- 1054 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MADIMAK OTELİ
En az otuz santim kar var Malatya sokaklarında. Herkes şaşkın.Bir yanda sabah telaşı:Öğrenci öğretmen okuluna,memur işine,esnaf iş yerine yetişecek.Bizim ki pek önemli sayılmaz ama,yine de acele ediyor arkadaş- larımız.Bütün işimiz bölge müdürlüğünün düzenlediği seminere katılmak.Geçmiş gün kimin söylediğini şimdi pek de iyi anımsamıyorum bir yandan söverek:
-Hay bu kış kıyamet günde bizi buraya getirenlerin,
diyor yüksek sesle.Bütün söyleyecekleri iki maile sığar
namussuzum.
Bir yandan taksi bekliyoruz.Sivas’lı taksiciler olsa ,bu saatte vızır vızır dolaşır caddelerde.Burada kimse gör-
memiş bu mevsimde bu kadar karı.Belediye temizlik iş- çisi bile bilmiyor ne yapacağını.Yaya kaldırımlarında
yürümek olanaksız.Cadde ortasında yürüyenler belkide
bir çöp kamyonuna ait olan tekerlek izinde,dizlerine de-
ğin batmadan ilerleyebiliyor hiç olmazsa.Sivas’ta karlı
günleri anımsıyorum.Sokaklara kimse çıkmadan başlar
yaya kaldırımındaki karların kürünmesi.Annemin fırını
temizlerken kullandığı,gelberi adını verdiği bir alet her
temizlik işçisinin elinde mucize yaratıyor. Önce işçiler
sıra sıra diziliyor duvar dibine.Sonra sanki:
-Haydi hep beraber! der gibi bir ses çıkarıyorlar.
İşçi sayısına uygun genişlikteki kar, kaldırım üzerinden ani bir hareketle caddeye kaydırılıyor.Sonra bir greyder cadde kenarında yığılan karları caddenin ortasına aldı-
ğından,yayalar ve araçlar için uygun zemin yaratıyor.El
birliğiyle güzel bir çalışma örneği.Sivas’a yeni gittiğim
günlerden biriydi.Eski belediye başkanlarından , millet- vekili Temel Bey gelmişti diğer partili Sivas’lılarla bir-
likte ziyaretime.Bir ara Temel Bey:
-Şehrimizi nasıl buldunuz müdür bey,demişti.
Sonra da benim yanıt vermemi bile beklemeden:
-Türkiye’mizin en temiz ilk üç şehrinden biri Sivas’- ımız,demişti.
Bu gün düşünüyorum da, iyi ki benim yanıt vermemi beklememişti Temel Bey.Yoksa şartlanmış gibi patla -yacaktım yüzüne.
-Berbat sayın milletvekilim! diyerek.
Şimdi ise:
-Değer yargılarımız yanlış mı acaba? diye düşünür-
ken,neden kişileri yaptıkları ile değil de, yapamadıkları ile yargıladığımızı sormak istiyorum kendim dahil her-
kese.Benim Temel bey döneminin devamı gibi görünen temizlik hizmetlerini beğenmeme nedenim,belki her yıl iki temmuz günü odamdan baktığımda ,Madımak Oteli önüne bırakılan kırmızı karanfilleri anımsamak isteme-yişimdi.Madımak Oteli,içindeki aydınlarla birlikte ateşe verilmişti.Ben Pendik’te çalışıyordum o günlerde. Kur -tarma çalışmaları sırasında rahmetli Aziz Nesin, merdi -venden indiriliyordu.Yüzüne bir çok sanatçımızın öldü- rülüşüne tanık olmanın hüznü ve korkusu çökmüştü.O sırada Temel Bey’in sakallı yüzüne çok benzeyen bir yüz ölüm çığlıkları atıyordu:
-Öldürün!Öldürün onları,diyerek.
