- 703 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GARİP İSMAİL (2)
Zaman akıyor insanlar olgunlaşıyor, çocuklar büyüyor. Öğrenciler bilgisine yenileri katıp kendilerini hayatın acı yüzüne hazırlıyorlar. Ama bazıları acemice tutuluyor, daha öğrenmeden gerçek yüzünü yaşamın; içinde yitirilip kayboluyorlar. İşte İsmail de böyle biriydi.. onun gibi insanlar bir adaktır belki, zamana sunulan. Çünkü yetiştirilmeden bırakılıyorlar acının kucağına….
Okul hayatı suskunluğu kaldıracak olgunlukta değildi. konuşmayınca Arkadaşların senden uzaklaşıp, yeni arkadaşlar ediniyorlardı. Öyleyse farklı bir yola başvurmak gerekti. Çünkü bu şekilde yaşanılamazdı. Nereye kadar yürüyebilirdi ki suskunluk ve yalnızlık. Ama bundan sonrası daha önemliydi, tercihini o şekilde yapmalıydı ki İsmail, anlatamadığı; içinde yüklü olan acıları insanların kahkahaların üstüne yağdırmalıydı. Seçilmişliğin gururunu sergilemeliydi artık. Hakkıydı bu onun…. Ve hakkını belki de en güzel şekilde kullandı. Kavgacı oldu, artık indirebiliyordu yumruğunu yaşamın ve ona hazırlanan yarı pişmişlerin üstüne. Her gün yeni bir kavga, yeni bir gururlanış. Bak işte şunu nasıl dövdüm lafları. Benden başka kral yok, alem buysa kral benim…. Ama dünyaya bu yaşta açılan savaş, acaba yan etkisi olan bir ilaç gibi ilerde birtakım rahatsızlıklara yol açacak mıydı? Kim bilebilir, bekleyelim ve görelim.
İkinci sınıfın sonlarına gelmiştik. İleriye dair çeşitli fikirler oluşuyordu artık. Hocamız derste herkesi teker teker kaldırıp ‘ilerde ne olacaksın’ diye soruyordu. Bizde yavaş yavaş şekillendirdiğimiz fikirlerimizin ya da çevreden işittiklerimizin tesiriyle; doktor, hakim, polis vs olacağız diyorduk. Şu an hatırlayamıyorum İsmail in bu soruya ne cevap verdiğini. Keşke hatırlayabilseydim.
Bitmişti okul, birkaç kişi dışında hepimiz bir üst sınıfa geçmenin sevinciyle coşuyorduk. Sınıfı geçemeyen birkaç kişiden olan İsmail, sanki kalmamış gibi davranıyordu. Hatta sevincimize üstten bakan olgun bir eğitmen gibi şimdilik sevinin diyordu. Sanki daha önceden yaşanmış bir manzara karşısında, neticesini biliyor olmanın mağruriyetini taşıyordu….
Üçüncü sınıfın başlarıydı. Defter, kitap, kalem vs telaşı. Biz bunlarla uğraşırken İsmail birinci sınıftan gelmiş acemilerin üstünde egemenliğini ilan etmişti bile. Herkes korkuyordu onun şiddete gebe bağrışlarından. Birkaç hafta bu şekilde devam etti. Ama bu işin bu şekilde yürümeyeceğini biliyordu. Tüm öğrencileri hegemonya altına almak gerekti. İsmail denince herkes titremeliydi. Bunun için ilkin üst sınıflara sataşıp, birkaç dayı zımbırtısını pataklamak gerekti. Ve bunu yaptı. Artık okulun yegane dayısı olmuştu.