- 1556 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PANAYIR PARA YİR
Köyde bizden başka faytonu olan aile yoktu.Fayton da bize dedem ile dayımların, Söğüt-Bursa arası posta arabası çalıştırdıkları günlerden miras kalmıştı.Panayıra
gitmek isteyen varlıklı aileler bir yıl öncesinden tembih ederek,arabayı peylerlerdi.Fakir aileler öküz arabasıyla giderken,yoksullar eşekle;ya da, yaya giderdi.Panayırda insan seli içinde yürümeyi gözü kesmeyen bir nine:
-Panayır para yir!Ne işin va bakayım senin? diyerek evde yalnız başına kalmamak için torununun tepinerek:
-Ben de panayıra gidecem! diye anasının ardından ağlamasına aldırmaz,engel olmaya çalışırdı gitmesine.
Ne de olsa torunu gençti daha.Önüne ilerde mutlaka bir gün,panayıra gidebileceği fırsatlar gelince değerlendirir onları diye düşünürlerdi.Oysa kendileri için az zaman kalmıştı bu dünyada geçirebilecekleri.Onu da bir başına geçirmek istemiyorlardı belliki.Bazıları gitmek isterdi; ama,onlara da kızları veya gelinleri engel olmak için:
-Anaaa!Ne işin va gız senin orda!diye çekişirlerdi.
Amaç Helvacı Sağır’ın dükkanında yenecek bir öğün yemekte,bir boğaz eksiltmekti bazıları için.Yenilen bir öğün yemeğin menüsü:Salt bir sahan köpük helvası ile
bir çeyrek francala ekmeğiydi.Paraya kıyan bazı ailelerbirkaç kuruş fazla vermeyi göze alarak,köpük helvasına bir kaşık tahin akıtsın diye bağırırlardı Helvacı Sağır’a:
-Dayı!Benimki tahinli olsun emi!diyerek.
Kırk para bir kuruş,yüz para ikibuçuk kuruş ederdi.Orta yeri delik ikibuçuk kuruşa kimse ikibuçuk kuruş demez,herkes yüz para derdi.Şimdi bir türlü anımsayamıyorum
o günlerde lokantanın olup olmadığını.Köyden yılda bir kez panayıra Bilecik’e gelen biri,Helvacı Sağır’ın orda karnını doyurmak için,çeyrek francalasını köpük helva- sına banacağı yerde ,adam gibi bir lokantaya gidemez mi diye düşünüyorum bir de?Yılda bir görmek şöyle dursun,ninesinin yersiz yalnız kalma endişesi yüzünden bırakın panayırı,askere gidene değin Bilecik’e gitmeyen insanlar çoktu o günlerde. Konfeksiyonun ismi cismi bilinmezdi.Yarım astar suriye ceketi denilirdi hazır giyim
dükkanında satılan ceketlere.Bir de İngiliz külodu diye pantolonlar satılırdı bu dükkanlarda.Urba düzmek için gezilirdi çoğu kez caddelerde kurulan çadır altı sergiler arasında.Panayır sonrası yapılacak düğünler öncesi herkes olanağı elverdiği ölçüde, eşe dosta düğün hediyesi bir şeyler almak için özen gösterirdi.Düğün elle,harman yelle yapılır derlerdi.Şadırvan önüne dondurmacılar sıra sıra dizilirdi.Pazaryeri’nin yüksek kesimlerine açtıkları çukurlara kışın topladıkları karları gömen ,yazında açıp dondurmacılara satan kar tüccarları vardı.Dondurmacı, limonatacı sabah erken gelip imalata başlardı şadırvan önünde.Dondurmacılar tüp benzeri kalaylı bakır kaplar
içinde dondurma imalatı yapmak için,tüccardan aldığı karları testere ile keserdi.Limonata,kızılcık şerbeti satan gezici esnaflar vardı.
-Buuuz gibiiii!Otuz iki dişine keman çaldırırrr!diye bağırırlardı onca kalabalık içinde.
