- 1234 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Koku
K I R M I Z I K O K U
( DÜŞÜNGÜLÜ ELEŞTİRİ )
‘Yapacak işin yoksa git
biraz seviş!’ Kitaptan
‘Kırmızı Koku,’ bir vakitler ırgat ve amele cenneti olan Adana’nın yoksul halkına, ‘Siz çıkarlarınızı bir bilseniz, dünya hiç böyle döner mi?’ diyen Çetin Yiğenoğlu’nun dördüncü romanı.
Anacığının Bedo’su pavyonlarda darbukacılık yaparak hayata başlar. Ayağı yer tutunca uyuşturucu işine girer. Kazandığı parayla kooperatif işine el atan Bebe namıyla maruf Bedri servetine servet katar. Şan şöhret sahibi olan Bebe her zengin Adanalı gibi kadın kız peşine düşer. Diğer kentlerden gelen doğuştan esnaf, muhafazakâr insanlar bu kültürü bilmedikleri için fabrika sahibi olurlar. Adanalı gibi olmaya özendikleri için Allah’a söverler, gerçek Adanalılar ise pek Allah’a sövmezler. Bebe, Sevinç adında bir kızı makamına çağırır, elle sarkıntılık eder. Ağlayarak karakola giden kız şikâyetçi olur.
Bu olay için Ankara’dan gelen denetçiler görülür, mutlu edilir. Öykünün finalinde toplanan insanların karşısına çıkan Bebe, halkını selamlarken kurşunlanır… Yazar, Bebe’nin yaşadığı hayat için ‘Asri sinemada oynanan otuz altı kısım tekmili birden filmden farksızdı her şey…’ diyor. (s.96)
Çetin Yiğenoğlu, Perihan Mağden’in ‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?’ romanında yaptığı gibi öyküleri başlıklar halinde, on altı bölümden oluşturmuş. Romanın büyük bir bölümünü geriye dönüş tekniğiyle anlatan Yiğenoğlu, ‘Kırmızı Koku’yu Adana ve Adanalıyı anlatmak için kurgulamış izlenimi veriyor. Yazar, metinlere başlıklar vermiş olsa da katmanlar arasındaki gidiş gelişleri yıldız işaretleri veya aralık bırakarak ayırmadığı için okuru yanılgılara düşürüyor. “ ‘Ana, sana taze karpuz getirdim… …Sen benim her şeyimsin… Allahımsın, Allahım… Öl de, öliyim…’ Anocan içten ‘Buyur kurban,’ diye karşılık veriyor. Bedo sözlerini, ‘Sen hiç oruspu düzdün mü?’ diye bitiriyor. Anocan’ın dili tutuluyor ve sadece, ‘tuh,’ deyip yüzüne tükürerek, ‘Edepsiz!...’ diyebiliyor. Bedo katıla güldü, sonra geriye yaslandı. (satırlar arasında boşluk yok) Biraz daha yaslandıktan sonra sol bacağını Tuğba’nın bacakları arasına iri bir odun parçası gibi uzatıyor. …‘Bu pozisyonun adı ne?’ diye soruyor… …‘Patron, sen öğret de yapalım,’ diye” (s.147) Yapılan ve konuşulanlar ‘Anocan’ın (annenin) yanında olmuş, yazar zamanı doğru kullanamamış izlenimi veriyor. Eleştirmen dikkat etmese, Yiğenoğlu ahlak kurallarını hiçe sayarak yazıyor, diyecek.
Yazar, kurgunun alt yapısını oluşturmadan , ‘Kedinin bacağını ayırırken’ (s.9) diye başlayabiliyor tümceye; ‘her sıkıldığında yaptığı gibi akreplerle intihar oyunu oynayarak kahkahalarla gülerdi.’ (s.45) Kentte bu kadar akrep mi var!?..
