturan; iman edenlere "İSLÂM"ın hazmını veren; Dar’üs Selâm (hakikatimize ait kuvvelerin tahakkuku) olan cennet boyutu hâlinin yaşamını meydana getiren! Rahîm isminin tetikleyerek açığa çıkardığı isim-özelliktir! "Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym = Rahîm Rab’den "Selâm" sözü ulaşır (Selâm ismi özelliğini Rableri olan Esmâ hakikatlerinden açığa çıkan yolla yaşarlar)!" (Yâsîn: 58).
EL MU’MİN... Algılananın ötesi olduğu farkındalığını oluşturandır Esmâ boyutu itibarıyla. Bu farkındalık, boyutumuzda "iman" olarak açığa çıkar. İman edenler şuurlarındaki bu farkındalıkla iman ederler; dünyamızda Rasûller; tüm varlıkta ise melekler dâhil! Bu farkındalık, bilinçteki aklın vehim esaretinden kurtulmasını sağlar. Vehim, kıyası kullanarak muhakeme yapan aklı saptırabilirken, iman karşısında güçsüz ve etkisiz kalır. Mümin isminin özelliğinin açığa çıkışı şuurdan bilince direkt yansır; dolayısıyla da vehim kuvvesi onun üzerinde tasarruf edemez.
EL MÜHEYMİN... "Esmâ" mertebesinden açığa çıkanları kendi sistemi içinde koruyup sürdürendir (El hafizu ver Rakiybu ala külli şey)! Ayrıca, (emaneti) gözetip himaye eden, koruyan, emin, anlamlarına da gelir. "MÜHEYMİN"in türediği kök olan "el Emanet"in Kurân’daki fonksiyonel kullanılışı, semâların - arzın - dağların yüklenmekten imtina ettiği ve el Kurân’ın ikizi olan el İnsan’ın yüklendiği şeydir. Esas itibarıyla Esmâ mertebesi ilminin RUH adlı melek olarak şuuruna işaret eder. Ondan da yeryüzünde açığa çıkan insana yansır bu emanet! Yani, Hakikatinin, Esmâ özellikleri olduğu şuurunu yaşamak! Bu da Mümin ismiyle ortak çalışır. RUH adlı melek (kuvve) dahi, Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız özelliklerine imanın kemâliyle Hayy ve Kayyûm’dur! Çünkü o dahi "şe’n" olarak vücud sahibidir!
EL AZİYZ... Karşı konulmaz güç sahibi olarak, dilediğini uygulayan! Tüm âlemlerde dilediğini karşı çıkacak güç olmaksızın yerine getiren. Bu isim Rab ismiyle paralel çalışan bir isimdir. Rab özelliği Azîz özelliğiyle hükmünü icra eder!
EL CEBBAR... Hükmü zorunlu olarak uygulamada olandır. Âlemler Cebbâr’ın hükmü altında, dilenileni uygulamak zorundadır! Uygulamama gibi bir seçenekleri yoktur! Cebr, onların özlerinden gelen bir şekilde sistem gereği olarak açığa çıkar ve hükmünü yaşatır!
EL MÜTEKEBBİR... Mutlak BEN’lik O’na aittir! "Ben" diyen yalnızca kendisidir! Kim ben sözüyle kendisine varlık verirse; var oluşunun hakikatine ait "Ben"liği örtüp, göreceli benliğini ileri çıkarırsa, bunun sonucunu, yanmak suretiyle yaşar! Kibriyâ, O’nun vasfıdır.
EL HALİK... Mutlak TEK yaratan! Esmâ özellikleriyle birimleri "yok"ken "var" kılan! Hâlik’in "halk"ettiği her bir şeyin bir "hulk"u, yani yaratılış amacına göre bir huyu, ahlâkı (doğasına göre davranışı) vardır... Bu nedenle "tehalleku BiAhlakıllah = Allâh ahlâkı ile (Allâhça) ahlâklanın!" buyurulmuştur ki bunun anlamı; "Allâh Esmâ’sının özellikleriyle var olmuş olduğunuzun farkındalığıyla ve bunun gereğince yaşayın" demektir.
