HİNDİ
Yıllar önce İstanbul’da aralık ayının son günü. Üstte isli kurşun renginde kalın bulut tabakasından bir kubbe. Bu kubbenin örttüğü güneşsiz, esmer bir gün. Poyrazdan hafif bir esinti. Boğazda karaya çalan küçük, cılız dalgaların olduğu bir su. Galata köprüsünün iki yakasında tarihi, kirli binalar. Uzaklarda dünyaya hükümdarlık yapmış padişahların yaptırdığı çok minareli, çok kubbeli görkemli camiler ve ışıl ışıl saraylar.
İstanbul kalabalık ve gürültülü bir şehirdir. Trafikteki taşıtlar, Boğazdakiler, havadaki kuşlar, geveze martılar, pazarcılar, satıcılar... Ve İstanbul insana ait her şeydir: gurbettir, ayrılıktır, umuttur, geçimdir, merhamettir, nezakettir, yardımseverliktir, sömürüdür...
İnsanlar, bu koca şehirde işlerine gitmek için sabahın erken saatlerinde evden çıkıp yollara düşmekte. İstanbul bu, öyle evinden çıkıp yürüyerek işine gidip gelmek kaç kişiye nasip olur? Çoğunluk evle iş arasında ya bir dolmuşa ya bir otobüse ya yeraltı trenine ya da bir vapura binip işine gidip gelmektedir. Geceleyin sakinleşen sokak ve caddeler sabah olunca birden canlanır, ortalık ışımaya başlayınca işyerlerinin bulunduğu bölgelere insan seli akar. Eminönüdeki insan seli başka sellere benzemez. Sirkeci tren garından gelenler, İETT Otobüsleriyle gelenler, Galata köprüsünden gelenler ve iskeleye yanaşan vapurlardan inen yolcuların birleştiği iskele meydanında iki yönlü bir insan seli akar. Hele vapurla gelenler iskele kapısından dışarı öyle bir çıkarlar ki... Kapısı açılan çiftlikten boşalan kaz sürüsü gibi. Yediden yetmişe her yaştan ve her cinsten insan var. İstanbullusu, taşralısı, yerlisi, yabancısı var. Safı var, açık gözü var. İşçisi, memuru, esnafı, öğrencisi, avaresi var. Şık giyimli beylerin yanında özensiz ve dağınık tarzı benimsemiş ya da maddi durumunun elverdiğince giyinmiş beyler ve efendi insanlar. Bakımlı, güzel giyinmiş, alımlı, sarışın, kumral, esmer kadınlar ve kızlar...
Eminönü iskele meydanında iki kadın ileri geri gezinip duruyor. Biri elli yaşlarında, orta boylu, kırsal görünümlü, başörtülü, gri mantolu, elinde bezden dikilmiş, eski bir çanta. Alnında çizgiler, gözleri etrafı kolaçan eden masum bakışlı, güya darda kalmış da başkalarının merhametine muhtaç bir rolde gelip geçenleri süzen tipten. Yanındaki diğer kadın ona göre daha genç ve kısa boylu, sanki diğer kadının yardımcısı gibi. Giyim kuşamı öteki kadına çok benziyor, sadece mantosu kahverengiye çalıyordu.
Kısa aralıklarla vapurlar iskeleye yanaşır. Yolcular dalga dalga inerler ve işyerlerine doğru yönelirler.
Kadınlardan yaşlı olanı, gözüne kestirdiği başı takkeli, kır sakallı, eli tespihli bir yolcunun önüne geçti.
— Amca, Anadolu’dan geldim, akrabalarımın yanına gideceğim, Allah rızası için bir dolmuş parası...
Adam, bakışlarını kadının üzerinde gezdirdi, gözünün içine baktı. Kadın başını eğdi, çok mahcup acınması gereken bir insan halindeydi.
Adam elini cebine attı, bir onluk çıkarıp verdi. Kadın:
— Allah razı olsun, Allah ne muradın varsa versin. Hakkını helal et amca!
— Helal olsun kızım, haydi doğru gideceğin yere.
Adam yoluna devam ederken, kadın gülerek arkadaşının yanına döndü.
Diğer kadın, buraların yabancısı olduğu anlaşılan bir çifte yanaştı. Titreyen bir ses ve sulu bir çift gözle:
— Kardeşler, kocam bir aydır hastanede yatıyor, dört çocukla bir gecekonduda oturuyorum. İş için çalmadık kapı bırakmadım ama hiç kimse bana iş vermedi. Ne olur Allah rızası için bir ekmek parası.
Çiftten kadın olanı çantasını açmaya çalışırken bey olanı elini cebine attığı gibi cebindeki bozuk paraları kadının avucuna bıraktı.
