- 679 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR CAZ KONSERİ
Adı Mustafa, soyadı yok. Karısı çocukları da yok. Hısım, akraba yok. Nereden geldi, daha önce ne iş yapardı onu da bilen yok. Adı Mustafa. Ters Mustafa. Fırından lokantalara fırın tahtası üzerine dizdikleri ekmekleri karın tokluğuna taşır durur akşama kadar. Kimse ile konuşmaz. Arkadaşı yok, dost yok, yok, yok, yok... kibar görünümlü bir adam. Çok az konuştukları ile de yüzlerine bakmadan konuşur.
Sorulduğunda cevap verir ama ters cevap verir.
“Mustafa nereden geliyorsun?”
Cevap terstir. Gittiği yeri söyler:
“Bahçeli Lokantaya gidiyorum.”
“Ne aldın?” derler; o ise, verdiğini söyler.
“Mustafa, hamama gidiyoruz sen de gelir misin?”
“Fırına kirlenmeye gidiyorum gelemem.” der. Bunları söylerken diksiyonunun çok güzel olduğu her zaman göze çarpar. Onun bu ters cevapları biz gençler arasında yeni bir oyun haline geldi. Ama Mustafa gibi cevaplamak ne mümkün. Bir an geliyor tıkanıp kalıyoruz cevaplamakta. Ama o öyle mi ya? Hemen yapıştırıyor cevabı.
Fırında yatıp kalkıyor. Sırtında ki ekose ceket hiç eskimedi ve her zaman temiz. Eskiyen pantolon yenileniyor ama nasıl bilemiyoruz. Bildiğimiz her zaman ütülü ve temiz oluşu. Her sabah sakal tıraşı olur. Saçları ise kısa ve düzgün taranmış.
Cumartesi saat 12-13, Pazar günü ise 16-18 arası haftada üç saat kendini izinli sayıyor. O saatlerde belediye bandosu bayrak töreni için marşlar çalarak meydana gelir. İstiklal Marşı ile bayrak göndere çekilir veya indirilir. Tekrar marşlar çalarak itfaiye garajı yanındaki çalışma binalarına giderler. Mustafa ise bu geliş gidiş süresince bandonun arkasına takılır onlarla uygun adım yürür.
Hiç kimseye zararı dokunmamıştır.Fazilet Hanım Teyzenin çınar ağacının dallarının arasında sıkışıp kalan kedisini kurtarmaktan başka, kimseye de bir yararı olmamıştır. Bütün sosyal yaşamı lokantaya ekmek götürmek ve bando arkasında yürümektir.
Hakkında pek çok hikayeler anlatıldı. Karasevdaya tutulmuş, kızı vermemişler o da bu hale gelip çıkmış gurbete.
Kimisi de kan davası varmış ailesinde, alamamış eline silahı. Anası babası ar edip kovmuşlar evden. Ondan sonra bu hale gelmiş.
Bir kısım insanlar ise işi daha da ileri götürüp, Mustafa’nın Rus casusu olduğunu, gizli gizli telsizle geceleri Ruslara haber yolladığını karakola ihbar edebilecek kadar işi ileri götürdüler.
Hiç birisinin aslı çıkmadı... bir müddet çocuklar peşine takılıp kızdırmak istediler ama o;
“Deli, deli tepeli...” sözlerini hiç duymuyor. Bastığı taşları ezberlemiş, yine aynı taşlara basarak lokantalara ekmek götürüyor; dönüşte yine aynı taşlara basmaya özen gösteriyordu.
Bahar geldiğinde şehir ortasından akan ırmak, eriyen kar suları ile iyice dolup taşar. Günlerce bağlar, bahçeler sular altında kalır. İşte böyle bir bahar günü, nehir sularının yatağından çıkıp şehri sular altında bırakabileceği tehdidi olduğu bir zamanda bando bayrak
çekimi için meydana geliyor. Yine ardında Mustafa... Bir ara aniden koşarak Si Bemol Klarnet çalan bando erinin elindeki sazı kaptığı gibi yatağından taşmak üzere olan nehrin kenarındaki duvarın üzerine çıktı. Başladı klarnete üflemeye. “Kiremitte buz musun, gelin misin kız mısın...” temi üzerine caz yapıyordu Mustafa. Ufacık klarnetten böylesine güzel, böylesine insanı büyüleyen seslerin çıkması karşısında halk toplanmış, hiçbir ses çıkarmadan Mustafa’yı dinliyor.
Duvar üzerinde arada bir sallanıyor, düşecek gibi oluyor ama dengesini çabuk bulup caza devam ediyor. Hiç kimse yanına yaklaşmaya cesaret edemiyor. Zira ırmağa düşerse kurtulması mümkün değil. Boğulur gider.
Belki peşlerine takılır ırmak duvarından iner diye bando birkaç kez meydana gitti geldi. Yerinden kıpırdamadı bile Mustafa. çalmaya devam. Devamlı üflüyor, klarnetin ucundan sular damlıyor. Yarım saat, bir saat, iki saat durmadan çaldı. Halk ise gittikçe çoğalarak hiç yerinden kıpırdamadan zevkle dinliyor.
O yeni tayin olan polis memuru gelmese idi Mustafa çalacak bizler de dinlemeye devam edecektik. Mustafa’yı gördü, yaklaştı, üzülerek baktı:
“Bu bizim Mustafa Bey. Demek buraya gelmiş. Zavallı adam.” dedi.
Mustafa’yı tanıyan birisi çıkmıştı nihayet. Hemen etrafını çevirdik. Kimdi? Nereliydi? Ne iş yapardı? Sorular... sorular...
Polis memuru:
“Mustafa Bey, iyi bir müzisyendir. Bulunduğu ilde hem orkestra şefliği ve hem de lisede müzik öğretmenliği
yapıyordu. Bir gün evinde çıkan yangında uyuyan eşi ve çocuğu yanarak öldü. Büyük bir tesadüf olarak bir başka yangından dönen itfaiye su doldurup da gelinceye kadar ahşap ev içindekilerle beraber yanıp kül olmuştu. Cenaze töreninden sonra davranışları değişti Mustafa Beyin. Bir sabah ise şehri terk ettiği söylendi. Nereye gittiğini kimse bilemedi....demek buraya gelmiş”
İnsanlara bir hüzün çökmüştü. Mustafa sevilen bir kişiydi daha da sevilir oldu. Ama nerede ise düşüp boğulacaktı. Çok yorulmuştu. Ayakta zor duruyordu. Onu oradan indirmek gerekiyordu. Bu sorunu da yine polis memuru çözdü. Haber gönderdiler itfaiye çanını çalarak meydana doğru gelmeye başladığında, polis memuru:
“Mustafa Bey yangın var. Yanıyor!” diye bağırdı.
Klarneti duvarın üstüne bırakan Mustafa koşarak itfaiyenin önüne geçip:
“Suyun var mı? Suyun var mı? su sık, su sık, su sık... Nermin yanıyor..... Semih yanıyor.... diye hem bağırıyor ve hem de kendi etrafında dönüyordu. Bir müddet sonra itfaiye gitti. Başını elleri arasına alan Mustafa Bey olduğu yere çöktü. Benim gibi pek çok kimse gözlerini siliyordu ceplerinden çıkardıkları mendillerine.
Ertesi gün Mustafa Beyi çok aradık ama bulamadık... bir daha da gören olmadı...