Deneme hikaye SARI KIZIN GİZEMİ
Güzel ülkemizin güzel bölgelerinden Ege deni-zine kıyısı olan ve sırtını meşhur sarı kızın mekanı kaz
dağlarına yaslamış küçük bir balıkçı köyü olan adını da
dağlardan doğarak çok yerde şelale bazı yerlerde de gelin gibi süzülerek denize ulaşan deresinden alarak Dere köy
denilen yerde geçmektedir hikayemiz.
Köy yüzü geçmeyen nüfusu, otuz, otuz beş hanelik, geçimlerini balıkçılık ve zeytincilik ile geçiren
fakat yaz gelmesi ile artık müdavimi olan misafirlerinin gelmesi ile kalabalıklaşan bir yerleşim yeri.
Güneş bütün gün kavurmuştu ortalığı. Nedense bu yaz çok sıcak geçmekteydi. Gündüzleri bu sıcağın etkisini insanlar denizin serin sularının kucağında geçiriyor bu nimetten olduğunca faydalanıyordu. Ancak gündüzün bu sıcağını serin geçirmek için denize koşan insanlar akşama gün batana kadar hem havanın yoğun baskısından hemde çok hareketli olmalarından dolayı bir hayli yoruluyorlardı.
Bu sene erken gelmişti insanlar tatile. Bunun nedeni hem sıcakların birden bastırması hemde okulların
biraz erken kapanması diye düşünüyordu köy halkı.
Artık akşam olmak üzereydi. Gün dağlar ardına devrilirken denizin üstünde son ışıklarını serip küçük balıkçı köyünü seyrine doyum olmaz bir cennet köşesine çeviriyor bu yaşanası köye gelen mevsimlik misafirlerini de çok derin bir duygu yükünün altına sokmaktaydı.
Küçük dere köye yine bir sihirli el değmişti sanki mevsim yaza dönerken gerçekten köyün güzelliğine dene-cek hiç bir söz olamazdı. Baharla birlikte canlanan doğa yeşilin bütün tonlarından elbisesini giyer ağaçlar gelin tacı gibi çiçeklerini açardı. Köyün bu değişimi ile birlikte çok kısa sürede köy görünümünden kurtulur küçük bir kasaba oluverirdi. Her sene buraya gelen yabancılar artık dere kö-yü kendi köyleri gibi benimsediklerinden ve köy halkından çok memnun olduklarından her sene gelirler ve köye başka bir hava katarlardı. Hatta senelerdir bu köye gelip gidenlerden bir kaç kişi tamamen yerleşmiş gelenlere hizmet olsun diye de mevsimlik esnaflığa başlamışlardı. Ordudan emekli başçavuş Kamil efendi küçük bir bakkal dükkanı açmış yazlıkçılara hizmet veriyordu. Yine bir zamanlar İstanbul’da avukatlık yapmış ancak bu büyük şehrin
gürültüsünden bıkarak buraya terleşen avukat İrfan da bir balık lokantası açarak yazdan yaza da olsa bu köyün mi-safirlerine kendi aile fertleriyle hizmet ediyordu. Köy halkı da kendi çapında bahçelerinde yetiştirdikleri sebze ve meyvelerle karşılarlardı her yaz misafirlerini. Köy halkı o kadar çok sindirmişti ki artık bu mevsimlik olayları içine. Kış boyunca gelecek yazın hazırlıklarını yapmakla geçerdi vakitleri. Evlerinin büyük bölümlerini pansiyon haline getirir misafirlerini rahat ettirmek için ellerinden gelen her şeyi yapmak için çabalarlar mevsimin gelmesini dört gözle beklerlerdi.
Dere köye gelen simalar her sene aynı sayılırdı. Sadece gelenlerin yanında bazen yeni misafirler gelir onlar da bu köyün güzelliğine mest olurlar seneye daha yeni misafirlerle gelirler her geçen sene köy nüfusu artardı. Bu artış köyde de bazı değişikliklerin yeniliklerin olmasını gerektirir her geçen sene yeni iş yerleri yeni mekanlar olur köyün çehresi değişirdi.
