- 440 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
IŞILDAK MANGASI (1)
IŞILDAK MANGASI
(Üç perdelik oyun)
BİRİNCİ PERDE
BİRİNCİ SAHNE
FONDAN SES: 21 Şubat 1915. Çanakkale, Çan…
(Perde açılır. Köyde bir ev önü… Karşıda tek katlı bir evin duvarı, solda giriş kapısı, sağ tarafta pencere, duvar dibinde yaygısız, tahtadan yapılmış, uzun bir sedir; dağ ön planda kısa kısa kesilip istiflenmiş odunlar… Zehra bir kütüğün üstüne diklemesine odun koymuş baltayla ikiye bölmeye çalışmaktadır.)
ESMA: (Kapıyı açıp evin önüne çıkar.) Sen delirdin mi kız? Bırak o baltayı bakalım!..
ZEHRA: Bi şey olmaz ana, korkma!
ESMA: (Baltayı Zehra’dan alır.) Bu kadar tez canlı olma kızım. Karnın burnunda senin… Geç şu sedire, otur hanım hanımcık!
ZEHRA: Utanıyom ana, ev işlerini hep sen yapıyon, bana hiç iş yaptırmıyon.
ESMA: Senin işin torunuma kazak örmek… (Sediri gösterir.) Bak, şişlerle yünler seni bekliyo… Hadi, geç şuraya. (Baltayla odunu parçalar, Zehra sedire geçip örgüye başlar.)
ZEHRA: Bu yıl bahar erken geldi ana, erikler şimdiden çiçeğe durdu.
ESMA: Buna yalancı bahar derler a kızım! Güneşe bakıp aldanma. Bir bakarsın yarın kar yağmış.
ZEHRA: Mehmet geç kalmadı mı ana? Bu saate kadar gelmesi gerekmez miydi?
ESMA: (Öne doğru ilerler, ayakuçlarında yükselip elini siper ederek uzakları gözlüyormuş gibi seyircilere bakar.) Çok uzakta bir karaltı görülüyo ama kim olduğunu seçemiyom.
ZEHRA: (Esma’nın yanına gelip bakar.) Mehmet’e benzemiyo, kim ola ki?
ESMA: (Kestiği odunları toplar.) Akşam vakti bu yolda olsa olsa deli Kazo dolaşır. İş istiyodun, al sana iş… (Odun parçalarını Zehra’nın kucağı koyar.) Az önce maşınkayı yaktıydım, çıralar tutuştuysa odunları atıver.
ZEHRA: (Odunlarla eve girerken) Peki ana…
ESMA: (İstif edilmiş odunlardan birkaç tane alıp, diklemesine koyarak yarmaya çalışırken) Ah Yusuf ah!.. Şimdi sen olacaktın ki!.. Kesilmedik odun mu kalırdı burda? Ne talihsiz başım varmış!
ZEHRA: (Kapıdan sahneye gelir.) Yoruldunsa bırak ana, Mehmet on dakkada bir sürü odun parçalar.
ESMA: Yorgunluktan değil kızım… Benimki yakınmak değil, benimki hasret… Mehmet ne yapsın? Üç hanenin yükü omzuna binmiş Mehmet’imin. (Odun yığınını göstererek) Bu odunların ağzı olsa da konuşsa… Bunları kesmek için az mı dağa gidip geldi evlâdım!..
ZEHRA: (Sahnenin önüne gelip uzaklara bakar gibi yaparken) Bilirim ana bilirim… Aaa, karaltı kaybolmuş!.
ESMA: (Zehra gibi bakarak) Dedim ya, deli Kazo işte. Oturmuştur bir ağaç dibine.
ZEHRA: Nerde kaldı bu?
ESMA: Korkma kızım, bi şey olmaz benim oğluma. Onun ne hasmı vardır, ne de kanlısı… Melek gibidir benim oğlum. Bi gayfeye oturmuş gayfe içiyodur arkadaşlarıyla.
ZEHRA: Köyde arkadaşı mı kaldı ana? Herkes cepheye gitti.
AYŞE: (Seksek oynayarak soldan girer.) Ananeee, dayım geldi mi?
ESMA: Bağırma kız, n’apçen dayını?
AYŞE: Köyden un getircekti ya!.. Anam maşınkayı tutuşturdu, lokum yapacakmış, un istiyo.