EL BARİ... Mikrodan makroya doğru her yarattığını kendine özgü program ve özellikle yaratırken, bütünsellikle de uyumlu olarak onu işlevlendiren. Saat dişlilerinin ahenkli düzeni misali!
EL MUSAVVİR... Mânâları sûretler hâlinde açığa çıkarıp, algılayanda o sûretlerin algılanma mekanizmasını oluşturan.
EL ĞAFFAR... Kudret veya hikmetin gereği olarak oluşmuş noksanlıklarını fark edip, bunların sonuçlarından kurtulmayı irade edenlere, örtüleyiciliğini yaşatan. Bağışlayan.
EL KAHHAR... "Vâhid" oluşunun sonucunu yaşatarak "izafî-göresel" benliklerin asla "var" olmadığını seyrettiren!
EL VEHHAB... Dilediğine karşılıksız ve "hak etme" kavramı devrede olmaksızın veren.
ER REZZAK... Hangi boyutta veya ortamda olursa olsun açığa çıkan birimin yaşamının devamı için gereken her türlü gıdayı veren.
EL FETTAH... Birimde açılım oluşturan. Hakikati fark ettirip seyrettiren; bunun sonucunda âlemlerde eksik, noksan, yanlış olmadığını müşahede ettiren. Görüş veya kullanım alanını açıp değerlendirme olanağını meydana getiren. Fark edilemeyeni fark ettirip değerlendirten!
EL ALİYM... "İlim" özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi ve her boyutu, her yönüyle Bilen!
EL KABIDZ... Tüm birimleri, onları oluşturan "Esmâ"sıyla hakikatleri yönünden kudret eliyle tutup hükmünü icra eden! İçe dönüklüğü yaşatan.
EL BASIT... Açıp yayan. Boyutsallıkları ve derin görüşü oluşturan.
EL HAFİDZ... Alçaltıcı. Hakikatinden uzak yaşamı oluşturucu! Evrensel boyuttaki "Esfeli sâfîliyn"i yaratıcı. "Kesret" müşahedesini oluşturan perdeliliği meydana getiren!
ER RAFİ’... Yükselten. Bilinçli birimi yatay veya dikey anlamda yükselterek hakikatini kavrama veya seyir anlamında yükselten.
EL MUİZZ... Dilediği birimde, izzeti oluşturan özelliği açığa çıkartarak, onu diğerlerine göre değerli kılan!
EL MÜZİLL... Dilediğinde zilleti zahir kılan! Zelil eden... İzzeti meydana getiren yakınlık özelliklerini yaşatmayarak, benlikle perdelenmenin yetersizlikleri içinde aşağılanmayı aşikâr kılan!
ES SEMİ’... Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerini her an algılamakta olan. Farkındalığı ve kavramayı yaşatan. Bunun sonucu olarak Basîr ismi özelliğini tetikleyen!
EL BASIYR... Açığa çıkan Esmâ özelliklerini her an seyir ile onlardan çıkanları değerlendirip sonuçlarını oluşturan.
EL HAKEM... Hükmeden ve hükmü kesinlikle yerine gelen!
EL ADL... Ulûhiyetinin sonucu olarak açığa çıkardığı her Esmâ özelliğinin yaratış amacına göre hakkını veren. Haksızlık etmekten, zulüm etmekten münezzeh olan!
EL LATİYF... Yarattığının derûnunda ve varlığında gizli olan. Lütfu çok olan!
EL HABİYR... Açığa çıkan Esmâ özelliğinin "var"lığını, "Esmâ"sıyla meydana getiren olarak, onun durumundan haberi olan. Birime, kendisinden açığa çıkanla, ne mertebede anlayışa sahip olduğunu fark ettiren!
EL HALİYM... Açığa çıkan bir olaya ani ve fevrî tepki vermeyip, açığa çıkış amacı doğrultusunda değerlendirmeye alan.