Köy halkının hemen her evinin bir teknesi ve balık takımları vardı. köy halkı yazın geçimini balıkçılık-
tan kazanır misafirlerine devamlı taze balık temin eder-lerdi. Gün boyu sahilde hazırlıklarını yapan balıkçılar gece olmaya hava kararmaya başladı mı denize balığa açılırlar sırayla küçük köy limanını terk ederlerdi.
Bu günde hava kararmaya başlamış gün ışıkla-
rını gecenin koynuna bırakmaya başladığında sahilden dağa doğru yayılan motor sesleri dağa çarpıp yankıla-nıyor güzel bir yaz akşamında köyün bütün her yerinden duyuluyordu. Her kes anlamıştı ki yine balıkçılar nasiplerini denizde aramaya çıkıyorlardı. Deniz onları elbette boş göndermezdi bu bölgenin balığı boldu her tekne çeşitli balıklarla dönerdi sabah tekrardan gün doğmaya başladığında. Aynı gün batımında balığa çıkılırken duyulan motor sesleri sabahın seherinde tan yeri ağarmaya başladığında duyulur ve insanlar anlardı ki balıkçılar nasipleriyle geri dönmekteler.
Bu sabah balıkçılar denizden dönmüş her kes
evlerinin ya balkonunda yada bahçelerinin bir köşesinde
ağaç dallarının serinliğinde sabah kahvaltılarını yapmak-taydı. Köyün münübüsü gürültüyle girdi köy meydanına
ve gelen misafirleri indirdi her gelişinde olduğu gibi köy kahvesinin önünde. Eski olan köyü bilenler hemen eşyalarını alıp her zaman gittikleri evlere dağılıyorlardı. Ancak bir kişi vardı ki ne yapacağını bilemiyor gideceği yönü bilmeden bakınıp duruyordu. Gelen kişi bir bayandı uzun boylu sarı saçlarıyla her kesin dikkatini hemen çekecek düzgün fiziği ile köy meydanında öylece duruyordu. Köy kahve-sinde oturan sabah kahvelerini çaylarını içen köyün yerli ihtiyarları bu gizemli kişiyi ilk görüyorlardı köylerinde. Bir müddet müdahale etmeden beklediler. Köyün en yaşlılarından olan hacı Haşim dayanamadı kalktı gelen bayan misafire yaklaşarak.
-Kızım aradığın bir yer var mı yoksa biz sana yardımcı olalım. Diyerek gelen misafire yol göstermek onunla ilgilenmek yardımcı olmak istiyordu. ama gelen bu gizemli ve güzel kız sanki hacı Haşim in dediğini duymamış gibi baştan bir tepki vermemiş uzaklara dalmış öylece boş gözlerle bakmaya devam ediyordu. hacı Haşim tekrar aynı kelimeleri söylemeye hazırlanırken kız döndü hacı beye baktı ve ağzından sadece.
-Kalabileceğim bir yer var mı? Diye sordu. Hacı Haşim de.
-Tabiki kızım tek kişisin her halde benim evimde
bir odam var tek kişilik istersen orada kalabilirsin seni misafir ederiz sen merak etme köyümüz güzeldir rahat eder dinlenirsin. Diye uzun laflarla kızı rahatlamak bir tedirginliği varsa bunu gidermek maksadı ile havadan sudan konuşuyordu. Ama kız konuşmayı galiba fazla sevmiyor hiç bir cevap vermiyor her şeye çok kısa ve öz cevap vermeyi tercih ediyordu. halinden sıkıntılı olduğu anlaşılıyor derdi olduğu belli oluyordu. Hacı Haşim kızın
çantasını aldı birlikte yürümeye başlamışlardı ama kız halâ konuşmuyor bir şey söylemiyordu. Hacı bir ara kıza
nereden geldiğini köyü nereden duyup geldiğini neden bu
köyü tercih ettiğini sormak istemiş ancak kızın soğuk davranışlarından dolayı vazgeçmişti. Kısa bir yürüyüşten sonra eve varmışlardı. Köy evinin çift kanatlı koca kapısını kaktırarak açtı hacı gıcırtıyla açılan kapının sesini duyan hacının karısı Fatma nine koşup çıkmıştı hemen bahçeye.