Sırtlarında taşıdıkları semaver benzeri bakır şerbet kap külle silinip pırıl pırıl bir hale getirilirdi satış öncesi.Bir bardak kızılcık şerbeti kandırmaz ikincisi içilirdi.Elinde
taşıdığı su ibriğinden döktüğü suyla,şerbet bulaşığı cam bardakları yıkamaya çalışan, sonra da beline bağladığı bardak muhafazasına yan yana dizen şerbetçi ,yeni yeni müşteriler için iki büklüm dolaşırdı kalabalık arasında.
Köpekçi Cavit kışın okula gitmekten,yaz tatilinde oğlak gütmekten dondurma nedir bilmez.Kendi deyimiyle hiç çocuk olamamıştır.Hiç köyden dışarı adım atmamıştır. Köy muhtarı onu akranları ile birlikte askerlik şubesine götürdüğünde ilk kez görmüştür Bilecik’i.Köye gelince kahvehanede etrafında toplanan çocuklara 20 yaşında dondurma yalarken nasıl utandığını anlatmıştır.Cavit’in askerden döndükten sonra da yaşadığı ilkleri çocuklara anlatması hiç bitmeyecektir.Asker uğurlamasına gelen
yakınlarının boyunlarına sarılıp ağlarken, istasyona ışıl ışıl girmiştir ömründe gördüğü ilk tren.İlk kez gördüğü bu trene ilk kez binmiştir o gece.
Çadır tiyatroları gelirdi panayıra.Hayatlarında hiç saçı başı açık,dekolte giyimli kadın görmeyen gençler o gün köye geri dönene kadar ayrılmazdı ordan.Şimdiki
otogar meydanına salıncaklar,dönme dolaplar kurulur:
-Bul karayı al parayı! diye bağıran dekolte giyimli çarkı felek kadınları ile:
-Beş kasnak yirmibeeeeş! diye bağıran kasnakçılar arasında mekik dokuyan delikanlılar anılardı kaldı artık panayır kurulmadığı için.Bir de:
-Elli gayme ile gettiydim.Heç bi şey de almadım.E nerde galdı bu para,diye köye döndüğünde komşusuna
dert yanan dul kadınların içinden çıkamadığı hesaplar...
Panayır kurulsa yine o eski günler geri gelir mi bilmem.
O insanların bazıları artık yaşamıyor.Niğdeli Halil rah- metli oldu.Karaahmetin Hasan bin bir güçlükle Afrika ormanlarından yakalanıp getirildiği çadır önüne yazılıp
resmedilen maymunu görmek için çadıra girdiği zaman
bayılırsa,kim çıkaracak onu karga tulumba dışarı.Adam
perde arkasına aldığı kadının karnına kılıç saplıyor. Bir
ucu karnında,diğer ucu sırtında ve her yer kan gölü.Bel-ki ucuz bir numara;ama, maymun merakını yenemeyen Hasan kanı görünce düşüp bayılmış,rahmetli Niğdeli
Halil’e de çadırdan dışarı çıkarmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı tabii.
-Maymuna bak yirmibeeeeşşş! diye bağırırlar hala
bizim köyde Hasan’ın halini görenler.
Hele saçma tanesi atan tüfekle atış talimi yapılan çadır
önüne yığılan delikanlılara atış yaptıran dekolteli kadın-larla geyik muhabbeti yapanlar yüzünden çadırın önü gece gündüz kalabalıktır.Rahmetli Hacellerin Sabri bir
yıl boyu davar güttükten sonra çadırın önünde almıştır soluğu.Çoban,birisiyle yarenlik etmeye hasrettir her an.
Köpeklere, keçilerine insan ismi takar bu yüzden.Sanki birine sesleniyormuş gibi konuşur akşama kadar.Yılda bir iki günlüğüne de olsa panayıra gelmiştir.Bunun tadı damağında kalsın istemez.Girer yaşamın içine.Kadının biri:
-Yine karavana attın be delikanlı, diye takılır ona.
Diğer bir kadın ise:
-Sen iyi vuramıyorsun,der manalı manalı gülerek.
Sabri’de bu gülüşe yapıştırır cevabı:
-Benimle Gicik Çalı’na da ge de gör bakam nasıl vurduğumu,diyerek.