ESMA: Nerdeyse gelir, biz de onu bekliyoz. (Baltayla işine devam ederken) Siz şöyle kenara geçin bakalım, yongalar bi yerinize sıçramasın. (Zehra sedire oturup örgüsüne devam eder. Ayşe bir ileri bir geri giderek seksek oynamaya devam eder. Öfkeli) Kızım, ne dedim sana!.. Ya yengenin yanına geçip otur, ya da eve girip ısın.
AYŞE: Hava soğuk değil ki anane!...
ESMA: O zaman yengenin yanına geç.
AYŞE: (Zehra’nın yanına oturur.) Yenge, bu kazağı kime örüyon?
ZEHRA: Bebeğe…
ESMA: Yusuf’a Kızım, Yusuf’a…
ZEHRA: Aman anaaa!.. Fatma teyzenin yalanlarına mı inanıyon?
ESMA: Ne yalanı kız? Fatma kadının her dediği çıkar.
ZEHRA: Bebeğin kız mı erkek mi olacağını kimse bilemez…
ESMA: Başkaları için bi şey diyemem ama Fatma kadın bilir. Sen buraya başka köyden geldin, Fatma kadını tanımazsın. Karın şişip de bebek altı aylık oldu mu Fatma kadın şıppadanak anlar. Bugüne kadar yanıldığı hiç görülmemiştir. Seninki nerdeyse yedi aylık oldu. Göreceksin bak, nur topu gibi bir erkek torun vereceksin bana.
ZEHRA: Eli ayağı düzgün olsun da…
AYŞE: Zehra yenge, bebek bize bi şey getircek mi?
ZEHRA: Getirmez mi kız? Helbet getircek.
AYŞE: Neler getircek peki?
ZEHRA: Şeker getircek, fıstık getircek, oyuncak bebek getircek.
ESMA: Zehra, kızım; maşınka tutuşmuştur, üstünde ıhlamur vardı, ısındıysa getir de içelim.
ZEHRA: (Örgüyü bırakıp eve girerken) Tamam ana…
ESMA: Maşınkanın gözüne birkaç da patates soğan at, yavaş yavaş közlenir.
ZEHRA: (İçerden) Peki ana…
AYŞE: Anane, babamla Yusuf dedem öbür dünyada buluşmuştur değil mi?
ESMA: (Baltayla oduna vururken) Buluşmuştur kızım.
AYŞE: İkisi de cennettedir değil mi?
ESMA: Ona ne şüphe kızım? Helbette ki cennetteler. Şehitler sorgusuz sualsiz cennete girer.
AYŞE: Allah’a yalvarsam, dua etsem onları bana gösterir mi?
ESMA: Gösterir ama, anca rüyada…
AYŞE: Ben de rüyada diyom zaten.
ESMA: Gösterir kızım.
AYŞE: (Ellerini göğe açarak) Allah’ım, yarabbim; babamı da dedemi de çok az hatırlıyom, onlara doyamadım Allah’ım; ne olur göster bana onları!.. Rüyamda, azıcık; ne olur Allah’ım!..
ZEHRA: (Elinde tepsi, tepside çaydanlık, bardak ve şekerle gelir. Ayşe’nin saçlarını okşayıp yanağından öper.) Ah, benim garip yavrum!..
AYŞE: Yusuf doğduktan sonra da beni sevcen mi yenge?
ZEHRA: Hiç sevmem mi kız? O nasıl söz? Helbet ki sevcem. Yusuf’u da nerden çıkardın sen?
AYŞE: Ananem diyo. İlle erkek olcak, Yusuf yüzlü olcak diyo… Yusuf yüzlü ne demek yenge?
ZEHRA: (Bardaklara ıhlamur koyarken) Senin gibi güzel yüzlü demektir.
ESMA: Ayrıca yiğit, güçlü, mert, cömert demektir. Tıpkı dedesi gibi olcak benim torunum.
ZEHRA: Gel ana, bi bardak ıhlamur iç de için ısınsın.
ESMA: (Ayşe’nin yanına oturup uzaklara bakarak) Hep bi erkek torunumuz olsun istediydik ama olmadı.
ZEHRA: Bunda üzülcek ne var ana? Dört tane güzel mi güzel kız torunun var. Eli ayağı düzgün olsun da…
ESMA: Kız doğuracan da onun hazırlığını mı yapıyon? Niçin ikide bir eli ayağı düzgün olsun diyon? Erkek çocuk doğuramam desene.
