Kuzeyde Aşk -bölüm2-
...
O yıl okulun son yılıydı ve sekiz aylık birlikteliğimizin ardından ailemin ilk başta tepki göstermesine rağmen yaz sonunda evlenip Trabzon’a tamamıyla yerleşmiştim. Daha üç aylık evli olmamıza rağmen ilk çocuğuma hamile kaldığımdan iş hayatına başlamam mümkün olmamıştı. Ne yazık ki, ekonomist unvanım sadece diplomamda yazılı kalmıştı. Çocukların bir bir dünyaya gelişiyle yoğun günler içinde iş hayatını hiç aklımdan bile geçirmiyordum. Onların varlığı hayatımın anlamıydı. Gezer, eğlenir, yazın denize, kışında bol bol maça giderdik. Çocuklarımın her biri ufacık yaşında Trabzonspor tutkunu olmuştu. Her iki hafta da bir arabalara doluşur statda alırdık soluğu. Birde yenmişsek deymeyin keyfimize; eve gelene dek çocuklar arkadan tezahürat yapar, bizde önden onlara eşlik ederdik.
Çocuklar büyüyüp, ev küçük gelmeye başladığında oturduğumuz evden taşınma kararı almıştık. Ahmet’in uzun uğraşları sonunda denize yakın bahçeli, üç katlı bir ev bulup ona taşınmıştık. Yeni evimiz mükemmel olmasına rağmen çocukların bu eve alışması zamana bağlıydı. Birde kış ortalarında yeni eve taşınmamız, onların yarıyıl içinde okul değiştirmesine sebep olmuş, bu da en büyük sorunu ve kargaşayı yaratmıştı. Eren uzun süre gelmeyeceğim diye diretmiş, Ethem’ de abisinden aldığı örnekle aynı tepkiyi göstermişti. Bu tepkileri eve taşınmamız ve yeni okullarına geçmelerine rağmen devam etmişti. Zaten dertleri bitmezdi, birde bu sorunlar eklenince çıkmazlara girmiş, Ahmet’le nasıl davranacağımızı bilemez olmuştuk. Her gün okuldan dönüşleri ayrı bir sorun oluyordu.
Eren hırsla gelir, direkt odasına çekilirdi, Ethem’de abisinin ardından söylene söylene girerdi içeriye. “ Buradan nefret ediyorum!” Bu sözler bitmek bilmez sitemleriydi. Yine bir gün aynı şekilde eve girdiklerinde artık kendime hakim olamamıştım ve “ neden alışmayı denemek yerine alışmamak için ısrar ediyorsunuz?.. Ayrıca diğer arkadaşlarınızdan çokta uzakta sayılmazsınız. Hafta sonları rahatlıkla görüşebilirsiniz…” diyerek çıkışmıştım. Bu kez ses tonum diğer günler gibi sakin değil, tam tersi hiddetle çıkmıştı.
“ Siz neden bizi anlamıyorsunuz, anne!” dedi, Eren. Elindeki okul çantasını yere fırlatarak. “ Anlayacak bir durum yok. Herkes evinden, okulundan, hatta ömrünün yarısını geçirdiği şehirden bile ayrılabilir. İmkânlar bazı olanakları değiştirir. Sizde bizi anlamalısınız. Ayrıca buraya size daha iyi imkânlar sağlamak için taşındık...”
“ Ama biz orada rahattık ayrıca da çok mutluyduk. Burada kimsemiz yok!” Bu kez Ethem cevap vermişti. Oldukça masum bir yüz ifadesiyle, dokunsan ağlayacak gibi duruyordu karşımda.
Eren bir süre sessizliğini devam ettirip, en sonunda “ sadece siz haklısınız!” deyip hırsla yerdeki çantasını alıp odasına doğru yöneldi. Ardından da Ethem tepkisizce odasına çekildi. Bende mutfağa geçip yemeklerini hazırlamaya koyuldum. Can ise benim ardımdan mutfağa gelip “ onlar, neden burayı sevmiyor?” diye soru yöneltti. “ Burayı seviyorlar, bebeğim. Sadece arkadaşlarından ayrıldıkları için üzülüyorlar.” Sözlerimi anlamışçasına başını sallayıp koşarak yanımdan uzaklaştı. Ardından “ yavaş ol, düşeceksin!” diyerek seslendim. Bu da Can’la aramızdaki anlaşma sözleriydi(!)...