Bir gün gelip te,televizyonda seyrettiğim o görüntüleri
dört buçuk yıl boyunca her gün oturduğum odanın pen- ceresinden otel önüne bırakılan karanfillere bakmakla
geçireceğimi hiç düşünmeden seyretmiştim.Gerçi olay-
daki ölüm çığlıkları atanın Temel Bey olmadığını ,ona
çok benzeyen biri olduğunu söylemişti arkadaşlar.Yine
de sevememiştim Temel Beyi hizmetlerini beğendiğim halde.Çok iyi anımsıyorum şimdi.Yirmiüç nisan bayra-
mında ,küçük çoçuklar arasında düzenlenen yarışmalar
sonucu,ödül töreninde dereceye girenlere madalyaları
veriliyordu.Ödül veren protokol üyeleri,çocukları sev-
giyle tebrik ederken ,Temel Bey sanki dereceye giren çocuğun başını okşuyordu kedi sever gibi. Mehmet Ali ile birlikte güldük Temel Beyin kız çocuğunu tebrik
edişine.Belki de on yıl öncesinden beri , ona duyduğum
öfke beni şartlandırmıştı da,her hareketi bu yüzden beni gıcık ediyordu ama,”Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek .”
gerektiğini ben Malatya’da anladım.
-Buranın belediye başkanı on mangır etmez gavur
parasıyla,dedi Mehmet Ali.Şu çektiğimiz çileye bak be!
Koskoca şehirde taksi bulamıyoruz.Müdürüm arabalara
binip gelmemişiz de, iyi halt işlemişiz.
Biz geciktiğimiz için bölge müdür yardımcısı telefonla:
-Otelden ayrılmasın arkadaşlar. Servis otobüsünü gönderip aldıracağım onları ,demiş resepsiyon görevli- sine.
Görevli kibar bir çocuk ama,biz dışarıda otelin önünde taksi beklerken , içeriden bize gelin dercesine el ediyor.
Gecikmeli de olsa bölgedeki toplantıya katılıyoruz.Hiç
kimse memnun değil hayatından.Rahmetli Tunceli mü- dürü Ahmet Bey kırıp geçiriyor ortalığı fıkralarıyla.Ha-
ni “Dünya yansa içinde eski hasırı yok.” derler ya, top-
lantı sonrası Tunceli’ye dönememe korkusu falan vız geliyor.Bizim Aydın’ın eniştesi.Anlattığı fıkraların bir çoğunu biliyorum. Hele bir :
-İçinizde İngilizce bilen var mı? diye başlayan bir
fıkrası var ki , her kes dilsiz oluyor.
Ne ben bilirim diyen çıkıyor ortaya,ne bilmem diyenler.
-Malatya müdürümüz bilir.Ne de olsa eski müfettiş,
diyorum.
Yemin billah bilmediğini söylüyor müdürümüz fıkrada
bir puştluk vardır diye.Oysa fıkrada puştluk falan yok.
Rahmetli kendisinden bir şey katıyor, anlatırken fıkrayı.
O akşam yemekte Elazığ yolu kenarındaki Altın Yunus tesislerindeyiz bölge müdürü Mustafa Bey ile birlikte.
Bölgeye bağlı bütün müdürler eğleniyoruz.
-Toplantının amacı bu olmalı,diyor Mehmet Ali.
Ertesi gün benim seminerim bitiyor.Arkadaşlar bir gün
daha kalacaklar bilgisayar kursu için.
-Sen de kal,diyor Mehmet Ali.Bu kış kıyamette tek
başına yola çıkmanı istemiyorum.
-Kendi arabam yok ki,diyorum.Otobüsle gideceğim.
-Olsun.Kal yine de.Akşam kafaları çekeriz.Buranın
sanayi müdürü Mesut’un davetlisiyiz.
-Müdürüm bana müsaade,diyorum.Gönüller bir.Bir
başka yer olsa neyse. Hiç görünmesem, bölge müdürü beni şubeden arayınca gelmedi diyecek bizimkiler.Hadi
görüneyim,bu sefer de bölge müdürü:
-Müdür bey burada işin bittiği halde, niçin Sivas’a
dönmedin? dediği zaman ben ne diyeceğim.
Ha diyecek çok şey var.Bu karda şehir içi taksiler bile çalışmıyor ama,denemek lazım.