ZEHRA: Orasını Allah bilir ana…
ESMA: Şaka kızım şaka!.. Her şeyin başı sağlık…
ZEHRA: Her şakanın altında bir gerçek vardır derler.
ESMA: Erkek evlât takıntısı rahmetliden kaldı bana. Onu tanısaydın sen de çok severdin. Yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı, cömert mi cömert bi insandı rahmetli. (Kapıyı göstererek) Aha şu kapıdan sığmazdı da eğilerek geçerdi. Buraya şahin tepesi derdi. Köye tepeden bakan, insanlardan uzak bir tepe… Kaç defa “Herif herif, benim burada canım sıkılıyo.” dedim. “Fakire fukaraya birkaç dönüm arsa ver de, gelip buraya ev yapsınlar; benim de birkaç komşum olsun.” dedim ama dinletemedim. Bu arazi, bu tepe ona babasından, babasına da dedesinden kalmış. Hep bir hayali vardı. “Beş-altı tane oğlum olcak, bu tepenin her köşesine konak gibi evler yaptırcam, en ortada da benim evim olcak, burada küçük bir hükümdarlık kurcam.” derdi. Torunları ceviz, kestane, elma ağaçlarıyla dolu bu tepede sere serpe büyüyecekti hayalince. Ama olmadı. Üst üste tam dört tane kızımız oldu.
ZEHRA: Rahmetlinin hayali gerçekleşmiş sayılır. Kızlarının ikisi yabana gitmiş ama ikisi de yanında. Şahin tepesinde şimdi üç ev var. Dört tane de torun var; az mı? Beşincisi de yolda…
ESMA: Hep erkek evlâdım olsun derdi rahmetli. Neden sonra Mehmet doğdu. Biricik oğlunu gözü gibi korur, her istediğini alır, kılına halel getirmezdi.
ZEHRA: Bilirim ana, Mehmet anlatır durur. Eee, ne de olsa bir evin bir oğlu.
ESMA: Gençliğinde yıllarca askerlik yaptıydı. Trablusgarp yenilgisinden sonra Balkan harbi patlak verdi. Yedekleri de askere çağırdılar. (Ağlamaklı) Ah Balkanlar aah!.. Nice Anadolu evlâdını yedi bitirdi!.. Kocam Balkanlara gittiğinde Mehmet’im on yedi yaşındaydı; mürvetini göremedi oğlumun.
ZEHRA: Ya kızların n’apsın ana? Biri genç yaşta dul kaldı, diğeri ise kaç yıldır asker yolu gözler. Baksana Ayşeciğe, kuzu gibi oturur yanında, babasız büyür zavallı!..
MEHMET: (Soldan girer, elleri paltosunun cebindedir. Sert) Size odun kesmeyin, ben keserim demedim mi?
ESMA: Nerden geliyon oğlum?
MEHMET: (Ortadaki kütüğü, baltayı, odunları toplarken) Dağdan geliyom, köye möye gitmedim.
ESMA: Hani Çolak Ağadan un alcaktın?
MEHMET: Dedim ya ana, köye gitmedim; un mun yok.
ESMA: (Zehra’ya) Kızım, kilerde birkaç okka un kaldıydı, yarısını bi tencereye boşalt, Ayşe’ye ver, götürsün anasına.
ZEHRA: Peki ana.(Ayşe’ye) Gel peşimden bakalım. (Ayşe’yle eve girerler.)
ESMA: (Mehmet’e yaklaşır) N’oldu oğlum, biri canını mı sıktı? Bir şey söyleyen mi oldu?
MEHMET: Daha ne olsun ana!.. Sayende adımız korkağa çıktı.
ESMA: (Mehmet’in kolundan çekerek) Gel bakalım şöyle, bi ıhlamur iç; güzel güzel konuşalım.
MEHMET: (Kolunu kurtarıp yerdeki odunları toplamaya devam eder. Sinirli) Benim gibi insanların bu torakların ekmeğini yemeğe hakkı var mı? Bu toprakların suyunu içmek bana helâl mi?
ESMA: O nasıl söz oğlum? Ne kusurun varmış senin?
MEHMET: Daha ne kusurum olacak ana? Köyde eli silâh tutan herkes asker oldu, ben buralarda yatıyom.
AYŞE: Kapıdan girer. Anane, ben gidiyom.
ESMA: (Bakmadan) Güle güle, güle güle…
(Ayşe elinde tencereyle seke seke soldan çıkar, Zehra eşikte gizlice Esma’yla Mehmet’i dinler.)