EL AZİYM... Açığa çıkmış Esmâ özelliği olan hiçbir birimin, azametini kavrayamayacağı muhteşem büyüklük.
EL ĞAFÛR... Allâh Rahmetinden asla ümit kesilmemesi gereken. Gerekli arınmayı yaptırtarak Rahîmiyetin nimetlerine erdiren. Rahîm ismini tetikleyen!
EŞ ŞEKÛR... Verdiği nimeti çoğaltmak için o nimeti değerlendirten. Birimde verilen nimeti hakkıyla değerlendirerek "daha"sına açılmayı oluşturan. "Kerîm" isminin özelliğini tetikler. Bu ismin özelliğinin kapalı kalması ise, birimi kendisine ulaşana karşı kapanmayı; o nimeti değerlendirmek yerine başka yönlere dönerek o nimetten perdelenmeyi yaşatır. Bu da "nankörlük" yani verileni değerlendirmemek olarak tanımlanır. Verilenin gerisinden mahrum kalma sonucunu doğurur. Nimetin ardı kesilir!
EL ALÎY... Yüce. Varlıkları Hakikat noktasından seyreden!
EL KEBİYR... Esmâ’sıyla yarattığı âlemlerinin büyüklüğü kavranamaz olan.
EL HAFİYZ... Âlemler içindekilerin varlığının korunması için onların gerekenlerini oluşturan.
EL MUKİYT... Hafîz isminin özelliğinin oluşması için gerekli olan maddi veya manevî olarak nitelendirilen alt yapıyı oluşturup meydana getiren.
EL HASİYB... Birimselliğin devamı için yeterli olduğu gibi, birimden açığa çıkanların sonucunu yaşatan. Böylece sonsuza dek oluşumun akışını yaratmış olan!
EL CELİYL... Muhteşem kapsam ve mükemmeliyetiyle Efâl âleminde sultan!
EL KERİYM... Öylesine cömert ki, kendisini inkâr ile açığa çıkanlara dahi sayısız nimetlerini bağışlamakta. "OKU"mak yani "İKRA" ancak O’nun keremiyle bir birimde açığa çıkabilir. Her birimin hakikatinde yer almakta.
ER RAKIYB... Her birimi Esmâ’sıyla yarattığı için her an onunla olarak kontrol altında tutan.
EL MUCİYB... Kendisine olan yönelişlere mutlaka icabet ederek gereğini oluşturan!
EL VASİ’... Esmâ özellikleriyle tüm âlemleri kapsamış olan.
EL HAKİYM... İlminin kudretiyle açığa çıkmasını sebepler zincirine bağlayarak, nedenselliği oluşturan ve böylece kesret algılamasını oluşturan.
EL VEDUD... Cazibeyi, çekim gücünü yaratan. Salt karşılıksız, çıkar beklenmeyen sevgiyi var eden. Her sevenin, sevdiğinde sevdiği gerçekliktir!
EL MECİYD... Açığa çıkardığı muhteşem yaratış dolayısıyla şanının yüceliğini ortaya koyan!
EL BAİS... Sürekli yeni yaşam boyutlarına dönüştüren! "Her an yeni bir şe’nde" oluşun mekanizması olarak sürekli yeni bir hâl yaşatan.
Bu özelliğin insanda açığa çıkışı itibarıyla... "AMENTU"da da yerini alan "Ba’sü ba’delMevt = ölüm akabindeki diriliş" anlamındadır... "Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz!" (İnşikak: 19) âyetindeki işlev de bunu anlatır...
Bedenden ve/veya bilinçten ölmek ve bunun devamı yeni bir yaşam hâline başlamak. Şu dünya (beden) yaşamımızda iken de bu bâ’slar mümkündür... Velâyet - Nübüvvet - Risâlet bâ’sları gibi! Ki, bunlarda dahi yeni bir yaşam mertebesi söz konusudur!