-Ne o hacı misafirimiz mi var hoş geldiniz hoş geldin kızım maşallah pek te güzelmişsin Allah bağışlasın gel kızım gel odana eşyanı koyalım da sana bir güzel köy ayranı ikram edeyim yol yorgunusun biraz dinlen. Diyerek misafirperverliğin en güzel örneklerini sunmaya çalışıyor fakat kız hiç oralı olmuyor konuşmuyordu. Odasına çıkıp eşyalarını koyduktan sonra dışarı çıkmadı odasına kapanıp kalmıştı. hacı ve karısı Fatma nine şaşırmışlardı şimdiye kadar hiç böyle bir misafirleri olmamıştı her gelenle hep dostluklar kurmaya onlarla birlikte yiyip içmeye sohbete alışık olan ihtiyarlar şaşırmışlardı bu duruma ancak yine de misafirlerinin rahatsız olmaması için onun istediği gibi hareket etmeye gayret ediyorlardı.
O gün ve gece kız hiç odasından çıkmadı yemek
yemesi için seslenmişler ama aç olmadığını söyleyerek yemeğe bile inmemişti. Halbuki hacı akşam için eve gelirken misafiri için bölgenin meşhur balığı karagöz almış Fatma nine de balığı öyle özenerek pişirmiş hazırlamıştı. Ama kız yemek için inmemişti bu durum daha çok tedirgin etmişti ihtiyarları. Bu durumu ertesi gün kahvede anlatan hacı köy halkının da merakını arttırmış her kafadan bir yorum çıkmaya başlamıştı. kimisi aşık bu kız diyor bir başkası da başından bir felaket geçmiştir onun için kafasını dinlemeye gelmiştir diyor diğer bir kişi de sevdiğinden ayrılmıştır canım başka ne olacak bırakın istediği gibi hareket etsin bir iki güne alışır diyordu.
Aradan bir kaç gün geçmiş ancak kızın hareket-
lerinde değişiklik olmamıştı. Kız sabahları geç kalkıyor Fatma ninenin hazırladığı kahvaltıdan bir kaç yudum alıp denize gidiyor akşama kadar dönmüyordu. Ne yolda ne sahilde kimseyle dostluk kurmuyor kimseyle konuşmuyor
öğlenleri bile eve dönmeden sahil kenarındaki gazinodan aparatif bir şeylerle karnını doyuruyordu. Akşam olunca gelip hacı ve Fatma nine ile yemek yediği zaman bile hiç
konuşmuyor sadece mecburi olduğu anlarda isteklerini söylemek istediği bir şeyi anlatmak için sesi duyuluyor du. Kızın adını bile öğrenmemişlerdi ne hacı ne karısı adını bilmiyorlar sadece Fatma nine güzel kızım diye sesleniyor bu şekilde çağırıyordu. Aradan bir haftadan fazla zaman geçmiş fakat hiç bir gelişme olmamıştı. Kız akşamları bile çoğu zaman gelmiyor köyün tek balıkçı lokantası olan avukat İrfan’ın lokantasına gidiyor orada
oturup söylediği içkisini yudumluyor kimseyle konuşmuyor gözlerini ufka dikip düşünüyor bazen de elinden düşürmediği defterine bir şeyler yazıyordu. Kimse ne yazdığını biliyor nede neden bu şekilde düşündüğünü anlayabiliyordu.