Hepsine birer tost yapmak için ekmekleri çıkardım, tam tost makinesine yerleştireceğim anda üst kattan gelen gümbürtüyle irkildim. Telaşla tost makinesinin fişini çekerken “ Can, n’apıyorsun?” diyerekte Can’a seslendim. Ama salona geçtiğimde Can sessizce oynuyordu ve beni görünce ben bir şey yapmadım dercesine parmağıyla merdivenleri gösterdi. Eren’in odasına girdiğimde her yer darma duman olmuş, Erende yatağının üzerinde hıçkırıklara boğulmuştu. Benim içeri girdiğimin farkında bile değildi. Anlaşılan son zamanlarda yenemediği hırsını bu kez eşyalarından çıkarmıştı. Bende tek kelime etmeden sessizce geri çıktım odasından. Biraz kendi haline kalması iyi olabilirdi. Koridorda dikilen Ethem’de ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“ Hadi, oğlum. Aşağıya in, biraz Can’la ilgilen. Bende tostlarınızı yapayım” diyerek onu da Eren’den uzaklaştırdım. Son bir ay, evdeki çatışmalar beni de bitirmişti. Akşamın olmasını ve Ahmet’in gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum.
Bu çatışmalar ve çocukların isyanları ta ki Eren’in on birinci yaş gününe kadar devam etti. Ahmet’in büyük bir öz veriyle hazırladığı bu doğum günü partisi çocukların durulmalarını sağlamıştı. Yeni arkadaşları ve eski arkadaşlarının gelmesi çocuksu mutluluklarını gün yüzüne çıkarmıştı. Yeni evimizin bahçesi sayesinde neler yapılabileceğini görüp bu eve alışmanın başlangıcını yapmışlardı.
Doğum gününü izleyen diğer hafta sonunda da maça giderek sezonun son maç heyecanını tatmıştık ve yavaş yavaş fırtınalı günleri atlatmayı başarmıştık bile… Okulların kapanması ve yaz ayının gelmesi de çocukları daha da mutlu etmişti. Akşama kadar bahçede top oynayışları, ara sıra didişmeleri, akşam saatlerinde babalarını görüp bahçe kapısına koşmaları an be an gözlerimin önünden hiç çıkmıyor. Çoğu zaman onlar bahçede oynarken bende terasa çıkar onları izlerdim. İşte o zaman terastan martıları ve denizi izleme alışkanlığım başlamıştı. İlk zamanlarda sürekli fotoğraf çeker özellikle gün batımını fotoğraf karelerine alırdım.
O yaz boyunca yüzlerce farklı farklı fotoğraf çekip, en güzellerlini büyültüp evin her tarafına asmıştım. Bunların yanı sıra çocuklarında türlü türlü fotoğraflarını karelere alırdım. Özellikle Can poz vermekten çok hoşlanır, ne zaman elimde fotoğraf makinesini görse şekilden şekle girerdi. Bir gün Ahmet’le terasta sohbet ederken, “ resimlerin çok güzel, istersen bu işi geliştirebilirsin” demişti. Aslında fena bir fikir sayılmazdı. Bunun üzerine terastaki çatı katını kendime uygun düzenleyip çalışma odasına çevirmiştim. Resimleri özelliklerine göre sırayla diziyordum. Zamanla odam resim sergisine dönüşür hal almıştı. Odama giren herkes manzara resimlerine hayran kalırdı. Özelliklede bu odayı en çok Can severdi. Bitmek bilmez soru ve fikirleri de cabasıydı.
Ahmet’in işlerinin yoğunluğundan yaz sonuna dek tatile çıkamamıştık. Bu nedenle de çocukların söylenmelerini engellemek için denize götürürdüm bol bol. Eren elindeki oltasıyla kayaların tepesine çıkıp balık tutmayı çok severdi, ara sıra oltasına takılan minik balıklar sayesinde sevinçten olduğu yerde tepinip dururdu. Bazen de balıklar misinenin ucundaki yemlerini yer kaçar bu durumda da öfkeden köpürürdü. Aslında şansı açık bir çocuktu, tuttuğu balıklar minicik görünse de bazen yarım kiloyu aşkın balık tutardı. Ethem’in de en büyük keyfi sudan hiç çıkmamaktı. Hatta son dakikaları bile değerlendirmekten geri kalmazdı. Koca göbeği, koca poposu bile balık gibi dalıp çıkmasına engel olmazdı. O kadar dikkatli olurdum ki, Eren’in kayadan aşağı kaymasından, Ethem’in herhangi bir boğulma tehlikesi atlatacağından yüreğim hoplardı. Bu arada beni yormayan sadece Can’dı. Kenarda taşlarla kendine oyun üretir, bazen de benim yardımımla suya girerdi. O yaz yüzmeye bile alıştı diyebilirim. Yinede bensiz girmesine asla izin vermiyordum.
