- 860 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şeytanın mabedinde altı gün
bütün masalların öldüğü ve umudun tükenmeye başladığı bir zaman yaşıyordu krallığımız ve bütün başlar göğe çevriliydi.beklenen kurtarıcı birtürlü gelmiyor ve o gelmediği sürecede hepimizi aynı son bekliyordu.kurtarıcı hakkında birçok şey anlatılıyordu ama bunlardan pek azının gerçeğe yakın olduğunu söylenebilirdi.her hamile kadın doğum yapana kadar takip ediliyor ve doğan bebek kurtarıcı olup olmadığı anlaşılsın diye anneden alınıyor ve bir mabede kapatılıyordu.çocuk bu mabette altı gün kalıyor ve türlü testlere maruz kalıyor ve bu testlere verdiği tepkiler sonucunda
kurtarıcı olup olmadığı anlaşılıyordu..bu yıllardır,onyıllardır süren lanetli bir rutine dönmüştü ve bebekler annelerine teslim ediliyordu birer birer.
ve birgün herşey değişti..bir bebek doğdu ve mabedin kapıları sımsıkı kapatıldı. bebeği farklı kılan ve ortalığı heyecana veren şey onun alnında duran bir işaretti..aslında bu bir doğum lekesi olabilirdi ama insanlar her şekli bir işaret olarak algılıyorlardı son yıllarda ve bunda pekte haksız sayılmazlardı.bu gerçektende bir işaretti..y,h.d harfleri ilk bakışta seçiliyordu ve bu harfler tuhaf bir biçimde birbirinin içine geçmişti...y,h,d...
***
ilk gün kanlı bedeniyle getirdiler bebeği. halk mabedin kapılarına dolmuştu ve ne gece nede gündüz ayrılmıyorlardı.ama ses yada bir hareketlilik yoktu mabette.ikinci gün sesler duydular.
bebek konuşmaya başladı ve konuştuğu an bir sarsıntı oldu mabette.bir adam ,’kurtarıcı siz misiniz?...tanrının bize yolladığı siz misiniz?’
***
’kurtarıcı siz misiniz?’
***
doğudan geldiler ve batıdan..ayaklarında kum vardı ve şehvete düşmandılar.sarhoştular ve tuhaf diller konuşuyorlardı ve bebeği görmekten başka bir amaçları yoktu.sorulan soru hep aynı idi..’yüce kurtarıcı siz misiniz?’....bebek emekleyerek yaklaştı soru soranlara ve tükürdü onlara.adamlar yerlere kapandılar ,bebeğin bunu onların günahları yüzünden yaptığını sanıyorlardı.ama bebek günahlarla ilgilenmiyordu ve alnında duran harfler giderek belirgenleşiyor ve sanki bebek,harfler belirginleştikçe bir takım değişimlere uğruyor ve teninden kara bir ışık yayılıyordu mabede.
***
ışık kör ediyordu herkesi.içerdekileri ve dışarıdakileri.sesler yayılıyordu etrafa.bu üçüncü gün durdu.halk beklemekten ve korkudan bitkin halde bir haber beklentisi içinde mabetteki her harekete,her sese abartılı bir tepki veriyordu..üçüncü gün bebek ve mabettekiler uyumaya başladı ve rüyalarında sırlar anlattı onlara.bunları yazın,dedi ve yazdılar.
***
tomarlar birikmeye başladı ve sözler sanki derin bir kuyudan ince bir iple,ip kopmasın diye dikkatle çıkarılan suya benziyordu.sözler birleştiler ve tomar kalınlaşmaya başaldı.sonunda o kadar kalın bir tomara dönüştüki iki kişi taşımaya başladı onu.bebek onlara sadece rüyalarında konuşuyor ve sözler yazdırıyordu.yazmaktan yorgun düştü mabettekiler ama durmadılar.
bu sözlerin ahlak,cennet,cehennem,günah,sevap gibi konularla ilgisi yoktu.bu sözler kör ediciydi ve bir gerçeği diler getiriyordu.aslında insan aklının ve bilinçaltının derinlerine nüfuz etmiş binlerce yıllık bilgelik ve ışık bebeğin bir dokunuşuyla dökülüyordu kağıda.papirüsler doldukça aydınlanıyordu içeridekiler..ama bunları bilmenin bir bedeli vardı..çok ağır bir bedel...