İşte o gün yine köyün balıkçıları nasiplerini deniz de aramak için motorlarını çalıştırmışlar denize açılmakta güneşte dağlar ardına çekilmekteydi. Güneşin son ışıkları denizin üstünde son rakslarını yapıyordu sanki. Köyün üstüne vuran ışıklar denize yansıyor akşam serinliği ise sahilde günün yorgunluğunu atmak için gezintide olan insanları duygu sağanağı altında bırakıyor insanlar bu güzel görüntülerin etkisiyle yanlarındaki dostları ve eşleriyle sohbetlerin en güzelini yapıyorlardı. Fakat sarı kız tek başına balıkçı lokantasının en hücra fakat bütün manzaranın hakim olduğu denizi en geniş biçimde gören bir köşesine tek başına oturmuş yine düşünüyor yine ara sıra bir şeyler yazıyordu. Artık köy halkı ve yazın bu köye gelen misafirlerde bütün hepsi duymuştu sarı kızın bu esrarengiz tavırlarını bu nedenle de her yerde her kesin gözü ister istemez bu kıza takılıyor davranışları her göz tarafından izleniyordu. O gece de lokantada olan her insan göz ucuyla kıza bakıyor ama yaptıklarına bir anlam veren olmuyordu.
Gece ilerledikçe kızın hareketleri ağırlaşıyordu. İçkinin tesirimi yoksa duygularının yoğunluğundan mıdır
bilinmez kızın gözlerinden yaşların aktığını görenlerin merakı daha da artıyor ama yinede kimse ne bir şey sorabiliyor nede yanına gidebiliyordu. Bütün sırrı ile iki haftadır köyde yaşayan sarı kız gecenin ilerleyen vaktinde ayağa kalkıp lokantadan çıkıp sahilde kumlar üstünde yürümeye başladığında lokantada bulunanlardan ve köyün gençlerinden hacının torunu Hasan da arkasından kalkıp ardı sıra yürümeye başlamıştı.
Sarı kız kumsalda yürürken içkinin tesiri ile yal-palıyor ayakta zor duruyordu. Hasan her yalpalayışında tutmak düşmesine engel olmak için hemen hamle yapıyor ama sonra vazgeçiyordu. Sarı kızın hali hiç iç açıcı değildi yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu. üzgün ve kalben yaralı olduğu ve bazı şeyleri unutmak istediği ancak unutamadığı belliydi. Artık gözlerinden yaşlar damlamıyor sel misali akıyordu. Sahil boyunca soluk direk ışıklarından görebildikleri bunlardı Hasan’ın. Aslında Hasan ve her kes sarı kızın derdini bir anlatsa bir konuşsa belki faydası olur rahatlar diye düşünüyorlardı. Ama sarı kız köye geldiğinden beri kimseyle konuşmuyor derdini anlatmıyor sadece yazıyor ve tek başına düşünüyor çok zaman da sahil boyunca gezip ağlıyordu.
Bu davranışı ve bu hareketlerinden Hasan da etkilenmiş onu izliyor fakat düşüncelerini merak etmekten öte sarı kızın sıkıntılarını içinde hissediyordu. Sarı kız İrfan’ın balık lokantasının olduğu yerden bir hayli uzaklaşmış kayalıkların olduğu yere gelmişti. bir kayanın üstüne çıkarak heykel gibi dikildi ve gözlerini uzağa çok uzaklara dikerek bakmaya başlamıştı. kayalıkların aşağısında ise kıyıya bağlı bir tekne vardı bu tekneyi köyden her kes bilirdi. Köyün bütün tekneleri gece balığa giderken bu tekne ise diğer balıkçıların dönüşünden sonra denize açılır sadece kendi için balık tutar akşam oldu mu da bu kayalıkların dibine gelir insanlardan uzakta teknesinde yatıp kalkar her gecede tuttuğu balıkları büyük bir zevkle hazırlar tek başına rakısına meze ettiği balıklarıyla geceyi sarhoş oluncaya kadar da yaşar ve yine teknesinde sızar kalırdı. Bu garip teknenin sahibi köy halkından anne ve babası çok seneler önce ölmüş ve tek başına kaldığı için evini barkını terk ederek teknede yaz kış zamanını geçiren topal Musa dan başkası değildi.