Adana tarihinin en büyük sel felaketini, doğum günüm olan 21 Şubat 1948 Tarihinde yaşamış. O vakit takvim mi vardı, sel felaketinden biliyorlar doğum günümü!?.. Romana dönelim, sel gelmiş, yarı yatağı toprak dama zar zor çıkarmışlar: “Başefendi geliyor yanına, yaz kış üstünden çıkarmadığı ceketi sırılsıklam; ‘Lan eşşoğlueşşek,’ diyor tokadı patlatırken, ‘ananın cibinlik kurmasına neden yardım etmiyorsun?’ Nehir suları fışıltılarla akıyor…” (s.88) Orta yaşlarda olduğu anlaşılan birinin Adana’da yaz kış ceket çıkarmadığını düşünelim. Sel gelirken cibinlik kurmaya ne dersiniz..?! Sel felaketlerinin olduğu aylar şubat veya mart aylarında daha damlarda yatılmaz, cibinlik de kurulmaz..! Yukarıdaki tümceden bir satır sonra devam ediyor, ‘Bahçe kapısının bir yanında erguvan, öbür yanında sarmaşık gülleri, duvardaki göğe doğru tırmanan gelin duvakları, begonvil diyorlar şimdilerde… Ağaçların ayak uçlarında reyhanlar, ortancalar rengârenk’ (s.88) O mevsimde bu adı geçen çiçeklerin hangisi açmış?.. Sanırım ortanca mayıs veya haziran ayında açıyor… Rengârenk açması da ayrı bir şey…
Kutupluluk ilkesinden faydalanmayan (1 puan) Yiğenoğlu, imgelemeyi abartarak yaptığı için öyküyü fantastik anlatımla yapmış gibi bir izlenim vermiş. Yazarın denemeleri Eniz Batur’un denemeleri gibi kaba, estetik değil… Yazmak istediklerini kurguyu düşünmeksizin bilecen bir duruşla deneme oylumunda yazıyor. (3 p)
Betimlemeyi sevmeyen Yiğenoğlu, ‘Kırmızı Koku’da simgeden faydalanmış: ‘Onu öperken bir yıldız topluyordu, bir çiçek; bıçaklar saplanıyordu bedenine, ışıltılarla doluyordu içi’ (s.84) Oradaki ‘bıçaklar saplanıyordu’ bir simge mi..? Yakıştığı söylenemez… Simge ustası Burhan Günel’i dinleyelim: ‘Ama birden, hançeri karanfilin ağzından çekip almak istiyor… …Yüreğinin kanatlanan kuşu bu bakışın ardından geri dönüyor ve kafesine giriyor. Şimdi hançer kadife yumuşaklığındaki kınına çekiliyor sessizce.’ (Karanfil ve Hançer, s.118) Tekrar romana dönelim: ‘olgun karpuzu dikkatli biçimde elleriyle kavrayarak kendine doğru yavaşça çekiyor… Bir zaman sonra anın dehlizinde gidip gelmeler başlıyor… Gidip gelip karpuzu şaplaklıyor.’ (s.145) Nefis bir simgeleme…
Orhan Pamuk ‘Masumiyet Müzesi’ romanında yaşadığı kentin yöre adlarının vermiş. Yiğenoğlu ise tanıdığı müteahhit ve yaşadığı kentteki yerlerin benzer semt adlarını yazmış. ‘Masumiyet Müzesi’ romanı daha gerçekçi bir duruş gösteriyor…
Çetin Yiğenoğlu, dumanlı havalarla beslenen Bebe’nin betimlemesini eksik bıraktığı ve uyuşturucu gibi pis işlere de bulaştırdığı için Adanalı gibi bir kahraman yarattığı söylenemez.
Romancılığın bir söylem sanatı olduğunu bilen Yiğenoğlu, Latife Tekin’in ‘Muinar’da yaptığı gibi keskin söylemlerde bulunmuş: ‘Onların günahlarını örtecek bir çarşaf, bir tesettür giyim icat edilmedi daha.’ (s.19) ‘Haşema donlu beyleriyle sıkma başlı hanımları Hummer ciplerde…’ (s.37) Kırk, kırk iki yıl kadar önce bir Arap alevisi arkadaşın babasından benzer söylemi ben de duymuştum. Kitapta yazılanları birlikte okuyalım: ‘Kendi bahçemin meyvesini yeme hakkı ilk bana düşer, diyerek kızının koynuna giren ilk erkek olma onurunu alan’ (s.20)
Kahramanları aynı kültürde konuşturan Yiğenoğlu’nun ‘Kırmızı Koku’su yüzde 22.3 diyalogla geçiyor, (10 p) sayfada ortalama 4.1 paragraf yapılmış. (0 p)
Dilde yenilikçiymiş gibi bir izlenim veren Yiğenoğlu, tümcede yerine oturan eski dil sözcükleri kullanmaktan hiç çekinmiyor. ‘Kırmızı Koku’ yüzde 21.2 yabancı sözcükle (sayfada ortalama 41.6) yazılmış. Sözcükle birlikte şiirin dizesi de eskiyor. Yazar, geriye dönüş tekniğinden yararlanmasa, düzayak bir anlatım yapmış denebilir. Alt anlatıcılar kullanmamış.