— Al ablacığım, ananın ak sütü gibi helal olsun!
— Allah ne muradınız varsa versin, Allah bir yastıkta kocatsın inşallah, Allah ikinizden de razı olsun.
Genç çift, yardıma muhtaç birine yardım etmiş olmanın verdiği huzur ve gönül rahatlığıyla kalabalıkta kayboldu.
Kadınlardan genç olanı Yeni Cami tarafından gelip vapura yetişmek için aceleyle giden uzun boylu, dalgalı kumral saçlı, lacivert kabanlı, atletik yapılı otuzunda bir bayana yaklaştı.
— Hanımefendi, hanımefendi...
— Evet, bir sorununuz mu var?
— Allah kimseyi bizim durumumuza düşürmesin. Beyim altı ay hastanede yattı, geçen ay sizlere ömür, vefat etti. Ben iki çocuğumla ortada kaldım. Allah rızası için bir sadaka...
— Başınız sağ olsun, anlattıklarına bakılırsa durumunuz kötü ama sen maşallah sağlam görünüyorsun. Bu yaşta başkalarına avuç açıp para istemeye utanmıyor musun?
— Ah hanımefendi, kocam hastayken devamlı bir işe bakamadım, kocamla ilgilendim. Şimdi bir iş bulsam çalışacağım, ben namuslu bir kadınım, başkalarına avuç açıp dilenmekle gün geçmez. Çocuklarıma dilenci çocuğu dedirtmem. Şu aralar çok zor durumdayım, Allah kimseleri bu duruma düşürmesin.
— Bak, şimdi sana yardım edemeyeceğim ama yarın yanıma gelirsen sana bir iş bulurum. Al şu kartı, üzerinde bana ulaşabileceğiniz bilgiler var. Hadi hoşça kal.
— Allah razı olsun, sabah ola, hayrola.
Gri mantolu kadın, arkadaşının yanına geldi. Öteki kadın:
— O, eli sıkı kadınla ne konuştun öyle?
— Bana acıdı, iş bulacakmış budala, yarın kendisine gelmem için bir kart bıraktı.
Öğle saatlerinde iskelenin yanındaki balık ekmek satan teknelerden balık kokusu yayılmaya başladı. Kadınlar acıkmıştı. Birer tane balık ekmek istediler. Teknedekilerden biri, “Ablacığım işler nasıl? dedi. Kadınlardan yaşlı olanı gayet rahat bir şekilde “Allah’a şükür iyi, bir de milletin morali yerinde olsa daha iyi olacak.” Teknedeki adam,” İnşallah düzelir be ablacığım, hepimizin morale ihtiyacı var.” diyerek balıkları uzattı.
Bir kenarda karınlarını süsleyen kadınlar, vapurdan inen yolcuların çıktığı yere yaklaştılar. Yolculardan yirmi-yirmi beş yaşlarında, deri montlu, boynunu, ağzını lacivert boyunbağı ile sarmış olan genç bir adama,
— Kardeş, müsaadenizle sizden bir saniyenizi rica etsem!
— Gene mi siz, ne utanmaz, arlanmaz insanlarsınız. Daha dün aynı şeyleri söylediniz.
— Kardeş, sen bizi başkalarıyla karıştırdın, biz namuslu insanlarız ve alnımızın teriyle...
— Sus, sus...
Genç adam önüne dönüp yoluna devam etti.
Öteki kadın, arkadaşını adam seçerken dikkat etmesi konusunda uyardı. Kadınlar birden kalabalığa karışıp yürümeye başladılar. Bir tanesi arada bir dönüp bakıyor. Baktığı yerde iki zabıta memuru yavaş adımlarla yürüyerek çevrede tur atıyorlardı. Zabıtalar meydandan uzaklaşınca kadınlar yine iş mahalline döndü.
İki kadın belgesellerde izlediğimiz büyük kediler gibi, kalabalığın içinde seçtikleri insana doğru yönelirlerdi. Her seferinde farklı bir bahaneyle onların insani duygularını sömürüp avuç içine bırakılan merhameti, acıma duygusunu, yardımseverligi ceplerine indiriyorlardı.
Akşama doğru Sirkeci tarafından gelen ve ellerinde birer hindi olan iki kişi iskeleye doğru yöneldi. Kadınlar adamlara yaklaştılar ve yaşlı olanı:
— Kardeş, bu yılbaşı hindilerini nereden aldınız?
— Tren istasyonunun yanında satıyorlar.
— Sağ olun.
Birbirlerine bakan kadınlardan yaşlı olanı: "Akşama birer hindi de biz alalım.” dedi.