mabet insanlığın kaderinin köklerinde bir yara gibi kanıyordu.ve bebek dedi,’ arttınız,aldınız,çaldınız,yaktınız,yıktınız,tecavüz ettiniz,yalan söylediniz,köleleştirdiniz,savaştınız,yok ettiniz...işte bunları yapan kemiklerinize kodlanmış sarhoş edici hayatta kalma arzusuydu.toprağa sımsıkı yapıştınız,avuçlarınız kanadı dalları tutarken ve bırakmadınız.yaşam devam etti ve hep kazandı.savruldunuz ve büyüdünüz.tohum ektiniz,binalar diktiniz,mabetler inşa ettiniz,yollar yaptınız,araçlar,bilgisayarlar ,telefonlar yaptınız,dünyanın sırtına çıktınız ve onu yendiniz,ülkeleri kattınız topraklarınıza,uyukunuzda bile yıkım gördünüz ve asla huzuru bulamadınız.şimdi söyleyin bana bu dünyanın yıkımı bugün olsun mu olmasın mı?....’ incecik titredi kadınlar ve donup kaldı adamlar.cevap veremediler.bu soru,sen ve ben tam dünyanın ,yaşamın,doğanın ve insanlığın,onun kalbinin ve aklının zeminine mayın döşerken geldi..cevap veremediler.şimdi bitse ister misiniz?....sustu bedenler ve dalgalandılar.birkez daha aynı şeyler olacak mı eğer yıkım şimdi olmazsa?..yoksa biraz düz yürüyüp sonra tekrar o ayartıcıya kanıp ve sesler aldanıp başka bir gerçeklik yaratacak mısınız?...
***
bebek sustu sonra ve diğer gün oldu.uyudular ve bebek rüyalarında anlattı sözleri, onlar yazdılar.bu beşinci gün aniden kesildi.ellelrinde devasa bir kitapla kalakaldılar ve sonra okumaya başladı içlerinden biri bu yazıların bir bölümünü halka.yağmur başladı ve gök kuzeyden gürledi.bu sözleri dinleyen bir çocuk cebindeki bir tohumu toprağa attı oyun niyetine.yağmur tohumu büyüttü ve bir ağaç oldu tohum.sözler okunurken ağaç büyümeye devam etti ve insaların ilgisi dağılmaya başladı sözlere ve çoğu artık sözleri dinlemiyordu.ağacın o güne değin hiç görülmemiş tuhaf meyveleri vardı...içlerinden Havva adına bir çocuk kopardı bu meyvelerden birini ve yedi oracıkta.sözler kesildi aniden ve bütün gözler Havva’ya çevrildi biranda.bu sevimli küçük kzı meyveyi büyük bir zevkle yerken diğerleri bakmaya devam etti ona ve birşeylerin olmasında korktular.ama hiçbirşey olmadı.sadece hava dahada kararmaya başladı ve yağmur damlaları sanki bir çivi gibiydi.Havva meyveyi yemeyi bıraktı ve ağlamaya başladı.bebek sürünerek dışarı çıktı mabetten ve Havva’ yı çağırdı yanına ve Havva yürüdü bebeğe doğru.arada bir ardına baktı ve güvenli olduğunu düşündüğü bölgeden uzaklaştıkça yüreği daha hızlı atmaya başladı ama bebek esenlik verdi ona
ve gülümsedi Havva.bebeğin yanına gelince gözlerini yere dikti korku ve utançla ama bebek ona utanmamasını ve korkmamasını söyledi
fısıltıyla ve güldü Havva.herkes korkuyla onları izliyor,Havva gülünce gülüyor,korkunca korkuyor ve utanıncada utanıyordu.bebek dedi ki,’bu meyveyis enin için yarattım küçük kız ve umarım tadını beğendin.toprağın altında ,görünmeyen laboratuvarlarda yeni karışımlarla yaratıldı bu ve diğer meyveler.herbir zerersi işledi doğanın bu meyve ve diğer meyveler yaratılırken..yiyebildiğin kadar ye Havva...ama sadece birşeyi bilmelisin...eğer
bu mabetin eşiğinden geri dönüp insanlrın arasına karışırsan onlara ölüm gelir....söyle küçük kız,dönecek misin???...
Havva titriyor ve bakamıyordu bebeğe.sarsılıyordu yeryüzü.’bir seçenek küçük kız!.geri dönecek misin?..dönersen onlara ölüm gelecek ama dönmezsen hayatlarına devam edecekler.’ çelimsiz vücudu bu baskıya dayanamadı ve düştü Havva.bin parçaya ayrıldı düştüğü yer ve ardından yağmur daha şiddetli yağmaya başladı.yıldırımlar ve bebekler çığlıklar attılar.kadınlar birer birer bayıldılar ve erkekler donup kaldılar.
dudakları kıpırdatı Havva’nın ve birşey söyledi,dedi ki,’ burada kalmak istemiyorum,ben annemin yanında olmak istiyorum...’’ bebek kıza doğru emeklemeye başladı,yanyanaydılar,gölgeleri karışıyordu birbirine ve gökten ,yağmur damlalarına dayanamayan kuşların ölüleri düşüyordu ve yağmurun söndüremediği yangınlar başladı
evlerin çatılarında.’ bu kararınla dünyaya ve insanlara,annene ölüm gelecek,birkez daha düşünmene artık izin yok,tercihini yaptın Havva.