Tohumun kabuğunu çatlatıp mahsulünü açığa çıkarması gibi, ölü (bilkuvve - işlevsiz - nesnel) olanı bâ’s edip dirilten, demektir. Açığa çıkana, yeni yaşam ortam veya boyutuna kavuşana göre, bir önceki ortama uygun yaşam bedeni "kabir" hükmündedir... "O Saat (vefat) muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Kesinlikle Allâh, kabirlerde (bedenleri içinde) olan nefsleri (bilinçleri) bâ’s edecektir (varlıklarındaki Esmâ özelliğiyle yeni bir beden oluşturarak yaşamlarına devam ettirecektir)!" (Hac: 7)
EŞ ŞEHİYD... Varlığıyla varlığının şahidi olan. Açığa çıkardığı Esmâ özelliklerinden varlığını seyredip açığa çıkanlara şehâdet eden! Şehâdet edilenin kendisinden gayrı olmadığını yaşatan.
EL HAKK... Apaçık ortada olan Mutlak Hakikat! Açığa çıkan tüm işlevlerin hakikati ve kaynağı!
EL VEKİYL... Açığa çıkan her birimin işlevinin gereğini yerine getirmek için gerekeni yapan. Bunun idrakıyla kendisine tevekkül edene sahip çıkarak, onun için en hayırlı sonucu oluşturan. Hakikatindeki el Vekiyl isminin özelliğine iman eden Allâh’ın tüm isimlerine (tüm kuvvelerine) de iman etmiş olur! Halifelik sırrının kaynağı bir isimdir!
EL KAVİYY... Kudreti kuvveye dönüştürerek varlığın oluşmasını sağlayan ve onlardaki kuvveleri oluşturan. Melekî boyutu meydana getiren.
EL METİYN... Tüm Efâl âlemini ayakta tutan. Metîn... Sağlamlığı oluşturan. Metanet, direnç veren!
EL VELİYY... Birimde kendi hakikatini tanıma ve gereğini yaşama özelliğini açığa çıkaran. Velâyetin ve onun kapsamındaki üst düzey yaşam özellikleri olan Risâlet ve Nübüvvetin kaynağı. Velâyetin en üst mertebesi olan Risâlet ve bir altı olan Nübüvvet kemâlâtını irsâl eden. Risâlet kemâlâtının zuhuru sonsuza dek geçerli ve işlevli iken, Nübüvet kemâlâtının işlevi yalnızca dünya yaşamında geçerlidir. Nebi, âhiret yaşamında da o kemâlâtla yaşar, ancak işlevi bitmiştir dışa dönük olarak! Risâlet işlevi ise velâyet getirisi üzere devam eder sonsuza dek, velîlerdeki gibi.
EL HAMİYD... Açığa çıkardığı evrensel kemâlâtı "Velî" ismi kapsamında açığa çıkardığı âlem sûretlerince seyredip değerlendirendir! Hamd yalnızca kendisine aittir!
EL MUHSIY... TEK’likteki çokluk sûretlerini makrodan mikroya tek tek tüm özellikleriyle yaratan.
EL MUBDİ’... Yaratılmışları eşi benzeri olmayan kendine özgü özellikler bütünü olarak âlemlerde açığa çıkaran.
EL MUIYD... Aslına rücu edenleri yeni bir yaşam boyutunda hayata döndüren.
EL MUHYİ... İHYA eden. Hayata kavuşturan. İlim yaşantısıyla hakikati müşahede ederek yaşamını sürdürmeyi oluşturan.
EL MUMİT... Ölümü tattıran... Bir yaşam boyutundan diğer yaşam boyutuna geçirten!
EL HAYY... Esmâ âleminin kaynağı! Tüm isim özelliklerinin hayatını veren, varlığını oluşturan. Evrensel enerjinin kaynağı; enerjinin hakikati!
EL KAYYUM... Hiçbir şeye ihtiyaç duymaksızın kendi vasıflarıyla varlığını kaîm kılan. Var olan her şey kendisiyle kaîm olan.