Gicik çalında neyi vuracak diye aval aval bakınır amca oğlu Hasan Hüseyin.Keskinlerin Halil ise kasnakçıların başından ayrılmaz panayır boyunca.Kasnakçı kadınlar
da cilve yaparlar kasnak atan delikanlılara.Hatta onlara yalandan randevu bile verirler:
-Sen iyi geçiriyorsun.Gece onikiden sonra buluşalım bir yerde,diye şarkı bile mırıldananlar olur.
Artık olan olmuştur.Bakışlarla,işaretlerle kesişmelerden sonra delikanlı kasnaktan kazandığı sigaraları,cebindeki tüm paraları kasnağa yatırır.Keskinlerin Halil’in elinde
Helvacı Sağır’ın orada helva yiyecek parası bile kalma-dığından Efenin İlyas’tan para ister.Seyyar köfteciden aldığı yarım ekmek arası köfteyi kasnakçı kadınların karşısında,kedinin ciğere bakışını andıran bakışlarla yer bitirir.Yılda bir kez Bilecik’e geldiği için zamanını iyi değerlendirdiğini sananlar da vardır içlerinde.Rahmetli
Bolların Ahmet gibi,Köprenlerin Halit gibi .Onlar çadır
tiyatrosuna bilet aldıktan sonra aldıkları bir şişe şarabı
dolma biberinden yaptıkları kadehlerle sebze pazarında
içerler daha sonra dansöz seyretmeye giderlerdi.Panayır
dönüşü İlyas’ın kahvehanesinde bir araya geldiklerinde
birbirlerine anlatır dururlardı dansözün nasıl bel kıvırdı- ğını.Süleymanların Mehmet o sırada Bursa’da eğitim enstitüsünde okumaktadır.Bir hafta sonu tatilinde köye geldiği gün ona da anlatmaya başlar İlyas’ın kahvehane
bahçesinde önünde Bolların Ahmet. İlkokulu bitirdiği
zaman Rahmetli abim Halil ve Antalyalının Ali Osman
ile birlikte astsubay hazırlama okulu sınavına girmişler,
rahmetli abim zayıf olduğundan okula kabul edilmemiş,
Ahmet ile Ali Osman da okul disiplinine dayanamadık-
rı için kaçmışlardı.Daha sonraki yıllarda astsubay sınıf arkadaşlarını her gördüklerinde okuldan kaçtıkları için biraz ezik,biraz da buruklardı.Ahmet’in kendisine dan-
sözün nasıl kıvırdığını göstermesine hince bir gülüşle
yanıt veren Süleymanların Mehmet:
-Ahmet oğlum o danslar eskidi artık.Tam ayağımın altına bir sigara koy yeni dansları öğreteyim sana, dedi.
Bolların Ahmet ilkokul arkadaşının kendisine gerçekten
yeni danslardan birini öğreteceğini sanarak sigarasını
Mehmet’in ayağının önüne koyar.Mehmet’te sigaranın üstüne basarak üzerinde birkaç kez dönerek hince güldü
kahvehanedekilerin bakışları altında.Herkes bir şeyleri
anladı ama Ahmet hala ilkokul arkadaşının yaptıklarını tekrar ediyordu ayağının altına sigara koyarak.Pendik’-
te çalışıyorduk bankada.Öğle tatili yemeğimizi yemiş
kahvelerimizi içerken güvenlik görevlisi Hüseyin bizim
kızların falına bakıyordu.Fal faslı biterken Sevilay geldi çarşı Pazar gezmesinden.
-Ne olursun Hüseyin abi benim de falıma bak, diye
yalvarmaya başlayınca Hüseyin hinci bir gülüşle:
-Sana değişik bir fal bakacağım Sevilay.Sigara falı.
Şimdi cebinden iki tane sigara çıkaracaksın.Birini bana
vereceksin diğerini kendin içeceksin.İçerken külünü hiç düşürmeyeceksin.Elini sigaranın altında tut tamam mı? Sigaranın tamamı bitene kadar iç.Sonra benim yanıma gel,demişti.