Romanında cinselliği öne çıkaran Yiğenoğlu, alımlı çalımlı güzel söz yazmaya özen göstermiş. (8 p) Hoş olmayan sözler: ‘Yine de birkaçını sallandırmak gerekiyorsa’ (s.40) ‘Köy itine şehrin yolunu gösterirsen böyle olur’ (s.170) ‘doğru dürüst bir cima bile edemediysek… boğazına kadar sokamadıydım… Oruspu, bana nispet bileğim kalınlığında mum soktu karşımda…’ (s.197) Absürt ve argolu sözler: ‘Tesettür giyerek, türban takarak kendilerini namuslu satmaya çalışan ucuz oruspular…’ (s.24) ‘o ırz düşmanı, sapık bir namussuz o… böyle i.neleri s.kinden asacaksın…’ (s.64) Yabancı sözcük: ‘bir ritüelin mizanseninde, muzip’ (s.43) ‘öz demedim mi ben membil?’ (s.86) ‘Birgül’e baktı, firijitin teki’ (s.148) Adanalı ağzı: ‘Anam avradım olsun, ibreti alem için yaparım’ (s.46) ‘Salak bu halk, dinime Allahıma salak.’ (s.56) ‘allahına kadar yürekli’ (s.116)
Ayrıntıları sevmeyen (0 p) Yiğenoğlu, çağrışım gücü yüksek deyimleri sayfada ortalama 0.9 kez (6.3 p) kullanmış. ‘bir yerlere çil yavrusu gibi dağılmış’ (s.16) ‘Ama bilmez ki eski çamlar bardak oldu…’ (s.27) MP3 çalar, DVD ve cep telefonundan söz eden yazarın deyimleri eski…
Üretken bir yazar görüntüsü çizen Yiğenoğlu, kendi anlamının dışında bir anlamı daha olan mecazı sayfada ortalama 2.2 kez (15.4 p) kullanmış. ‘Yüzünü mazohist bir hazzın maskesi oturmuş…’ (s.10) “ ‘Öyle katil olunmaz, böyle olunur’ diyor ve gözünü adamın gırtlağına saplıyor.” (s.99)
Geleceğin romanının deneme oylumlu olacağını bilen Yiğenoğlu, kahramanın iç depreşimlerini dile getiren içmonoloğu sayfada ortalama 0.009 kez (0 p) kullanmış.
‘Bebe’yi beklerken,’ ‘Bakışların Ardından,’ ‘Zaman Yavaşladığında,’ ‘Kalabalık Büyürken,’ ‘Korku Büyüyünce,’ ‘Gerçeği Ararken’ gibi kendine özgü, pek de alışılmamış farklı metin başlıkları seçen Yiğenoğlu, bir mizah cenneti olan Adana’da gülmeceyi sayfada ortalama 0.045 kez (0.5 p) kullanmış. ‘Cacığa böyle iri hıyar mı doğranır? Ben istemem Fatma ablanıza verin hıyarın irisini, eline pek yakışır…’ (s.35)
Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin düzenlediği yarışmada ‘haber’ ve ‘yılın gazetecisi’ ödüllerini alan Yiğenoğlu, toplumun kültürünü yansıtan sözvarlığı atasözünü sayfada ortalama 0.045 kez (0.3 p) kullanmış. ‘Çok laf yalansız, çok para haramsız olmazmış’ (s.16) ‘Sabreden derviş muradına ermiş…’ (s.27)
Kahramanını sövmesini iyi bilen Adanalı ağzıyla konuşturan Yiğenoğlu, benim kimi vakit bellekçakımı dediğim bilinççakımını sayfada ortalama 0.034 kez (0.1 p) kullanmış. ‘Moldavyalı’dan daha iyi sakinleştirici mi olur diye geçirdi içinden.’ (s.79)
Şiiri sevmeyen (0 p) Yiğenoğlu, bellekte özgün imgeler uyandıran benzetmeleri sayfada ortalama 1.3 kez (5.2 p) kullanmış. ‘İnsanların yürekleri firez tarlası gibi cayır cayır yanıyordu.’ (s.69) ‘muhatabını öğrenci gibi görme hastalığı’ (s.163) Eğretilemeyi ise sayfada ortalama 1 kez (3 p) kullanmış. ‘Evi düşündü, yatakta bıraktığı tazeye’ (s.7) ‘onlar ki hepsi birer maskeli tefecidir’ (s.20) Eğretiler kulağa hoş gelmeli.