***
ay benim arkadaşımdır
güneş düşmanım
ay izlerimi örter
güneş şehvetimi besler...
***
bebek itti Havva’yı ve emekleyerek mabede girdi.mabet görevlileri ardından girdiler bebeğin,yerlerde sürünerek ve kapıları sımsıkı örttüler. mabedin dışında ölüm kol geziyordu ve yeryüzü çatlıyordu .sadece
mabet bunlardan etkilenmiyor,varlığını daha da gösterişle sürdürüyor ve insanların içeri girmek için yaptığı tüm girişimlere kayıtsız kalıyordu.
***
Havva kalakaldı ortalık yerde ve annesinin iri dolu taneleri altında kanlar içinde ezilen bedenini gördü.bazıları biryerlere sığınmışlardı ve bu sığınaklar onları birsüre için koruyordu ama daha sonra ölüm onlarıda buluyor ve görevini tamamlıyordu.altıncı gün herşey durdu ve Havva kendini yaşlanmış olarak gördü.yüz yaşında gibi görünüyordu.yüzü kırış kırış,dizleri titrek,dişleri dökülmüş ve saçları beyaz.ancak tuhaf bir biçimde herşey yine aynıydı.heryer cesetlerle doluydu ve akbabalar yiyordu bu cesetleri.Havva yerden aldığı bir tahtaya tutunarak cesetlerin arasında ilerlemeye başladı ve içinde çok ağır bir yük hissediyordu...
***
çölün aklındayım
tenim kuru
içimse ölüm suyuna doymuş
yağmalanmış dört bir yanım
bu su için...
***
Havva ağır ,çok ağır adımlarla yürüdü bu ceset tarlasında.heryerde bir tanıdık vardı.akbabalar doymak bilmiyor ve her bir uzvunu yiyordu insanların.Havva biran dönüp ardına,mabedin olduğu yere baktı ama mabedin orda olmadığını gördü.
buna ne şaşırdı nede başka bir tepki verdi,sadece biran için baktı ve başını çevirip yürümeye devam etti.uçsuz bucaksız bir vadinin üzerinde yürüdü günlerce.
ve heryer,ağaç dalları bile insan cesedi doluydu ve bir ses sürekli tekrarlıyordu Havva’nın kulaklarında,’bunlar senin suçun,bu insanlar senin yüzünden öldüler!!
ne zaman acıksa toprak aklıma geliyorsun
rüzgar ensemi ne zaman ürpertse
Deylem’in vadilerinde bir güvercin kanatlanıyor
ardında şahinler...
***
elindeki baston niyetine kullandığı sopaya dayanarak yürüdü Havva ve canlı bir varlık aradı.kum fırtınasına yakalandı ve gözlerini ağır ağır kalkan elleriyle korumaya çalıştı.bir uğultu ve kum fırtınası.cesetler savruluyor ve sen biliyorsunki bunlar senin suçun.Havva biryere sığınıyor.ancak sığındığı yer o girer girmez kayboluyor.çölün oyunu bu.erkeklere kitaplar yazdıran sanrılar şimdi seni buluyor Havva.
***
zevkten çıldırmış bedevi
kuma bir öykü yazıyor
...
***
Havva bir bilinmeze doğru yürüyor şimdi .ne demişti bebek,’geri dönersen onlara ölüm gelecek!’ ancak daha küçük bir kız çocuğuydu Havva ve eyleminin sonuçlarını idrak edemedi.ancak hem iyilerin hem de kötülerin üzerine yağan yağmur ve doğan güneş gibi,bu bir zorunluluktu.
***
bastonuna yaslanmış bir halde durdu ayakta.ellerini gözlerine perde yaparak uzaklara baktı.heryerde fırtınanın kızgın soluğu bedenleri ve kuşları savuruyordu.bu ne tür bir yazgı?.korkunun ve ölümün,yalnızlığın ve şiddetin,aşkın ve savaşın ve daha binlerce siyah ve beyaz şeyin senin ellerinle,ölüme bir araç olması ne tür bir yazgı Havva? ufak midende bir meyve...
***
bilinmeyen bir gelecek yaklaşıyor sana doğru.her saniye ve her nefeste.bunu durduramazsın ve bunu denemeyi düşünme.
***
Ellerini iki beline dayıyor şimdi ve bütün yönlere bakıyor birer birer.nereye gitse?.ardında gölge şekline girmiş ölüm ve yazgının değişmezliği.Havva biran tereddüt ederek ve birkaç adım sonra vazgeçerek ancak sonra aynı yöne devam ederek bir şehire doğru ilerliyor.arkasında,onu asla geçmeyen bir kum fırtınası var.onunla ilerliyor fırtına ve uğultu.gideceği şehirde yıldızbilimciler onu görüyor yıldızların hareketlerinde ve bunun yıkım anlamına geldiğini söylüyorlar halka ve ileri gelenlere.ancak kimse inanmıyor buna....Havva ağır ağır geliyor...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.