Musa anne ve babasının ölümünden önce askere gitmiş acemiliğini Manisa taraflarında yaparken bir kızla tanışmış ve birbirlerini çok sevmişler aralarındaki aşk Leyla Mecnun sevdasını kıskandıracak noktaya gelmiş ve askerlik sonrası Musa hemen anne ve babasını sevdiği kızı istetmek için gideceğine sözleşerek ayrılmışlardı. Musa acemiliğinin ardından doğuya görevlendirilmiş ve sevdiğinden ayrılmak zorunda kalmıştı. bu ayrılıkları her ikisini de üzmüş ama kavuşma hayalleri sevgilerini her geçen gün kuvvetlendirmişti. Uzun zaman mektupları bir birlerine destek olmuş aralarındaki sevgi bağının yaşamasına vesile olmuştu.
Ta ki Musa nın başına o talihsiz olayın gelişine kadar. Musa askerliği sırasında doğuda bir gece baskını
esnasında mayına basarak ayağını kaybetmesi bütün ha-
yallerini yıkmış hayatını karartmıştı. Bu olaydan sonra Musa sevdiği sevmeden öte taptığı sarı kızını aramamış bu durumda kendisini istemeyeceğini düşünerek ve bu topal ayağı ile sevdiği sarı kızında hayatını karartmamak için onu unutmaya karar vermiş ama unutamamış bütün dertlerini içine kalbine gömmeye karar vermişti. Sanki bütün bu başına gelenler yetmiyormuş gibi hasta hanede olduğu sürede de önce annesini ardından da babasını kaybetmiş ve bu kötü haberleri de malulen terhis olup köye döndüğünde öğrenmişti. Bu üst üste gelen felaketler Musa yı hayata küstürmüş insanlardan kaçarak köyünde bu kayalıkların dibinde teknesinde yaşamaya başlamıştı. bütün köy halkı Musa yı bilir ve ona her kes yardımcı olur durumunu da bildiklerinden pek karışmazlar onun öyle rahat olduğunu düşündüklerinden ona bazı konularda yardımcı olurlar ama yaşamına müdahale etmezlerdi. Adı köy halkı tarafından topal Musa ya çıkmış olan bu gencin anne baba ve ayağının kaybolmasından başka derdi olmadığını sananlar asıl yüreğindeki acının sevda acısı olduğunu bilmiyorlardı. Musa bütün bu dertlerini sanki teknesinde unutuyor içki-sini yudumlarken dertlerini de içiyor yok ediyordu. teknesinde yaptığı bir işte içindekileri kalbinin sızılarını kelimelere dökerek yazdığı şiirlerini sakladığı bir defteri vardı. bu defteri en kıymetli hazinesiydi sanki. Onu itina ile saklar onu yanından hiç ayırmazdı.
Sarı kız kayaların üzerinde saatlerce durmuş her geçen zamanda da sanki artık yolun sonuna gelmiş bir kişi izlenimi vermekte ve hayata veda edecek intihara hazırlanan bir kişinin hareketlerini yapmakta olduğundan Hasan çok tedirgin olmuştu, hemen dönüp yanına bir kaç kişiyi daha çağırmak istediğinden hemen geri dönmeye karar vererek balıkçı lokantasına doğru koşmaya başladı.
