- 1707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Telif Hakkı Kimin Hakkı?
TELİF HAKKI KİMİN HAKKI ?
İlk sayılarımızdan ikisinde sanatın metalaştırılması ile ilgili iki yazım yayımlanmışt#ı. Elbette bunlar benim gözlemlerim, yorum ve düşüncelerimin çoğunlukta olduğu yazılardı. Katılırsınız, katılmazsınız ,karşı çıkarsınız ona kimsenin bir diyeceği olamaz. Bu yazı da öyle.
Bu yazıda sanatın metalaştırılmasının bir başka boyutu olan “telif” hakkı üzerinde yazmak istiyorum. Bir kitap veya kaset ile köşelerin dönüldüğü ,pop sanatçı ve yazarların-popüler
değil-diz boyu olduğu, baş tacı edilmeye çalışıldığı günümüzden ve “telif” hakkından.
Telif; 1.uzlaştırma, 2.yazma, Telif etmek, uzlaştırmak. Telif hakkı, bir fikir ve ya sanat eserini
yaratan kişinin , bu eserden doğan haklarının tümü. (Türk Dil Kurumu Sözlüğü.)
Burada sizin gibi benimde dikkatimi çeken “tüm hakları”nın içinde günümüzde sadece para konusu ile ilgilenilmesidir.
Bir fikir ve ya sanat eseri üreten kişinin diğer insanlardan farklı olarak ortaya çıkan bir yönü vardır. Yaratıcılık. Resim , müzik,yontu,edebiyat,fotoğraf,tiyatro vb. konularda yeteneği olan insanların üretmeden duramayacağının biliriz. Çünkü dolmuştur ve bunu bir şekilde boşalta-cak kanalı mutlaka bulur. Üretmeden duramaz. Bu insanların fikirleri, coşkuları eserlerine yansır.Ancak o zaman mutlu olurlar çünkü.O zaman doyuma ulaşabilirler.
Eserin yaratıcısı yaptıklarını para kazanmak, geçimini sağlamak için yapmaz.Ereği duygularını paylaşmak,düşüncelerini yayıp bölüşmek.Haklı fikirlerini diğer insanlara kabul ettirerek taraftar toplamak,gelecekte yaşamak vb.dir.Mağara duvarlarına resimler çizen insanın böyle bir derdi mi vardı? Yani para kazanmak gibi. Hiç sanmıyorum.
1600 lerde Spinoza gelir getirici bir kurum olduğu için üniversitede kürsüyü reddetmiştir.
Pirsultan , Bedrettin sadece ve sadece düşüncelerini yaymak hayata geçirmek uğruna yaşamlarını vermiştir. Galile, fikirleri uğruna ölümü göze almıştır. Bu örneklerle doludur tarih. Bunlardan benim çıkardığım sonuç sanatçı para için sanat yapmaz. Yukarıdaki açıklamaya çalıştığım durum kapitalizmin her şeyi metalaştırıp yabancılaştırdığı yüz yıl öncesine kadar sürer.
Sanat sanat için midir, toplum için midir tartışmasına girmeden sanat insan içindir diyorum.
Çünkü sanatçının varlığını borçlu olduğu insanlar vardır. Ona emek, zaman, harcayan. onun
vücudunu giydiren, ısıtan, tehlikelerden koruyup yaşamasını sağlayan. Düşünce sistemini geliştirip bakış açısını oluşturan insanlardır. Dil yeteneğini, kavrama yeteneğini geliştirme imkanı veren insanlar vardır. Sanatçının da bu insanlara karşı bir borcu olmalı bence.Bu
borcunu eserler üretip onlarla paylaşarak ,onları zenginleştirerek öder. Kendince haklı fikirlerinin duyulması , yarattığı eserler bir yerde kapalı olarak kalırsa yaratılarını kimseyle paylaşmazsa bir anlamı olmayacaktır. O başkaları ile paylaştıkça büyür, gelişir, mutlu olur, coşar. Bu bir dürtüdür, yaratma dürtüsü, onları rahat bırakmaz.
Düşünce ve sanatta maddi bir karşılık düşünerek üretmek bile başlı başına sakat doğmuş bir görüştür bana göre. Sanatın yüceliği ile çelişki oluşturur. Sanatı yüceltip tanrısal bir kata çıkartacaksınız öte yandan maddi çıkar isteyeceksiniz. Nasıl bir durum sizce?
Sanat insanın ihtiyaç aşamalarında birisidir Maslov’a göre. Kendini aşma, yenileme ,entel-
lektüel duygularını tatmin etme aşamasıdır. İnsanlığın en üst aşamasıdır. Sanatçı kendisi ile yarışmaktadır. Sanatçı kendini aştıkça verdikçe mutlu olur, coşar.
