- 2366 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ARAB(P)-KARA-ZENCİ
Mahallemizde, ta çocukluk yıllarımda, rahmetli turşucu dede ve ninenin kara renkli bir köpekleri vardı. Adını “arab” koymuşlardı ve adını hızlıca tekrar tekrar söyleyince arab, para ya dönüşüyordu. “arabarabarapara…”
Mahallemizde yine rengi siyaha dönük biri vardı. Ona da halâ, arab hafız derler…
Birde futbolcular var hani renkleri kara olan zenci futbolcular… Onlara hitap edilirken de arab” denmekte, hatta hakarete varan derecede küfürler savrulmakta, olmadık şeyler ifade edilmektedir.
Şimdi, biraz araştırma yapalım ve bazı kaynaklara bakalım;
…
Mısırdaki büyük İslâm alimlerinden imâm-ı Ahmed Kastalânî hazretlerinin,“Mevâhib-i ledünniyye” ismindeki kitâbının ( bu kitab, İslâm şâirlerinden Abdülbâki efendi tarafından arabîden türkçeye çevrilmiştir.) ikinci cildinde, “Hilye-i se’adet”i anlatırken buyuruyor ki;
…
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” kırmızı ile karışık beyâz benizli olup, gâyet güzel, nûrlu ve sevimli idi. Bir kimse, Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” siyâh idi dese, kâfir olur.
…
[O “sallallahü aleyhi ve sellem”, arab idi. Arab, lügatda, güzel demekdir. Meselâ, lisân-ı arab, güzel dil demekdir. Istılâh ma’nâsı ise, ya’nî coğrafyada arab demek, Arabistân ismindeki yarımadada doğup büyüyen, oranın ıklîmi, havası, suyu ve gıdâsı ile yetişen ve onların kanından olan kimse demekdir. Anadoludaki kandan gelenlere Türk, Bulgaristânda doğup büyüyenlere Bulgar, Almanyadakilere Alman dedikleri gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de Arabistân yarımadasında doğduğu için Arabdır. Arablar beyâz, buğday benizli olur. Bilhâssa Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sülâlesi beyâz ve çok güzel idi. Zâten dedeleri İbrâhîm “aleyhisselâm”, beyâz olup, Basra şehri ehâlîsinden, Târuh isminde beyâz bir müslimânın oğlu idi. Kâfir olan Âzer, hazret-i İbrâhîmin “aleyhisselâm” babası değildi. Amcası ve üvey babası idi.
…
Mısr, Şâm, Afrika, Sicilya ve İspanya yerlileri Arab değildir. Arablar, islâmiyyeti dünyâya yaymak için, Arabistân yarımadasından çıkarak buralara geldiklerinden, bugün buralarda da mevcûddur. Nitekim Anadoluda, Hindistânda ve başka memleketlerde de mevcûddur. Fekat, bugün bu memleketlerin hiçbirinin ehâlisini Arab diye ismlendirmek doğru olmaz.
…
Mısr ehâlîsi esmerdir. Habeşistân ehâlîsi siyâhdır. Bunlara habeş denir. Zengibâr ehâlîsine Zencî denir. Bunlar da siyâhdır. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını, arabları sevmek ve saymak ibâdetdir. Onları her müslimân sever. Anadoluya müsâfir gelen siyâh fellâhlar, habeşler, zencîler, hurmet ve ikrâm olunmak için, kendilerini, arab diye tanıtdırmış, Anadolunun saf müslimânları, sözlerine inanıp bunları sevmişlerdir. Çünki, bu sevgide siyâh, beyâz ayırımı yokdur. Siyâh bir müslimân beyâz bir kâfirden katkat dahâ üstün, dahâ kıymetli ve sevimlidir. İnsanın siyâh olması îmânın şerefini azaltmaz. Bilâl-i Habeşî hazretleri ve Resûlullahın çok sevdiği Üsâme siyâh idiler. Ebû Leheb ve Ebû Cehl kâfirleri beyâz idiler. Bu ikisinin kötülükleri ve aşağılıkları herkesce bilinmekdedir. Allahü teâlâ insanın rengine değil, îmânının kuvvetine ve takvâsına kıymet vermekdedir. Fekat, siyâhların kendilerini arab olarak tanıtmaları, islâm düşmanlarının, yehûdîlerin işlerine yaradı. Bir yandan, siyâh insanları, aşağı ve iğrenç olarak tanıtdılar. Bunları köle olarak kullandılar. Bir yandan da kara kedileri, köpekleri, arab arab diye çağırarak, gazete ve mecmû’alara yapdıkları siyâh resm ve karikatürlere arab diyerek, gençliğe, arabı siyâh olarak tanıtmağa, böylece, müslimân yavrularını Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” soğutmağa uğraşdılar. Bugün, Arabistânda, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede bulunanlar, asrlar boyunca, Afrikadan, Asyadan ve diğer yerlerden gelip yerleşen yabancıların soyundandır. Bu yabancılar siyâh olup, Allahın ve Resûlullahın âşıkları idiler. