- 933 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bayramlık...
Bayramlık
Yaşlılarımız söze, eski bayramlar diye başlar hep. Özlemle anarlar eski bayramları. Özledikleri eski bayramlar mıdır, yoksa çocuklukları mı bilinmez?
Eski bayramlarda, çocuklukların bayram harçlığı veren büyükleri, parayı göstere göstere tutuşturmazlardı ellerine. Onun da bir adabı vardı. Mendil içine konur, öyle verilirdi, bayram harçlıkları. Mendil cebe iner, içinde ne var bilinmezdi! İşte en zevkli ve heyecanlı yönü buydu işin. Bazen, bir bakır renkli on kuruş, bazen bir yirmibeşlik, sarısından! Bazen gümüş bir elli kuruş. Bazen de bir teklik… kocaman bir lira. Kağıt para mı? Çok zor. Çok yakınları bazen kahve renkli bir iki buçukluk verirlerdi. İşte bayram, o zaman en büyük bayram olurdu.
Şimdilerde çocuklara verilen bayram harçlıkları, bir o kadar çok ve bir o kadar değersiz mi ne? Mendil mi? Sahi nerede o mendiller. Şimdikiler hep kağıttan ve anlamsız! Ve bir o kadar da değersiz. Hangi cebimize el atsak bir kağıt mendil. Adeta hastalık gibi.
Yine anlatmaya başlamıştı: “O bayram çok kesat bir bayramdı. Harçlık olarak kimseler para vermiyor; mendiller boş çıkmış, çok kapıdan şekerle dönmüştük. Bisiklet kiralayacak paramız bile olmamıştı. Çok büyük beklentimiz olmadığından, yine de hoş geçirdiğimiz bir bayramdı.”
“Bayram henüz geçmişti ki, geçen bayramla birlikte günlük yaşantımıza dönmüş, bayramlıkları çıkarmış, gündelik kıyafetlerimizle sokaklardaydık. Yine oyun alanlarımız boş arsa, kum birikintileri, çamurlu su birikintileri ve çay kenarıydı.”
“Şükrü ile çay kenarında oynuyorduk. Çaya doğru gelen yolakta bir kağıt iki buçukluğun ortasından yırtılmış, bir yarısı, kahverengi kahverengi sarı yaprakların arasında duruyordu. Yolaktan akan sulardan ıslanmış, kaldırım kenarına takılmıştı. Zaman zaman yerde demir, bozuk para bulduğumuz oluyordu. Ama ilk kez, bir kağıt para buluyordum; o da yarım. Yarım paranın ne hükmü var; neye yarar demiştim! Doğruca, çay kenarındaki Hasan bakkalın yolunu tuttuk. Çocukların en yakın dostu, bisküvi arası lokum, fıstıklı şeker, hele hele hediyeli bulmaca kazıtmasıyla, çocukların en yakın dostuydu bakkal Hasan amca.”
“Tabii ki hüsrandı ilk girişim. “Bu para geçmez” dedi Hasan amca. Kasaba’da yaşamakta olduğumuzdan: “Bu parayı ancak Ziraat Bankasında bozdurabilirsiniz” deyişi hala kulaklarımda.”
“Ne mi yaptık? Haliyle o cesareti de gösterdik tabi.kuşluk vaktiydi henüz. Bankanın önünde, yanında; ürkek, korkak dolaştık bir müddet. Cesaret edemiyorduk bankaya girmeye. Oraya kadar da gelmiştik. Ne yani! Boş mu dönecektik? Olanca cesaretimi toplayarak girdim bankaya. Bu bankaya ilk gidişim, ilk tanışmamdı bankayla. Titreyerek uzattım yırtık parayı memura. “Amca bu para geçer mi” diyebildim zorlukla. Sanki bir suç işliyormuşcasına, ürkek, çekingen. Islak para geçen zaman zarfında kurumuştu. Memur parayı evirip çevirip, önüne ardına dikkatlice baktı. Ve nihayet; yüz yirmi beş kuruş avuçlarımdaydı. Ne çok paraydı, parasız geçen bayramdan sonra.”
“Hemen, bayram yerine yakın bisiklet kiralayan dükkana gittik iki arkadaş. Üç tekerlekli bisiklet, tek tük, küçük iki tekerlekli ve çokça büyük bisikleti vardı kiralık. Üç tekerlekli bisiklet kirası sudan ucuz, çocuk bisikleti revaçta ama yok, büyük bisikletine ancak; bacak arası tabir edilen biçimde binebiliyorduk.”
“İki büyük bisikleti kiraladık. Saati on kuruştan. Sokalar, bayram yeri meydanı, çarşı, Pazar bizimdi artık. Önce çarşıda köfteciye gittik. Bir porsiyon köfte onbeş kuruş. Bir buçuk yersen, yirmi beş kuruştu. Birer porsiyon köfteyi mideye indirdik. Sonra, Koza pazarındaki tulumba yanında seyyar su muhallebisi satılan el arabasının yanına… Büyük muhallebi on kuruş. Birer de büyük muhallebi… O muhallebi buzlu suyun içinde yatar, tabağa alınacağı sırada tir tir titrerdi sanki, soğukta kalmış bir çocuk gibi. Beyaz renginin bazı yerleri pembe, gül renkli olur, tabakta üzerine renkli şurup dökülür, onun üzerine pudra şekeri serpilir, biraz da gül suyu ve tarçın. Unutulmaz tadıyla belleklerde iz bırakan…”
“Sınırsız bisiklet kiralayabilmenin verdiği özgürlükle, kedimizi şosede bulduk. Şose dediğimiz yol, İzmir Ankara yolu. Aklımızca Avşar köyüne kadar gidecektik. Hem de bacak arası binmeyle.”
“Bisikletçiye, yorgun argın döndüğümüzde, bisiklet kirasını ödedikten sonra, hala yirmi beş kuruşumuz vardı daha. Bayram tadında bir gün geçirmiştik.”
Şimdi… Bayramlar mı değişen, yoksa bizler miyiz? Bayramların mı içi boş, yoksa bizler mi dolduramıyoruz? Diye düşündüğüm zamanlar da olur.
Bir eksiklik var bayramlarda, sanırım çocuk yüreğimiz eksik! En büyük dezavantajımız büyümek. Çocuk yüreğimizle karşılamak istediğimizden midir; boş kalması içinin bayramların? Derinlere daldırdınız beni dostlar.
"Bayramlar eski bayramlar değil derken; bayram kifayetsiz bir kelime midir?" acaba diye düşündüğüm olur. "Yoksa bizler mi dolduramıyoruz bu kelimeyi!"...
Metin Soydeveli
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.