EL VACİD... Özellikleri âdeta taşan... Her dilediğini var eden. Tüm yaratışına rağmen hiçbir şeyi eksilmeyen!
EL MACİD... Kerem ve ihsanının sınırsızlığının getirdiği şan ve yücelik sahibi!
EL VAHİD... Vâhid ül AHAD... Sayısal çokluk kabul etmez TEK! Cüzlere bölünmemiş ve cüzlerden oluşmamış; panteizm anlamına gelmeyen Bir! Çokluk kavramının düştüğü, "yok"luğa kavuştuğu, hiçbir fikir ve düşüncenin ayak basamadığı TEK!
ES SAMED... Som, salt TEK! Çokluk kavramından münezzeh! Çok özelliğin birleşmesinden oluşmamış! Ve dahi sınır kavramından berî olan TEK’lik sahibi. Hiçbir şeye muhtaciyeti söz konusu olmayan TEK’illik. Hadîs-î şerîf’te şöyle tanımlanmıştır: "Es Samedülleziy la cevfe fiyhi = Samed odur ki, onda boşluk yoktur (SOM, SALT)!"
EL KAADİR... İlmindekileri kudretiyle bir nedenselliğe dayanmaksızın yaratıp seyreden! Bu hususta asla sınırlanmayan!
EL MUKTEDİR... Kudretiyle izhar ettiği tüm varlıkta iktidarı, tedbir ve tasarrufu geçerli olan mutlak - işlevsel kudret sahibi.
EL MUKADDİM... Yaratış amacına göre açığa çıkaracağı Esmâ özelliğine öncelik veren.
EL MUAHHİR... Yarattığında açığa çıkacak olanı Hakîm isminin gereğince erteleyen.
EL EVVEL... Yaratılmış olanın başı, ilk Hâli olan Esmâ Hakikati.
EL ÂHİR... Yaratılmış olanın sonsuza dek bir sonrası.
EZ ZÂHİR... Apaçık ortada olan, Esmâ özelliğiyle algılanmakta olan!
EL BÂTIN... Apaçık ortada olanın algılanamayanı ve Gaybın hakikati. (Evvel Âhir Zâhir Bâtın, HÛ’dur!)
EL VALİY... Hükmüne göre yöneten.
EL MÜTEALİY... Sonsuz sınırsız yüce; yüceliği her şeye yaygın! Âlemlerdeki hiçbir akıl ve idrakın kapsamıyla, hiçbir fıtratın mahiyet ve yansıtıcılığıyla sınırlanmayan yücelik sahibi.
EL BERR... Fıtratların gereğini kolaylaştırarak oluşmasını sağlayan! Bu konuda vaatlerini yerine getiren.
ET TEVVAB... Hak ve hakikati algılatıp kavratarak, o birimin kendi hakikatine dönüşünü oluşturan. Tövbeyi yaşatır. Yani, birime yaptığı yanlışlardan dönmeyi ve verdiği zararları gidermeyi nasip eder. Bu isim özelliği açığa çıktığında Rahîm isminin özelliğini tetikler. Sonuçta kişinin hakikatinin getirisi olan güzellikleri ve müşahedeyi yaşatır.
EL MÜNTEKIM... Birimdeki, hakikatini yaşamasına engel olan davranışlarının sonuçlarını yaşatan! "Züntikam", açığa çıkanın sonucunu, hak ettiğini yaşatmaktır. Allâh, intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir! "Şedîd ül İkab" ile birlikte kullanıldığında, "Hakikatinin gereğini yaşamaya ters düşen düşünce ve davranışların sonucunu en sert ve keskin bir biçimde yaşatan" anlamına gelir.
EL AFÜVV... Şirk dışında işlenmiş bütün suçların tövbesini kabul edip, affedendir. Şirk hâli yaşamında bu ismin özelliği açığa çıkmaz. Burada fark edilmesi önemli konu şudur. Suçun affı demek, o kişinin af öncesi yaşantısındaki kayıplarının geri kazanılması demek değildir. Geçmişin telâfisi ve kazası yoktur Sünnetullah’ta!