“ Bugün çok geç kaldık” diye söylendim. “ Babanızın gelme saati yaklaştı.”
“ Babam, bir şey demez ki!” dedi Can yarım yamalak kelimeleriyle.
“ Doğru söylüyor, anne. Hem babam balıklarımı görünce çok sevinecek” dedi Eren.
Bu arada bir gözümde Ethem’in üzerindeydi. Aracın bagajını açarken “ hadi, Ethem. Çık artık!” diye seslendim ve Eren’e yönelerek, “ baban kızmaz biliyorum. Ama aç geliyor, yemek yapmadık. O zaman sen balıkları temizlersin, bende diğer yemekleri hazırlarım” dedim, aracın bagajını yerleştirirken. Sert bir tavırla da arkamı dönerek “ Ethem, hala su da mısın?” diyerek ona da seslenmeye devam ettim.
Can yerinde hoplayarak “ bende masayı kurarım” dedi. Eren, “ tamam, anne. Biz yardım edeceğiz. Anlaştık mı?” “ Anlaştık. Hadi kardeşini sudan al gel.”
Gerçekten de o akşam çocuklar görevlerini tam olarak yerine getirmişlerdi. Kısa bir süre içinde her şey hazırdı. Ahmet bile bu çalışkan aile karşısında dilini yutmuştu. Yemeğin ardından Ahmet, “ hafta sonu tatile çıkabiliriz” dedi. Bu söz üzerine bizim zıpırlar alkışlamaya, ıslık çalmaya ve yerinde hoplamaya başladı. Hele Can’ın müziksiz ortamda kollarını kaldırıp horon oynamaya çalışması tam bir komediydi.
Zamanımız kısıtlı olduğu için Ankara’ya ailemin yanına gidemedik ve özürlerimizi telefonla bildirdik. Neyse ki annem ve babam bu tür şeylere alınmazlardı. Onları üzen tek şey torunlarını görememekti. Ama babam kış başında kendilerinin gelebileceklerini söyleyince annemde mutlu olmuştu. Tatil için her yaz olduğu gibi Antalya’ya gittik. Çocuklar buraya alışmışlardı ve de çok seviyorlardı. Özellikle çocuklar için yapılan gösteriler ve oyunlar onları çok mutlu ediyordu. En azından çocuk gösterilerinde Ahmet’le bende baş başa kalabiliyorduk. Tatil dönüşünde hemen okul alışverişine koyulduk.
Okulların açılmasına çok kısa bir süre vardı. Bu süre öyle çabuk ve telaşeli geçti ki, bende nasıl geçtiğini anlamamıştım. Okulların açılmasından kısa bir süre sonra da annemle babam geldi. Bir aya yakın onlarla birlikte olmak çocukları da mutlu etmişti. En azından okul dönüşleri savaş halinde olmuyordu. Artık her şey yoluna girdi, çocuklar okullarına ve yeni arkadaşların alıştı derken bu yılda Ethem’in sorunları başladı. En büyük sorunu kilolarıydı ve bunu kafaya çok takıyordu, yapılan şakaları bile sorun haline getirmişti. Bir gün okul dönüşünde “ ben niye sizler gibi zayıf değilim” diye isyan etmişti. “ Herkes bana ‘tombik Ethem, diyor’… Abim yolda yürürken ‘ koca kıçını kaldırıp hızlı yürü’ diye bağırıyor.” Anlaşılan bu konuda oldukça dolup taşmıştı ve gözleri belli belirsiz buğulanmıştı.
“ Çok yavaşsın bu nedenle diyorum. Şişko olduğun için dalga geçmiyorum. Beni sinirlendiriyorsun!..” diye sertçe tepki verdi, Eren.