Maddi çıkar karşılığı üreten zaten sanat yapmıyor ticaret adamıdır. Sanatçı maddi çıkar karşılığı üretim yaptığında mutlu olamaz. Çünkü eserin maddi karşılığı verilince sanatçının
malı olmaktan çıkar ona yabancılaşır. Metaya dönüşür. Parayı verenin malıdır artık o. Defa-
larca yeniden üretilerek pazarlanır.
Dadaloğlunu, Hayyam’ı Dede efendiyi eserlerini barkodlanmış ve bandrollanmış olarak düşünmek nasıl olur sizce. Ya da Lenin’i, Maks’ı, Hallacı Mansur’u ,Mevlana’yı. Hiç biri geçimini sağlamak için dahi yapmamıştır yaptığını. Öyle bir perdenin arkasına saklanan da gerçek sanatçı değildir her halde. Hem kendinizi tatmin ediyor hem de üstüne para alıyorsanız bu okuyucunun , izleyicinin iki kere sömürülmesi değil mi? Ha şunu diyebilirsiniz;
Her şeyin bir maliyeti var. Sizde maliyetine satın o zaman.
Bu kapitalizmin her şeyi paraya dönüştürmesidir. Fikirlerin metaya dönüştürülmesidir. Para kazanmak için yol yöntem fikir üretmek değildir asla. Bu işten gene kazançlı çıkan sanatçı değildir sonunda becerikli pazarlamacı, girişken parababasıdır kazanan.
Bu günkü geldiğimiz noktada bir” pop” laşma var sanatın her alanında. Popülerleşmenin,
Karşılığı değil” pop”. Başlıbaşına bir alan. Para eden her işi yapabilecek yanar dönerlerin
üretimi olan eserler. Bunlar günü birlik tüketim için üretilen ,kalıcı olmayacak eserler. Her bakımdan yoksun eserler. Zorlama ve sipariş üzerine yazılanlar ,üretilenler. Konumuz itibarı ile bizi ilgilendirmesi gereken “ Pop edebiyat”
İçinden bir iki eser hariç, kimse polisiye, bireysel aşk ilişkisi, fantastik roman olarak yazılan günümüz eserlerinin kalıcı olmadığını biliyor. Yazarları da biliyorlar. Çünkü yarın hangi iş daha çok para getiriyorsa ona dönüverecekler. Türkücüler sinema oyunculuğuna. Şarkıcılar sunuculuğa, yazarlar medya yorumculuğuna vb.
Gelinen aşamada kitapların kapakları, adları, reklamları sattırmaktadır . Piyasa koşullarının belirlediği yönde gelişiyor her şey. Sanatçının hiçbir irade göstermesine müsaade edilmiyor.
Her şey pazar için üretiliyor. Kalıcı olamaması, ciklet gibi çiğnenip atılabilmesi için özendiriliyor, yönlendiriliyor yazarlar. Bunların içinden bir delikanlı yazar da çıkıp “Arkadaş
Ben bu işi sırf para kazanmak, köşe dönmek için yapıyorum demiyor. diyemiyor. Çünkü sanat yapıyor, o da kutsal bir iş. Allıyor ,pulluyor, sanatı yüceltiyor ama maddi karşılığını almadan da parmağını oynatmıyor hazretleri ne hikmetse. “Ne yaman çelişki böyle?” Bir çok yazar kitaplarını kendisi bile yazmıyor artık. Bir ekibe yaptırıyor bu işi.
“Pop edebiyatı” piyasasındaki eser sahiplerinin anlaşılmayalım diye ellerinden geleni yaptığını görüyoruz. Oysa dünya klasiklerinin hangisine baksanız yalın ve anlaşılır olduğunu göreceksiniz. Her şeyi öznelleştirip, kendilerine bir tarz oluşturmak adına kişisel deneyimlerini
anlatmak kısırlığına düşüyorlar. O zaman da öyle bir deneyim yaşamamış olanlarca o eser anlaşılmamaktadır.
İçinde yaşadığımız toplumun gündemi o kadar yüklü , yoğun, dengesiz, adaletsiz ki bir günlük yaşantılarınızdan bir toplumsal içerikli roman çıkar. Üstelik bitmez tükenmez çeşitlilikte. Ama onları anlatacak yürek, yeterlilik yoksa ne yapsın yazar. Oda kolay olana yöneliveriyor hemen. Toplumsal konularda eser üretenler yayınevlerince kar getirmeyeceği gerçeği gizlenerek , başka gerekçelerle geri çevriliyorlar ve okuyucuya ulaşmaları,onlarla buluşmaları engelleniyor.