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın “rahmetullahi aleyh” amirallerinden Eyyûb Sabri pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beş cildlik türkçe (Mir’ât-ül-haremeyn) kitâbında, koca Mekke şehrinde, iki Arab evinin kalmış olduğunu yazmakdadır. Bugün ise hiç yokdur. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtında, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlâdları, cihâd için, dîn-i islâmı dünyâya yaymak için, Arabistândan çıkdı. İslâm ordusu, Asyanın ötelerine, Afrikaya, Kıbrısa, İstanbula, hâsılı her yere dağıldı. Allahın dînini, Onun kullarına tanıtmak için savaşdılar ve canlarını fedâ etdiler. Bu geniş topraklar, o mubârek şehîdlerle doludur. Evlâdlarını, yavrularını da, ilm öğrenmek için, o zemânlar dünyânın en üstün üniversitesi olup, fizik, kimyâ, astronomi, coğrafya ve hendesedeki tecribeleri ve ileri buluşları, bugün mevcûd eserlerinden anlaşılan, Bağdâd dârül-fünûn ve fakültelerine gönderdiler. Meşhûr zâlim ve kâfir Cengiz [asl adı Timoçindir] hânın torunu Hülâgü, 656 [m. 1258] senesinde, Bağdâd ehâlîsini, kadın, çocuk demeyip, sekizyüzbinden ziyâde müslimânı işkence ile öldürdüğü ve Bağdâdı yakıp yıkdığı zemân, yalnız kuyulara saklananlar ve bilhâssa Anadoluya kaçıp kurtulanlar sağ kalabilmişdi. İşte, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdları, o zemân Anadolunun her tarafına, hele şark taraflarına yerleşmişdi. Bugün, kürd dediğimiz zekî, sabrlı, çalışkan kimseler, hep o mubârek insanların soyundandır. Ya’nî kürdler iki kısmdır: Bir kısmı, Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes evlâdından olup, çok eskiden orta Asyadan Anadoluya gelmiş, dağlarda göçebe hâlinde yaşayan, kaba, câhil insanlardır. Sokratın talebesinden târîhci Xenophon, Anadolunun şarkında, kürdleri gördüğünü yazmakdadır. Kürd denilen insanların ikinci kısmı ise, şehrlerde oturan medenî, nâzik insanlardır. Bunların hemen hepsi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” evlâdlarıdır. İmâm-ı Hasen evlâdına (Şerîf), imâm-ı Hüseyn evlâdlarına (Seyyid) denir. Seyyidler, şerîflerden dahâ üstündür. Osmânlılar zemânında, Halebde seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı. Bütün evlâdları orada kaydlı olup, yalancılar seyyidlik iddi’â edemezdi. [Mason Mustafâ Reşîd pâşa Tanzîmat ile bu mahkemeyi kaldırdı.] Van ile Hakkâri arasındaki meşhûr İrisân beğleri,Abbâsî halîfeleri evlâdından olup, Hülâgü katliâmından kurtulan bir yavrudan çoğalmışlardır. Bugün memleketimizin her tarafında, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” evlâdı ve seyyidler vardır. Bunların kıymetini bilmeli, hurmetde ve hizmetde kusûr etmemeliyiz].
…
İşte gerçekler, işte vesika, işte dilimize sokulan yanlış bir kelime…
Dilimize zenci, kara manasında sokulmuş Arab kelimesinin ne manaya geldiğini ve de ne kadar önemli olduğunu anlamış olduk.
Lütfen bu kelimeyi yerli yerinde kullanalım ve yanlış kullananları uyaralım. Bu yazıyı başkalarına da okutmayı ihmal etmeyelim…
Sağlık ve afiyet dileklerimle;
Kadir Çetin 13.11.08 Nazilli
Kyn; Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediye, sayfa (374)
YORUMLAR
Çok çok önemli bir konuyu sayfanıza taşımışsınız abiciğim... "Arap" isminin aynen yazıda bahsedildiği şekilde kullanıldığına ben de şahidim ve herkes de şahittir... Halbuki ne kadar çirkin bir hareketmiş bu ismi uygunsuz yerlerde kullanmak!.. Bu yazıyı okuyuncaya kadar bunu kaçımız biliyorduk acaba?.. Aslını esasını bilmediğimiz kelimeleri neden bu kadar cesurca kullanıyoruz ki biz?.. Ve şimdi aklıma geldi ki; bu şekilde, bilmeden, uygunsuz biçimde kullandığımız ne kelimeler var acaba daha?