“Lütfen, çocuklar!... Eren, sende kardeşini üzecek kelimeler kullanma.” Ethem’in yanına yaklaşıp saçlarından okşadım.
Eren “ ama anne! Ben bir şey demiyorum ki!” dedi. Ethem’in belli belirsiz gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
“ Tamam, Eren” diye önce onu sakinleştirdim. Sonra da, “ Ooo, bebeğim! Böyle şeyleri dert etme. Herkesin yapısı farklıdır. Sen doğduğundan beridir bu yapıya sahipsin. İnan ki yaşın büyüdükçe her şey normale girecek.” Sözlerimle teselli vermeye çalıştım. Ethem olduğu yerde doğrulup hafiften burnunu çekti “ Sen zayıfsın. Babam da zayıf. Evde tek şişko benim.” “ Sende babaannene benziyorsun.”
“ Neden tek ben benzedim sanki?”
“ Sana gıcıklık olsun diye” dedi Eren. “ Eren, lütfen!”
“ Tamam, anne. Özür dilerim. Ama saçmalıyor.”
Bu konuyu akşam Ahmet’le uzun uzun konuştuk. Ahmet diğer gün Eren’i karşısına alıp kardeşine karşı yapıcı olması gerektiği için uyarılarda bulundu. Sonra da Ethem’le onun anlayacağı dilden konuşma yaptı ve sonunda Ethem bu takıntısını yavaş yavaş yok etmeye başladı. Ben galiba çocukların sorunları karşısında biraz daha panik davranıyordum. Ahmet ise kısa süre içinde sorunları halledebiliyor, üzerinde durulaması gereken basit konular olduğunu söylüyordu.
Çocuklar büyüdükçe sorunları da her geçen gün bir kat daha artıyordu ve bunu her geçen gün daha iyi anlıyordum. En büyük zevkim fotoğraf çekmeye bile çoğu zaman fırsat bulamıyordum. Kar yağmaya başladığında her yer beyaz örtüye bürünmüş, ormanlar gelinlik giymiş peri kızı gibi bakıyordu yukarıdan aşağıya. Karşımdaki deniz ise köpüklü dalgalarıyla karşılık veriyordu süzülerek inen kar taneciklerine. Doğa müthişti ve izlenmeye değerdi. İşte ben bu şehrin doğa harikasına bayılıyordum. Ama bu müthiş manzarayı değerlendirme fırsatı bulmakta zorlanıyordum, tek boş zamanım çocukların okul saatleriydi ama bu kez de Can’ın derdi bitmezdi. Tam odama çekilir, fotoğraflarımla ilgilenmeye başlardım, Can aşağıdan “ Anne!” diye, çığırırdı resmen. Ya karnı acıkır, ya da dışarıda kartopu oynama aşkı tutardı. Neyse ki hafta sonları vardı ve hepsini Ahmet’e devreder kendime zaman ayırırdım.
Bazen sinemaya bazen de alışverişe giderlerdi. Döndüklerinde o kadar çok şey anlatırlardı ki, yaşadıkları her anı bende yaşamaya başlardım. Sadece maça gidecekleri zaman onlara katılırdım. Bir defa maça gitmeyelim desek ortalık yıkılırdı. Aslında çocukları alıştıran bizdik, bundan sonrada onların alışkanlıklarına gem vuramazdık. Bu nedenle onlara asla kızmıyor, onların maç izleme zevkine engel olmamak için planlarımızı maç günlerine göre yapıyorduk.
O kış çocuklar yeni yeni arkadaş edinmişlerdi ve bu sayede geçmiş evle olan bağları da silinmeye başlamıştı. Onları mutlu ve cıvıl cıvıl görmek Ahmet’le en büyük sevincimizdi. Evlendiğimiz günden beridir yılların nasıl akıpta geçtiğini anlamamıştık bile. Her şey hayatımızda tozpembeydi ve her gün birbirimize daha da fazla kenetleniyorduk.
(devam edecek)
YORUMLAR
Bu öyküyü okurken benim yaşantıma ne kadarda çok benziyor diye düşünmeden edemedim.Yeni eve taşınma ve çocukların oraya alışmaları,birbirleriyle didişmeleri vs.gibi olaylar benim hala yaşamaya devam ettiğim olaylar. Yazınızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum.