- 1083 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CAHİLLİĞİN ALAMETLERİ
--------------------------------------------------------------------------------
Sıcak bir Ağustos günü bahçede ailemle fındık toplamaktaydık. Çalışmaktan yorgun düşmüş bedenimiz, babamın ve ancalarımın yükse sesle yaptıkları espirilerle dinleniyordu. Üstelik (Cenabı Allah’ın lutfu) yapılan espiri bir çok kez duyuluyordu. Hal böyle olunca çalışırken dahi yorgunluğa borçlanıyorduk.
Yeni bir cep telefonu almıştım. Güzel müzikler yüklemiştim. Bir de ilahi yüklemiştim.
"Azrail geldi çöktü boynuma
Sert pençesini vurdu canıma
Dönemedim dostlar hiçbir yanıma
Gel imanım gel yoldaş ol bana
Gel Kuran’ım gel kardeş ol bana" diye
İlkindi saatlerinde bu ilahiyi duydum. Bundan öncede duymuştum tabi. Hatta dinlerken içimin ürperdiği olurdu. Ama hiç böylesine ruhumun derinliklerine işlememişti, o ana kadar. Nereden bilecektim dedemin, koskoca Bekir Ağa’nın vefatından sonra onun için düzenlediğimiz davette bu ilahiyi okuyacağımı. Dedemin rahatsızlandığını bu ilahi aracılığıyla öğrenmiştim. Bir anda büyüklerimin espirilerini daha çok gülün der gibi bir çok dinleten dağlar, şimdi üzerime yıkılmıştı.
Dedemin rahatsızlandığını münasip bir dille söyledim. Eve doğru yok aldık. Eve nasıl geldik hiçbirimiz hatırlamıyoruz. Dedemi derhal Ünye Hastahanesi’ne götürdük. Bir kaç saat sonra Samsun’a sevk ettiler. 11 gün dedem hastahanede, biz başında bekledik.
İnsan, insanlığının farkına böyle zaman ve mekanlarda varıyor. Hani bizde meşhurdur, anlatılır. Kendi ocağında cumadan başka tek vakit namaz kılmazda, asker ocağında hiç bırakmaz. İnsan Azrail’in ayak seslerini duymaya başladımı, savaşa ne hacet. Bitiriveriyor nefsini. Daha önce insanların birbirlerine yardım için böylesine koşuşturduğunu,dertlerini paylaştığını görmemiştim. Tabi ne olursa olsun dünyadan soyutlamıyordu hiç kimse kendini. Ordada konuşuluyordu siyaset, din. Hatta doktora tıbbı öğreten bile çıkıyordu.
Dedemle aynı koğuşta kalan amcanın yakınları ziyarete gelmişti. Bilindik dua dolu kelamlardan sonra hasta yakınlarından biri:
-Benim babamda bu hastalığa yakalandı. Doktor ......... ilacı verdi. Kurtuldu. Sizde alın. Belki bi faydası olur dedi.
İlacın adını dahi doğru telafuz edemiyordu. Belki ilkokul mezunu bile değildi. Ama reçeteyi çoktan yazmıştı.Ben duyduklarım karşısında sinirimi belli etmeyip, zoraki bi gülüş takındım. Koğuştan çıkıp onlar gidenedek volda attım.
Dedemin serumu yeni takılmıştı. Kantine yemeğe gittim. Kantinde bir tek masa boştu. Oturdum. Garsonu çağırdım. Garson:
-Burada serf servis yapılır dedi.
Bizim dilimize yabancı tıbbıyenin, kantini bile bize yabancıydı. Kızdım. Yemek yemedim.
-Çayıdamı kendimiz alıyoruz? dedim
-Hayır. Çay servisini biz yapıyoruz dedi garson.
Onuda pilastik bardakta getirdi. İçemedim.
Yan masada orta yaşlı dört kişi muhabbet ediyordu. Konu siyasetti. Onlara göre bütün dertler destekledikleri kişinin başa geçişiyle, anında son bulacaktı. Eminim bürökrasi ne diye sorsam, bilemeyeceklerdi. Mevcut başbakana küfürler savurup kolduğundan kaldırıp, daha önce o koltuğa oturmuş ve hiç bir derde derman olamamış birini başbakan yapıverdiler. Terörü tek mermide bitirdiler. Kapkaçcıyı Taksim Meydanı’na asıp, onuda bitirdiler. Velhasılı kelam Fatih Ordu hocamın deyimiyle, "kahvehane ağzıyla devlet kurup, devlet yıktılar."
Boşyere masa işgal etmemden dolayı kızgın bakışlarla uğurlandım. Kafeteryadan çıkıp dedemin koğuşuna gittim. Bir müddet sonra balkona çıktım. İki ihtiyar muhabbet ediyordu. Konu din. Bir süre sonra orta yaşlı biri katıldı aralarına. Koridordan bir kız geçti. Modernliğin simgesi elde şarap şişesi, belde mini etek olduğundan hemen anladım modern bir kız olduğunu. İhtiyar:
-Yav şu kıza bak şimdi diye söylendi.
-Sorma sorma kıyamet alameti dedi diğer ihtiyar. Orta yaşlı adam:
-Ne oldu amca? Niye kızdınız? dedi
-Nasıl kızmayalım yeğenim? Kafasında başörtüsü yok. dedi ihtiyar
Eee bu kadar konuşulur ve gündemde tutulursa başörtüsü. Heryer açıkken bile biz ararız başörtüsü. Orta yaşlı adam:
-Amca okadar sinirlenmeyin. Hem bak nediyor hocalar? Başörtüsü farz değilmiş. (Tabi bahsi geçen hocalar, "Bu senede hac kurban bayramına denk geldi" diyenlerin hocaları.)
Bir süre sonra bu konuşmalar ruhsatsız fetvalarla devam etti. Bir çok batıl inanç farz haline, birçok farz bidat haline getirildi. Ayet hadis, hadis ayet olarak anlatılıverdi.
26 Ağustos 2005 dedemin ebedi ikametgahına, asli vatanına göç ettiği gün. Dedemden geri kalan bir yığın hatıranın yanında, hiç unutamayacağım 11 gün.
İlköğretim 7. sınıfta hocam Hüseyin Kahramanoğlu sorduğumuz sorulara ve onun cevabını beklemeden yaptığımız ruhsatsız cevaplardan bıkmış olacak:
-Çocuklar. Bu memleketi bu hale getiren etmenlerin başında cahillik gelir. Cahilliğin en büyük belirtisi de hiç bilmediği konularda konuşmaktır demişti.
İşte bir de hocamın tezini benim nezlimde kanun haline getiren 3 muhabbet kaldı dedemden geriye. Bu kanunun adına ne denir? Elbette cahilliğin alameti bilgelik taslamak denir. Peki ama okuyup cahillikten kurtulmak nekadar doğrudur bu memlekette? Sanki okumak zannedildiği kadar güzel değil. Okumayınca 40 gün, eve yasa gelmiş birileri varsa göstermelik namaz kıl. Cenazede zaten ister istemez göz yaşı. 40 gün sonra okeye dördüncü. Baksanıza böyle bir hüznün içinde bile hocam ve hocamın doğru sözleri aklıma geliyor. Ne okeye dördüncü olabiliyorum. Nede secdeye alın koyabiliyorum. Ben bu konuşmaları beğenmeyerek istemeden onlardan uzaklaşıyorum. Ama onlar her yerde meramını anlatabiliyor. Ben yalnız iki yerde.
Biri ÜLKÜ OCAĞI.
Biri Küllük Çay Ocağı.
İkisininde müdavimlerinden ALLAH RAZI OLSUN