ESMA: Sen şehit oğlusun, bi evin bi oğlusun… Bu tepede üç hane var, erkek olarak sadece sen kaldın. Tabii ki gitmiycen askere. Biraz da başkaları korusun memleketi.
MEHMET: Erkekmiş!.. (Kendisini gösterip alay ederek) Ne erkek ya!.. Korkakların şahı…
ZEHRA:(Sahneye girerek) Senin korkak olmadığını cümle âlem biliyo, kimmiş sana korkak diyen?
MEHMET: Sen de mi Zehra? Sen bari beni anla!
ZEHRA: (Yaklaşır, yalvarırcasına) Anam haklı Mehmet, sen üç hanenin tek erkeğisin, askere gitmek sana düşmez.
ESMA: Devlet sana bu hakkı tanımış oğlum. Baban şehit, eniştenin biri şehit, öbürü de cephede… Üç hane de senin eline bakarız. Sen de askere gidersen bize kim bakacak?
MEHMET: Size bakan ben miyim ki? Rızkı veren Allah’tır.
ESMA: Bu odunları kim kesecek, tarlayı kim sürecek?
MEHMET: Anlamıyon ana, anlamıyon… Geçin şöyle bakalım, oturun karşıma. (Esma’yı ve Zehra’yı kollarından tutup sedire oturtur, karşılarına geçerek) Biz Çanakkale’nin Çan kasabasının köyünde oturmuyoz mu?
ESMA: Oturuyoz, eee?
MEHMET: Çanakkale hemen burnumuzun dibinde değil mi?
ZEHRA: Dibinde… N’olmuş peki?
MEHMET: İki gün önce, yani 19 Şubatta Boğaz’da neler olmuş, duydunuz mu?
ESMA: Duymadık a oğlum, neler olmuş?
MEHMET: (Esma’nın dizleri dibine çökerek) İngiliz savaş gemileri, ayrıca Fransız zırhlıları Boğaz’ın girişindeki tabyaları ağır toplarla perişan etmiş ana!.. Savaş gemilerinden, tayyarelerden atılan bombalar sonucunda Ertuğrul ve Orhaniye tabyaları ayrıca Kumkale sırtları yerle bir olmuş.
ESMA: Birkaç bomba atmışlardır kayalara a oğlum!.. Ne çıkar bundan? Hem bu olaylardan sana ne?
MEHMET: (Kızgın) Ne demek sana ne? Bu nasıl lâf ana? Düşmanlar ta İngiltere’den, Fransa’dan, Hindistan’dan, Avustralya’dan ha bire asker yığıyormuş Boğaz’a. Limni adası vıgır vıgır düşman askeriyle doluymuş. Ege denizinde, Boğaz’ın karşısında askerle dolu yüzlerce gemi varmış.
ESMA: Osmanlı da buna bir tedbir düşünmüştür herhâlde!..
MEHMET: İşte bütün mesele de bu ana! Hükümet ta Kars’tan, Ardahan’dan, Sinop’tan, yurdun her köşesinden asker getiriyo Çanakkale’ye. Eli silâh tutanlar, gönüllüler trenle, atla, eşekle veya yürüyerek seller gibi akın ediyo Boğaz’a. Ya ben? Ben ne yapıyom? Bağırsam sesimi duyurabileceğim Çanakkale’ye gidemiyom. İngilizler Çanakkale’yi geçerse ne olur biliyon mu ana?
ESMA: Ne olur ki yavrum?
MEHMET: Önce buraya gelirler ana. Ne evimiz, ne köyümüz, ne Çan, ne de Çanakkale kalır. Tek kurtuluşumuz onları Boğaz’da durdurmaktır.
ESMA: Sen mi durduracan? (Bağırır) Düşmanı durdurmak sana mı kaldı?
MEHMET: Anadolu’nun her yerinden gönüllüler geliyomuş ana. Yaşlısı, genci, tahsillisi, cahili… Ben niçin gidemiyom ana? Yarından tezi yok kasabaya inip askerliğe başlıyom.
ESMA: Ben imza vermezsem gidemezsin.
ZEHRA: Evet gidemezsin.
MEHMET: Bak Zehra, kafamı bozma!.. Bugün köye niçin gitmedim biliyon mu?
ZEHRA: Biliyom, salağın biri korkak demiş.
MEHMET: Ne korkağı? Tam köye giriyodum ki deli Kazo’yla karşılaştım. Dedi Kazo ne dedi bana biliyonuz mu?
