- 456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DAHA GÖRÜNMEDİ…
Dün akşamüzeri şehrin arka sokaklarına yolu düştü. Daracık sokakların hepside birbirine benziyordu, bir an için kayboldum sanıyor tam birine sormaya yeltenirken tanıdık bir kaldırım taşı yüzüne haykırıyordu nerede olduğunu… Kaldırım taşları adeta onunla konuşuyordu, birkaç kere daha kaybolmuştuda ona nereden gelip nereye gitmekte olduğunu hep onlar fısıldamıştı gizliden gizliye…
Bu ıssız sokaklara birkaç kaldırım taşı ile hal hatır etmeye gelmemişti şüphesiz. Kasvetli sokaklardan geçerek nihayet genişçe bir meydana geldi. Meydana şöyle bir göz gezdirdi; ak sakalı, kafasında takke, uzunca paltosu ve soğuktan kızaran yüzü ile şeker mi şeker işportacı bir ihtiyardan başka kimsecikler yoktu. O da O’ndan başkasını aramıyordu zaten…
Sanırım ürkek adımlarla yönelmişti ki; ihtiyardan “Korkma yavrum, buyur gel!” şeklinde bir cümle işitti. Cesaretle yürüdü, meydanda ayak sesleri ve ihtiyarın hastalıklı nefes alış verişinden başka duyulan tek bir ses yoktu. Yürüdüğü son yedi sekiz metreyi hem ruhunda hem de zihninde sanki yıllarla ifade edilebilecek bir zaman diliminde almış hissi duydu.
Tezgahın önüne vardığında ne diyeceğini bilemez haldeydi, birkaç saniye suskunca bekledi, tezgahtakilere göz gezdirdi.
İhtiyar şöyle bir süzdükten sonra tatlı sert bir üslupla;
—Ne istiyorsun evlat! Dedi.
Doğruldu, göz göze geldiler, bir şeyler söylemek istedi ama söyleyemedi, sıkıntılıydı… İhtiyar bir süre bekledi ve daha yüksek bir sesle;
—Onca yolu susmak için mi geldin, evlat! Dedi.
Aceba nereden geldiğini biliyor muydu? Niçin geldiğini? Kim olduğunu? Bir yandan zihninde bu sorularla cebelleşirken diğer yandansa ne istediğini bulmaya çalışıyordu ki dudaklarından şu sözler dökülüverdi;
—Aşk… Aşk istiyorum, sizde varmış.
—Evet var…
—Ne kadar?
—Endazesi bir bakış.
—Bu kadar ucuz mu?
—Ne sandın evlat, bu devirde bu kadar ucuz…
Bu sorgulayış ihtiyarı şaşırmıştı. Buraya her gün yüzlerce genç gelir endazesi bir bakıştan istediklerini alıp giderdi… Bu sorgulayış ihtiyarın hoşuna gitmişse de kızmış gibi yaptı; sert bir ses tonuyla:
—Evlat! Alacak mısın, almayacak mısın? Dedi.
—Alacağım…
İhtiyar bu cevapla biraz buruldu, karşısındaki gencin de her gün tezgaha uğrayan yüzlercesinden farklı olmadığını düşünüp acıma ve tiksinti ile karışık bir bakış iliştirdi gencin gözlerine ve devam etti sözlerine.
—Hangisi? Dedi.
—Hepsini alacağım…
İhtiyar yine şaşırmıştı. İhtiyar karşısındaki genci çözmekte zorlanıyor, buda tatlı bir hoşnutsuzluğa sebep oluyordu.
—Peki, bu kadar aşkı ne yapacaksın?
—Götürüp ait oldukları yere bırakacağım.
—Neresiymiş bakalım ait oldukları yer?
—Bizim Dünyamız değil! İşportada satılan, kuytu köşelerde sevişmekten ibaret aşk müsvettelerinin bizim dünyamızda işi yok! Bunlardan o kadar çoğaldı ki gerçek aşkın değeri bilinmez oldu…
İhtiyarın derin çizgilerle dokunmuş yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Tezgâhın altından tozlu bir sandık çıkardı. Gence uzattı ve ekledi;
—Mecnun isminde sen yaşlarda bir genç bırakmıştı bunu, aklını oynatmış gibiydi… Sürekli “Keremin yangınından kurtardım seni” sözlerini tekrarlıyordu bazende “Leyla” nöbetleri geçiriyordu zavallı… Yıllardır bendedir hiç isteyen olmadı, al istersen…
Genç kendine uzatılan sandığı aldı. İhtiyara baktı ve;
—Artık sana bu sokakta iş yok ihtiyar! Dedi.
Sandığı açtı ve beklemeye başladı, nihayet uzaktan birkaç genç göründü. Yaklaştılar, güle oynaya tezgâhın önüne gelip sorular;
—Ne satıyorsun arkadaş?
—Aşk… Gerçek aşk…
—Ne kadar?
—Zerresi bir ömür…
Gençler bir şey söylemeden ihtiyarın tezgahına yöneldiler. İhtiyar adam “görüyorsun ya evlat” dercesine bir bakış savurdu…
Genç adam sandığı topladı, can çekişen ideallerini yanına alarak karanlıkta kaybolup gitti. Bir daha da ortalarda görünmedi…
Atabey TÜRKSOYLU
(Daha önce yayınladığım hikayem, "makaleler" başlığına taşınmış düzeltme gereği duydum...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.