ER RAUF... Çok şefkatli, acıyan; kendisine yönelenleri, onlara zarar verip sıkıntıya sokacak davranışlardan koruyan, uzaklaştıran.
EL MALİK’ÜL MÜLK... Mülkünde dilediğini tedbir edip, hiçbir birime hesap verme kavramı olmadan dilediğini uygulayan.
"De ki: ’Mülkün Mâlik’i olan Allâh’ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kâdîr’sin.’" (Âl-i İmrân: 26)
ZÜL’CELALİ VEL’İKRAM... Celâl’iyle açığa çıkardığına "yok"tan var olmuşluğunu kavratarak "yokluğunu" yaşatıp; İkram’ıyla, Esmâ kuvvelerinin kendisinde açığa çıkışını seyrettirerek Bekâ’yı yaşatır.
EL MUKSIT... Ulûhiyeti gereği olarak, her yaratılmışa yaratılış amacına göre hak ettiğini vermek suretiyle adaletini uygular.
EL CAMİ’... Tüm varlığı "çok boyutlu tek kare resim" olarak ilminde topluca seyreden. Yaratılmışları, yaratılış amaç ve işlevleri doğrultusunda toplayan!
EL ĞANİYY... Esmâ’sının işaret ettiği özelliklerle sınırlanıp kayıtlanmayan ve o vasıflarla etiketlenmekten dahi münezzeh olan; "Ekberiyeti" dolayısıyla! Esmâ’sıyla sayısız sınırsız zengin olan!
EL MUĞNİY... Dilediğini, başkalarından mustağnî kılan, zenginliği yaşatan, kendi zenginliğiyle zengin eden. "Fakr"in sonucu olan Bekâ’nın güzelliklerini hibe eden... "Seni hiçbir şeyin yok iken (fakr-"yok"lukta) bulup da zenginliğe ("gına"ya-Bekâ’ya) kavuşturmadık mı (El Ganî kulu yapmadık mı, Âlemlerden Ganî olanın kulluğunu yaşatmadık mı)?" (Duha: 8)... "Muhakkak ki ’HÛ’dur ganî eden de fakir kılan da." (Fetih: 48)
EL MANİ’... Hak etmeyene, hak etmediğine erişmesine engel yaratan!
ED DARR... Birimlerin sıkılıp bunalarak kendine dönmesi için çeşitli azap veren hâlleri (hastalık, çile, belâ) yaşatan!
EN NAFİ’... Hayra erişmeye vesile olacak yararlı düşünce ve fiilleri hatıra getirip gereğini uygulatan.
EN NUR... Her şeyin hakikati olan İlim! Her şeyin aslı Nûr’dur, demek; her şey ilimden ibarettir, İlmullah’ta demektir. Hayat, ilimle vardır. İlim sahipleri Hayy’dır; diridir! İlmi olmayan ise, yaşayan ölüdür.
EL HADİY... Hakikate erdiren... Hakikatin gereğini yaşatan! Hakk’ı dillendirten! Hakikate yönlendiren!
EL BEDİY’... Eşi benzeri olmayan güzellikte olup, güzellikleri yaratan! Türleri ve varlıkları herhangi bir örneğe dayanmayan şekilde kendilerine özgü özelliklerle yaratan.
EL BAKIY... Zaman kavramsız yalnızca var olan.
EL VARİS... Sahibi olduklarını geride bırakarak dönüşenlerin, arkada bıraktıklarının sahibi olarak çeşitli isimlerle açığa çıkan!
ER REŞİYD... Rüşde erdiren! Birimin hakikatini fark etmesinin sonucu olarak olgunlaşmasını yaratan ve yaşatan!