Sevilay sigarayı bir an önce bitirip mesai başlamadan falına baktırabilmek için sigaradan derin nefesler alarak
gelmişti Hüseyin’in yanına.Sonra da:
-Hüseyin abi.Tamam bitirdim sigaramı.Külünü de hiç düşürmeden avucumun içinde topladım. Şimdi ne yapacağım,demişti.Hüseyin ise:
-Tamam Sevilay.Şimdi iki avucunun arasında iyice ez külleri,dedikten sonra biraz beklemiş:
-Şimdi aç avucunu bir bakayım. Oooo sana kısa bir yol görünüyor,demişti ardından.
Sevilay benim serviste yanımda çalışırdı.Anası, babası, kardeşleri aklına gelir gözleri sulanır, sonra da kendini Kars’ın yemyeşil çayırlarında bulmuş gibi çocuklaşır bilmediğim şarkıyı mırıldanırdı. Hüseyin abisinden de falında kısa bir yol değil de uzun bir yol isterdi aslında.
- Hüseyin abi!Yol nereye kadar görünüyor?deyince.
Hüseyin de:
-Ellerini yıkamak için tuvalete kadar,demişti.
Hepimiz gülüşürken Sevilay boynunu büküp kös kös tuvalete gitmişti.Ben o hince gülüşü Bolların Ahmet’in sigarasını ezerek dans gösterisini sunan Süleymanların
Mehmet’ten tanıyordum.
Yine panayırımıza dönelim.Davarın önünde giden keçi ve koyun gibi hayvana çan takılırdı bizim orda.Uzaktan sesini duyana davarın kime ait olduğu konusun da bir fikir verdiği söylenir çanların.Hepsi bir başka tıngır sesi çıkarır.Bu yüzden bir çoban sergi başında saatler süren bir mesai sonrası uygun bulduğu sesi veren çanı almak uğruna çömelir.Keçi ile koyun boynuna takılan çan ayrı ses verdiği için çobanlar uyumlu ses veren çanı ayırırlar kulaklarının dibinde saatlerce tıngırdatarak.Sergilerden birinin karşısındaki kahvehanenin önünde çay içerken çömelerek saatlerce çan ayıran çobanları seyrediyorum bir yandan da.İnsan selinde kaybolmamak için anasının elini hiç bırakmayan bir çocuk pamuk helvası satıcısını gösteriyor eliyle.Anası çocuğun kolunu çıkaracak gibi çekiştiriyor.Bir yandan da:
-Naaapçen len onuuu?Ağzında va garnında yoook!diye azarlıyor.
Bu sefer çocuk tam pamuk helvacısının karşısındaki elma şekeri satıcısını gösteriyor anasına.Kadın çocuğun kolunu omzundan çıkaracakmış gibi sarsarak:
-Yürüüü gappe dölüüü!Burnumdan getidin bu gün benim!Evde her ye elma çakılı!Elma yiyecen mi duttu? yine azarlıyor çocuğu.
Az ilerde kağıt helva susamlı helva satıcısının yanından geçen çocuk dönüp bakmıyor bile.Bir şey daha istediği an da anasının tepkisinin ense köküne sağlam bir şamar
olacağını biliyor besbelli.Bu can sıkıcı olay sonrasında çayımı yarım bırakıp kalkıyorum.Lunaparka gidiyorum kasnakçı çadırının yanından geçerek.Ünlü ses sanatçısı Yıldız Tezcan Eskişehir-İstanbul yolculuğu yaptığı özel otomobilini durduruyor yol kenarında.Korumaları eşlik ediyor kendisine.O hiçbir şeyi umursamadan kaşla göz arası aldığı sekiz on kadar kasnağı koluna takıp bir bir atıyor üzerine kulüp sigaralarının dizildiği tabla üstüne. Atışları hiç de acemi değil.Uzun konçlu çizmelerinin içinde dar pantolonunun paçaları.Seksi mi seksi. Herkes işi gücü bırakmış onu seyrediyor.
-Uçan sandalyeler burdaaaa!diye bağıran salıncakçı adamın sesini duyan ilk anda sanki birini boğazlıyorlar sanır.