Bu arada radikal İslamcılığın 1980 sonrası gelişmesi de kendi “pop”unu yaratmıştır. Onların da içerik olarak diğer “pop”çulardan pek farkı yok, dini imge ve simgelerin sık sık yinelenmesi dışında. Tabi din bu kadarcık bari kullanılsın ki islami okuyucu da kapitaliste para kazandırsın.
Zor anlaşılırlık konusu islami “pop”çularda da mevcut. Üstelik onlarda daha da çok olsa anlaşılır bir durum. Kuran en zor anlaşılan kitaptır. Diyorum ve Cengiz Yıldırım’ın bu konudaki bir paragrafı ile devam ediyorum.
“İlahiyatçıların televizyon ekranlarında gerine gerine konuşmalarının nedeni de bu”anlaşıl-
maz” olanın kendileri tarafından “anlaşılmış” olduğuna inanmalarıdır. Böylece onlar Allah’a daha yakın olmakta; günahkar kul taifesi ise ta aşağılarda, haram ve riya içinde de-belenmektedir… Kuran’ın kendi mantığı içerisinde “anlaşılmazlık” iddiası hem “anlaşılır” hem de “gerekli” bir iddiadır. Çünkü orada “mutlak irade” konuşmaktadır.”
İslamcı olmayan “popçu” yazar taifesinin anlaşılmamak için bu kadar uğraşmalarının nedeni ne? Onlar da o kadar zekiler ki onları ancak elit bir tabaka anlayabilir. Anlayanlar bir üst mertebeye çıkmış hissederler kendilerini. Bir kısmı da ben kazanayım da eserin diliymiş içeriğiymiş, kurgusuymuş hiç önemli değil diye düşünerek yazdıkları için anlamak zorlaşıyor.
Günümüz Türkiyesinde edebiyatın, sanatın bu kadar yönsüz ve sığ olmasının en büyük nedenlerinden birisi de Oniki Eylül cuntasıdır. Diğeri T. Özalın 24 Ocak kararları ile ulusal kimliğimizi , değerlerimizi yitirip yabancılaşmamızın yanında telif hakkıdır.
Neye en çok ödeme yapılıyorsa herkes parasını ona yatırıyor ve birazıcık yeteneği olanlar da o alana yöneltiliyor bir şekilde. Yukarıda onların eserlerinden yarına kalacak olan olup olmayacağını sormuştum. Şimdide bu tür üretim yapanların yarına kalıp kalmayacağı sorusunu soracak olursak kapitalizmin onları kullanıp, bir süre sonra bir kenara atacağını söylemek kehanet olmaz. Çünkü onlar hızlı bir tüketim malzemesi konumundalar şu anda ve tüketilip atılacaklar ve yerlerini başkaları ve başka nesneler alacak.
Toplumsal olan her şeyi ekonomi içine çekip meta haline dönüştürmeyi başaran kapitalizm
fikirleri, yaratıcılıkları da telif hakkıyla paraya çevirip ,yaratıcısının elinden alarak rantabl hale getirdi.
Eserini satan sanatçı o eserin sahibi değildir artık. O, parasını verenindir. Ekonomik olarak kim güçlü ise o eserin sahibi olarak o alanda tekel dahi oluşturabilir. Ülkemizdeki gidiş de nitekim bu yönde değil mi? İstediği gibi kullanma yetkisine sahip olan alıcı o eserin kimler tarafından okunacağına da karar verir. O zaman eser sahibinin üretme nedeninden, hedef kitleden bağımsız hale gelir eser. Ortaya çıkış nedeniyle ters bir duruma düşer.
Peki halk kültürlenmeyecek mi? Bilgi edinemeyecek mi? Okuyup bilinçlenip yönetenlerin başına bela mı olsun? Onlar okumasa da , görmese de, duymasa da giderek yemese, içmese, üremese, yaşamasa da olur a kadar varır.
Telif hakkı savunucularının en ateşlileri sanat eserlerini pazarlayanlar. Erekleri karlarını artırmak mı yoksa? Bize düşen ne? Aracıların tüketicilerden yeni karlar talep etmelerine karşı çıkıp, sanatı toplumsal hale getirmek için, sanatçı, tüketici işbirliği içinde onlara gerçek değerin ne olduğunu anlatmaktan başka seçenek kalmıyor.
# Ekin Sanat Dergisi’nin ikinci ve üçüncü sayıları.
Eylül 2005 Ankara
Hürdoğan AYDOĞDU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.