ESMA: Deli Kazo ne diyebilir ki?
MEHMET: (Taklit ederek) “Nereye gidiyon kancık Meemet?” dedi.(Sessizlik) Duydunuz mu heey? Deli Kazo’nun bile diline düşmüşüz. Sırf senin yüzünden adımız kancığa çıktı ana!..
ESMA: Adı üstünde oğlum, deli Kazo bu… Her şey söyler. Sen onun sözlerine kulak asma.
MEHMET: Delidir delidir ama kasabada konuşulan her şeyi işitir.
ZEHRA: Senin erkek mi kancık mı olduğunu en iyi ben bilirim.
MEHMET: (Çok öfkeli, vurmak için davranıp son anda vazgeçer.) Bana bak, kapa çeneni, yoksa gebertirim!..
ZEHRA: (Mehmet’in ayaklarına kapanır.) Biz senin iyiliğini istiyoz Mehmet, sen bizim tek dayanağımızsın.
MEHMET: (Zehra’yı kaldırıp sedire oturtur) Bak Zehra, yarın bir oğlum olacak, sokakta çocuklarla oynayacak, arkadaşlarından biri ona kancığın oğlu derse ne yapacan? Ne cevap verecen oğluna? Ben oğlumun yüzüne nasıl bakacam? Ana ana, sen her yerde şehit karısıyım diye övünmez misin? Niçin cevap vermiyon? Konuşsana!..
ESMA? Ne konuşayım a oğul?
MEHMET: Şehit karısıyım diye her yerde övünürsün öyle değil mi?
ESMA: Yetti artık, şehit karısıyım ama şehit anası olmak istemiyom!
ZEHRA: Bir evden bir şehit yeter.
MEHMET: Ayrıca askere gitmek ölmek mi demek?
ESMA: Savaş var a oğlum…
MEHMET: Savaş var ki askere gitmek istiyom. Savaşa giden herkesin ölmesi gerekir diye bir kanun mu var? Bakarsın savaş kısa sürer.
ESMA: Köye gitme bir daha. Kimse görmesin seni. Un almaya ben giderim.
MEHMET: Bir bakarsın yaralanmışım, anlı şanlı bir gazi olarak dönmüşüm köyüme.
ZEHRA: Sen hep evde otur, hiç dışarı çıkma, biz her şeyi yaparız.
MEHMET: O zaman ikiniz de benimle övünürsünüz. Doğacak çocuğuma da arkadaşları Gazi Mehmet’in oğlu der.
ZEHRA: Ben herkese “Mehmet bizim köye gitti.” derim.
MEHMET: (Haykırır.) Kesin bee!.. (Koşa koşa eve girer, kadınlar şaşkın şaşkın bakışırlar. Mehmet av tüfeğiyle çıkar.) Bir kümese girip saklan demediğiniz kaldı. Allah’a yemin ediyom bu tüfekle ya düşmanları vururum ya da kendimi. (Tüfeğin namlusunu çenesine dayar.)
ESMA: Sen deli misin oğlum, bırak şunu!..
ZEHRA: (Yerinden kalkıp Mehmet’e yaklaşırken) Mehmet, yalvarırım bırak tüfeği!
MEHMET: Kıpırdama! Otur oraya, anamın yanına otur. Size bir tek sorum var.
ESMA: Tamam oğlum, tamam; sakin ol!
ZEHRA: (Oturmuş durumda) Hadi sor bakalım.
MEHMET: Dininize imanınıza doğru cevap vereceksiniz tamam mı?
ESMA, ZEHRA: Tamam…
MEHMET: Bir insan; oğluna, kocasına veya babasına kancık lâkabının mı verilmesini ister, yoksa ona gazi denilmesinden mi hoşlanır?
ESMA, ZEHRA: (Bakışırlar, çaresiz ve kısık sesle) Gazi…
MEHMET: (Sevinçli) O kadar!.. İş bitmiştir. (Annesini ve eşini yanaklarından öper.) İkinize de söz veriyom, babamın intikamını mutlaka alacam, sağ salim dönecem.
ESMA: Bebeğin doğumuna da az kaldıydı. Bebek doğduktan sonra gitseydin bari!..
MEHMET: Zehra’nın karnını okşayarak) Oğlum beni uslu uslu beklesin. İkinize de söz veriyom oğlum doğduğu gün burada olacam.
(Perde iner.)
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.