-Tamam tamam,dedi Mehmet Ali.Dikkatli ol yine de.Sivas yolu kapalıdır kardan.
-Hoşçakalın,deyip ayrıldım arkadaşlardan.
Bir taksiye binip zar zor otogara kadar gidebildik.Şoför
arabadan inmeden sordu otogar girişindeki polise.
-Hiçbir otobüse Malatya çıkışı vermiyoruz,deyince
polis memuru benim yüzüme baktı şoför:
-Ne yapıyoruz şimdi,der gibilerden.
-Tren istasyonuna,dedim bende.
İstasyona geldiğimde kar hala yağıyordu.Mehmet Ali’-
yi dinlemediğim için bin pişmanım şimdiden.Hani der-
ler ya:
-Kara gözlün mü bekliyor? diye.
Bilmiyorum.Ne diye ısrarla gitmeye kalktım.Arkadaşlar
hiç olmazsa merak etmesinler. Tren biletini alır almaz
onlara telefon açar, trenle gittiğimi söylerim. İstasyon binası şehrin büyüklüğüne göre çok küçük. İlk yapıldığı
günkü gibi kalmış.Yolcuların rahatı düşünülerek kapı
otomatı gibi bir şey yok. Mahalli giysili yaşlı bir kadın
arkamda istasyona girmek için geliyor. Sırtında içi dolu
bir de çuval taşıyor zavallı. Kardan ıslandığı için iyice ağırlaşmış kapıyı zor çekiyorum kendime doğru. Kadını
fark edince de ona öncelik verirken:
-Buyur teyze!deyince yaşlı kadın Malatya şivesiyle:
-Gözünün yağını yiyen!diye teşekkür ediyor aklınca
bana.
Böyle bir hareketle çokça karşılaşmadığını sanıyorum.
Maaş ödeme binasında , güvenlikçinin emeklileri sıraya
sokarken, nasıl yalvardığına defalarca şahit olmuştum.
-Üç dört tane bayan var.Sıranızı verirseniz onları burada bekletmeyelim.Öne geçireyim,dediğinde erkek emekliler koro halinde:
-Bize yazık değil mi?Onlarda beklesin sırasını.Ben
sabah ezanında girdim kuyruğa,diye bağrışıyorlardı.
İstanbul’da da kimse sırasını vermez di ama,burada sayı
olarak çok azdı kadın emekliler.
Benim bilet aldığım tren, üç saat rötar yaparak gelebildi
istasyona.Gece yarısı saat bir sularında Sivas’a vardım.
Malatya’ya yağan karın üç misli kar yağmıştı. İstasyon
Caddesinde kar temizliği yapılmış , kar yığınları kam -yonlarla taşınmak üzere meydan yerlerine yığılmıştı. Kepçeler kar yığınlarını kamyonlara yüklüyorlardı.Ge- ce yarısı bu güzellikleri seyrederek yürüdüm lojmana kadar.Nasıl olsa geç kalmıştım.
-Bu saatte uyumuşlardır evdekiler, diye geçirdim
içimden .
Bu kadar karda , eve kadar rahatça yürümenin zevkini çıkardım belediyenin kar çalışmalarını bilinçli yürüte -bilmesi sayesinde.Şimdi emekliyim.Ne zaman Sivas’la
ilgili bir proğram çıksa televizyonda,hele bir de Sivas’-
ın türküleri;bir anda geçerim Kızılırmak’ı Eğri Köprü üzerinde hızla koşarak.Hiç unutmadım bir çiftlik evinde
benim için yapılan o soğuk, insanın içini titreten veda gecesini ve geceyi düzenleyen Güven ve Tayfun’u.Hiç
unutamadım Ümran,Emel,Aydın,Şükrü,Seda,Emrullah, Canan,Nilgün,Hamza,Sevim,Musa,İsmail,Mete ve hele Çiğdem’i.Her yıl iki temmuz günü odamın penceresini
açar bakarım Madımak Oteli önüne bırakılan karanfil
çiçeklerini göreceğim diye boşuna.
Yazan:Osman Eker