Köyden gelen gençler gişe önünde bilet kuyruğunda bir yarış içindeler.Uçan sandalyede yavuklusunun arkasında bulunan koltuğa oturabilme yarışı.Salıncaklar hızla
dönüyor.Ayaklarıyla hareket ederken birazda kollarının yardımıyla yavuklusunun elini yerden birkaç metre yu- karıda yakalamanın verdiği mutluluğun tadını çıkarıyor rahmetli Gomgom Sadettinin Ali Rıza .Yavuklusunun oturduğu koltuğu ayağıyla ittirip onun oturduğu koltu- ğun daha geniş uçmasını sağlıyor.Rahmetli Saffetlerin Emine de yavuklusu.Uçan sandalyeye binmeğe korkan bazı delikanlılar da aşağıda binenleri seyrediyor. Arada bir de yanındaki arkadaşının kolunu dürtüyor. Bir eliyle de havada etekleri uçuşunca baldırları görünen bir kızı gösteriyor.Kız daha sonra farkına varıp eteklerini bacak altına sıkıştırıyor.Yine sebze pazarına gidiyorum.Orası
da vıgık vıgık insan kaynıyor.Bir kadın çığlığı yükseldi
bir ara kalabalıktan.Bir elle taciz olayı. Çığlığı basan kadın tacizcinin cezasını başkalarının vermesine fırsat
bile vermeden elindeki çantayı genç adamın kafasına
öyle bir savurdu ki adam önce sendeledi sonra zor kaçtı kendisini linç etmek isteyen insanların elinden. Polisler
kadın çığlığıyla olay yerine gelince tacizci fırsat bulup
kaçmıştı.Olay yerindeki adamlardan biri polislere:
-Memur bey !Sizin gelişinizi fırsat belledi pezevenk.
Biz onu şu akasya dalında bir sallandıracaktık ki.İbret
olacaktı başkalarına,diye bağırıyordu.
-Git işine be adam! dedi polis memuru.
Yaşlı bir kadın yanındaki kadına tacizle ilgili olduğunu sandığım görüşlerini beyan ediyordu:
-Areet!Gancık köpek guyruğunu sallamadan peşine
düşmez erkek köpeeek!diyerek.
Gece karpuz sergisinin yanında uyumuş bizim köylü Kör Hüseyin.Eylül ayı ne de olsa.Gece ayazdan üşümüş
olmalı. Karnı ağrıyormuş. Uçkurla bağlı pantolonunun içine sokmuş bir elini.Çarşı içinde karnını bastırıp iki büklüm dolaşıyor.Hocaların Osman:
-Hüseyin abi gel benimle.Sana bi duble rakı verem.
Valla bi şeyin galmaz,diye yalvarıp duruyor.
-Haramdır içmem,diye diretip duruyor Kör Hüseyin
Osman’ın yalvarmalarına.
Rahmetli Aydellerin Hacı Şükrü ise:
-Rakı bardağının içine biraz tuz serpiverin.O zaman haram olmaz.Şifa için der içersin,diye teselli ediyordu.
Numanların Mustafa gelmişti eşiyle birlikte misafirliğe.
-Cenaze için gitmiştim köye.Keskinlerin Burhan’ın anası ölmüş.Gitmişken biraz da erik toplayayım diyerekbahçelere gittim.Mezarlıkta koca meşenin önündeki yol
kapanıp gitmiş.Geçemezsin.Canım sıkıldı.Hepimizin en son gideceği yer orası; ama, bakımsızlığı orada yatanlara en büyük saygısızlık. Muayyen günlerde mezar başına çönüp fatiha okumak yetse,diye serzenişte bulunuyordu haklı olarak.
Yukarıda anlattığım hikayede isimlerinin başına unutup rahmetli sıfatını eklemediklerimin bir çoğu orda yatıyor bu gün.Biz de onların geçmişte yaşadıkları bir sahneyi
dudaklarımızın kıyısında bir tebessümle bu günün siyasi çalkantılarından bıkarak yadettiğimizde inanılmaz bir huzur buluyoruz dost meclislerinde.
Yazan:Osman EKER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.