‘Kartal Yuvası’ adlı öyküsüyle Taner Kışlalı Öykü Ödülü’nü alan Yiğenoğlu, yıllarca yabancı dillerin etkisi altında kalan terimi sayfada ortalama 3.4 kez (10.2 p) kullanmış. ‘Mimar odasının 30 Dolara çizeceği’ (s.180) ‘oryantal fostfoodçular çok yaşasın’ (s.40)
‘Kırmızı Koku’da ‘kooperatif deniz, yemeyen domuz’ söylemini öne çıkaran Yiğenoğlu, kullandığı yere derinlik katan, bellekte çiçek bahçeleri oluşturan imgeyi sayfada ortalama 2.9 kez (23.2 p) kullanmış. ‘Bak ne duruma düşürdü bu halk seni… Bilmiyor musun, kahramanlık tacı taktığı evlatlarını pohpohlamaya bayılır; sonra yine alkışlarla çeker ipini…’ (s.53)
Güncelliğini yitiren konulara değinen Yiğenoğlu, epik anlamın yerini alan betimlemeyi sayfada ortalama 5.5 satır (1.1 p) yapmış. Yazar, ayrıntılara da yer vermemiş. Ruh çözümlemesini ise sayfada ortalama 0.2 satır (0.1 p) yapmış.
Milliyet, Ekspres ve Cumhuriyet gazetelerinde çalışan Yiğenoğlu, yazın diline anlam zenginliği ve derinlik katan pekiştirmeyi sayfada ortalama 0.4 kez (1.2 p) kullanmış. ‘ahmağın ahmağı, körün körü sensin…’ (s.196)
Romanında hiç alıntı yapmayan Yiğenoğlu, montaj tekniğiyle hazır söz kalıplarından sayfada ortalama 0.030 kez (0.3 p) yararlanmış. ‘Hazreti Muhammed’in dediği gibi çok laf yalansız, çok para haramsız olmazdı.’ (s.80) Yazar Türk sözüne, ‘Hazreti Muhammed’in dediği gibi demiş?!.. ‘aşk tek kişiliktir, ne arasan kendinde ara!’ (s.145) Yazar, biri Hacı Bektaş Veli’nin olan bu iki güzel sözü tırnak içinde göstermemiş..!
İnsanın iç yapısını anlatmadığı için öykülere ruhsal derinlik veremeyen Yiğenoğlu, gülümsemeleri gevreten soruyu sayfada ortalama 3.5 kez (10.5 p) yöneltmiş. “ ‘Ölüm taklit edilebilir mi,’ diyor önceki konuşan, baktı yanıt gelmiyor, ‘kim el koyabilir ki zamana.’ diye ekliyor.” (s.193)
Romanın final bölümünü yazın kurallarını hiçe sayarak yazan Yiğenoğlu, kullanıldığı yere estetiklik katan, şiirin olmazsa olmazı ikilemeye sayfada ortalama 0.7 kez (1.4 p) yer vermiş. ‘Zekerimizden meni damlaya damlaya çıktık Mina dağına’ (s.107)
Okurun iç tellerine su veren parıltılı söz yazmayı seven Yiğenoğlu, varlıkların durumlarını gösteren sıfatı sayfada ortalama 2.4 kez (4.8 p) kullanmış. ‘ürkütücü kırmızı gözlerle’ (s.100)
Düşüngülü Eleştiri kriterlerine göre ‘Kırmızı Koku’ romanına 105.6 puan verildi. Puanlama yaptığım beş kitaptan, Muzaffer Koçer’in yazdığı ‘Gökçek Ölmemiş’ romanından sonra en yüksek ikinci iyi. (Masumiyet Müzesi: 94.3) * Kırmızı Koku / Çetin Yiğenoğlu / Cumhuriyet Kitapları / 203 s.
Ali Akdemir
29 Ekim 008
Çukurova