ES SABUR... "Eğer Allâh insanları zulümlerinden dolayı sorumlu tutup sonucunu hemen yaşatsaydı; (arz) üzerinde hiçbir DABBE (insan değil insan bedeni) bırakmazdı! Fakat onları hükmedilmiş bir vakte tehir ediyor... Ecelleri geldiği vakit de ne bir saat geri kalırlar, ne de öne geçebilirler" (Nahl: 61) Her yaratılmış olanın amacına uygun işlevini yapmasını bekleyip, o işlevini tamamladıktan sonra sonuçlarını yaşatan. Zâlimin zulmüne müsaade etmesi, yani Sabûr özelliğini açığa çıkarması, hem zâlim hem mazlum yönünden yaşanacak işlevin tam hakkıyla yaşanması ve daha sonra da sonuçlarının oluşması içindir. Belânın büyüğünün açığa çıkması, zulmün büyüğünün oluşmasını gerektirir!
SON HATIRLATMA
Elbette ki "Allâh" ismiyle işaret edilen "EKBER"in "Esmâ ül Hüsnâ"sının anlamları bu kadar dar kapsamlı değildir! Bu yüzdendir ki, uzun yıllardır bu konuya hiç girmemiştim. Çünkü bu konunun hakkının verilmesi muhaldir - olanaksızdır! "Yansımalar" dolayısıyla bu konuya girmek zorunda kaldım. Rabbimden bağışlanma dilerim. Bu konuda nice eserler yazılmıştır. Biz bugünkü bakış açımız yönünden kısa ve akılda kalabilecek şekilde konuyu ele aldık. Belki deryadan bir damla sudur bu konudaki anlattıklarımız!
"SubhanAllâhi amma yasıfun!"
Bu çalışmamıza nokta koymadan, şu mutlak gerçeği bir kere daha vurgulayalım. Bütün bu açıkladıklarımız ve yazdıklarımız, kişinin kendisini, bedensellikten ve "ben"likten arındırdıktan sonra, "şuurda seyir" boyutunda yaşanacak olan şeylerdir. Bu arınma - tezkiye olmadan, kişinin bilgileri edinip tekrarlaması, bir bilgisayarın tekrarlamasından farklı bir sonucu asla yaşatmaz! Tasavvuf, dedi-kodu olmayıp bir yaşantıdır! Gıybet veya dedikoduyla ömür tüketen, şeytanın süslü gösterdiği amelle kendini avutandır. Kişinin bu bilgileri yaşamasının açık teyidi ise, onun için "yanma"nın kesinlikle bitmiş olup; hiçbir şeyin veya olayın onu üzüp kapsamamasıdır! Kişide şartlanmaların getirdiği değer yargılarına dayalı duygusallık yaşamı ve buna dayalı davranışlar olduğu sürece, o beşeriyetinin kemâlini yaşayan bir birim olarak ve yaptıklarının sonucunu yaşamaya devam ederek ölümsüzlük boyutuna geçer.
Bilgi uygulamak içindir. Uygulanmayan ilim, insanın sırtındaki yüktür, farkındalığıyla işe kendimizden başlayalım.
Gecenin sonucunda kendimize şu soruyu soralım:
Bilgimize göre, gece uykuda geri dönüşü olmayan yolculuğa hazır mıyız? Dünyada bizi "yakan" olaylar bitti mi? Huzurlu, mutlu "kulluğu" yaşıyor muyuz? Cevap evetse ne mutlu! Değilse, yarına çok iş var demektir. Bu durumda sabah kalktığımızda, bu gece yatarken mutlu ve hazır olarak yatmak için neler yapmalıyım; diye düşünmemiz gerekmez mi?
Sahip olduğumuzu sandığımız her şeyi geride bırakarak gideceğimizin idrakı içinde günü değerlendirebiliyorsak şükürler olsun.
Ves Selâm.
"Allah ilminden YANSIMALAR" çalışmamda emeği geçen, ilminden yararlandığım değerli âlim ve hâl ehli İstanbul Kanlıca Camii İmamı muhterem Hasan Güler Hocamıza huzurlarınızda teşekkürlerimi sunarım.
AHMED HULÛSİ
03 Şubat 2009
North Carolina, USA
www.ahmedhulusi.org