Sarı kız ufka son kez bakarak kendini kayalıklar
dan aşağıya bırakmıştı. Düştüğü yer Musa nın teknesinin yakınıydı. İçkinin tesiri ile bir hayli kendinden geçmekte olan Musa düşeni görmüştü. Ama kim olduğunu bilmiyor
du. Denize düşen bir kişiyi gören Musa hemen teknesinden atlayarak ayağının topal olmasına bakmadan sarı kızın yanına doğru yüzmeye başlamış. Kızı kurtarmak için gittiğinde gözlerine inanamamış. Kurtarmak istediği kız yıllardır yüreğinden atamadığı unutmak isteyip te unutamadığı sarı kızdan başkası değildi. bunu gören topal Musa şaşırmıştı. bir an ne yapacağını bilemedi. kendisini toplayıp sarı kızı teknesine zar zor çıkarmayı başarmıştı. Sarı kız baygındı ve vücudunun bazı yerlerinden de kan aktığını gördü. Ne yapacağını bilemiyordu yaşayıp yaşamadığını anlamak istedi askerlikte öğrendiği gibi sarı kızın hemen nabzına baktı ama maalesef sarı kızın nabzı atmıyordu. Başına kaynar sular dökülmüştü ve bir kere daha dünyası yıkılmıştı. Aklına tek şey gelmişti. hemen motorunu çalıştırıp denize açıldı. Ama nereye gideceğini bilmiyordu.
Hasan geriye dönmüş her kese haber vermişti köy halkından çok kişi hemen Hasan ile kayalıklara koş-
muşlar ama ne sarı kızı nede topal Musa’nın teknesini görememişlerdi. Bu haber köye çabuk yayıldı. Her kes bir fikir yürütüyordu. Kimisi birlikte denize açıldıklarını döneceklerini kimisi sarı kızın kayalıklardan atlayarak öldüğünü denizde kaybolduğunu Musa’nın da denize açıldığını söylüyorlardı. Hatta onların ermiş olduğunu birlikte yok olduklarını erdiklerini bile söyleyenler olmuştu. bütün aramalara rağmen o gece hiç bir iz bulamadılar. Gece patlayan deniz sanki kudurmuştu. Yıllardır bu mevsimde böyle bir hava görülmemişti. Köyün ihtiyarları bu mevsimsiz ve her kesi şaşırtan havayı sarı kız ile topal Musa nın kaderi diye yorumluyor bu yorumlarından dolayı da bazıları onların ermişlikle-rine inanıyorlardı.
Sabah olup hava aydınlandığında sahilde tekne
parçalarını bulmuşlardı bu parçaların topal Musa nın teknesinden kopan parçalar olduğunu hemen anlamışlar-dı. Parçalar arasında iki adet defter bulunmuştu bu defterlerin biri sarı kızın hatıralarını yazdığı diğeri de topal Musa nın şiirlerinin olduğu defterlerdi. Köylüler bu iki defteri de okuduklarında bir biri ile ilişkili yönlerini görmüşlerdi.
Köyde yazdan yaza gelip kalan misafirlerden okumuş biri bu defterleri incelemek istedi. Defterler denizin suyundan oldukça bozulmuş yerlerine rağmen yinede okunuyordu. İki defter arasındaki ilişkiler çözüldükçe sarı kızın yıllardır Musa nın sevdiği ve Musa yı aramak için buralara gelen ve bütün gizeminin de bu sevdadan kaynaklandığı anlaşılmıştı. Topal Musa nında sadece anne baba acısından değil yüreğindeki sevda ateşi nedeni ile de yandığını öğrenmiş oldular.
Daha sonra ne sarı kızın nede topal Musa nın izine rastlanmadı ama aşklarının hikayesi halâ dere köye gelip misafir olanlara anlatılmakta hatta köyün ismi bile çok kişi tarafından sarı kızın köyü diye bilinmektedir.
Bu hikayeyi ne ben uydurdum nede bir kitaptan okudum. Bir gün ihtiyar bir amcadan dinledim yarım yamalak belki aklımda köy ve mekan isimleri yanlış kalmış olabilir veya bana anlatan ihtiyar sarı kızın hep anlatılan efsanesini kendine göre yorumlamış olabilir ama ben yıllar sonra hatırladıklarımı bir araya toplatıp yazmaya çalıştım.
Hayrettin Tarhan
26.06.2001
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.