- 1013 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Palavracı Halil
Köyün olduğu yerde bile diz boyu kar vardı. Yüksek dağlarda ne kadar olacağını varın siz düşünün. Bizim Halil sabahın dördünde sabah namazını bile kılmadan, bir bardak çay içmeden, hanımını dahi uyandırmadan köpeğini alıp, karlı dağların yolunu tuttu. Dağa tırmandıkça ısınıyordu ama fırtınanın şiddeti de artıyordu. Az gitmeden bıyıkları bile buzlanmaya başlamıştı.
Akşamdan diğer mahalle veya köylerdeki tanıdıklarına telefonla sabahın dördünde çıkacağını ve filan yerde şu saatte buluşalım diye haberleşti. Beş, altı arkadaşından söz aldı.
Sabahın saat altısında denen mevkide buluştular. Köpeği olanlar yanına almış, olmayanlar silahları ve takımları ile hazır vaziyetteydiler. Bazı besili köpekleri zapt etmek bile güçtü. İkişer yüz metre ara ile dağa dağıldılar ve saat on gibi tekrar filan yerde buluşalım diye sözleştiler.
Halil köpeği ile birlikte kendine düşen tarafa yönlendi. Beş yüz metre gitmemişti ki bir tavşanın kokusunu alan köpeği havlamaya başladı. Halil tüfek elinde, parmak tetikte dikkati artırdı. Tavşan elli metre önünden geçiyordu, arka arkaya tetiğe bastı ama ikisinde de isabet ettiremedi. Bir kaç kandamlası düşmüştü karlar üstüne. “Her halde bacağı kırılmıştır” diye hayıflandı. Biraz kan damlalarını takip etti ama umudu tükenince aramaktan vazgeçti.
Halil yola devam etti, başarılı köpeği bu sefer bir tilki çıkardı. Tilki kurnaz ya, kar olmayan çalı diplerinden, büyük ağaç altlarından geçtiği için iz ve koku kaybettiriyordu ama tecrübeli köpek bu hileleri başarıyla atlatıyordu. Az sonra Halil’in önünden bir saçma atımı tilki geçti ama hazırlıksız olduğundan silahı eline bile alamadı, birazda üşümüştü.
Saat ona doğru kararlaştırılan mevkiye geldi. İlk gelenler ateş yakmışlar ısınıyorlardı. Halil biraz ısındı, kendini toparladı. Diğer avcıların çantalarında vurulmuş avlar vardı ama Halil “hiç ava rastlamadığını” söyledi. Tekrar saat on beş de filan yerde bulaşalım diye ayrıldılar.
Halil “bu sefer çıkanı mutlaka vurmalıyım” diye mırıldanırken sigarasını da yaktı. Köpeği halen azimliydi. Hızlı hızlı koku alırken koşmaya başladı. Altı, yedi kadar domuza rastladı. İki tanesi büyük, beş tanesi yavru idi. Halil tedbiri artırdı. Biraz koştu ve tam görmeye başladı. Boran ve tipiden fazla ilerisi net görünmüyordu. Nişan aldığıyla tetiğe bastığı bir oldu. En arkadaki yavruyu yaraladı, ikinciyi de ona sıktı ve öldürdü. Diğerlerine de birkaç kez ateş ettiyse de vuramadı. Az ilerledi, çıkan gürültüden o arada bir keklik sürüsü uçuverdi, Halil beş el ateş etti arka arkaya ama, nafile. Kekliklerden sadece üç beş tüy kalıverdi. Vah tüh diye biraz üzüldü ama yola devam etti.
Saat on beşte sözleşilen yere geldi. Tek av vuramayan bizim Halil vardı. Diğerlerinin çantaları keklik, güvercin, bakal kuşu ve tavşanla doluydu. Birkaç domuz vuran bile olmuştu. Tabi öldürdüğü yerde kalmış, sadece kuyruklarını kesip yanlarına almışlar, teşvik için birkaç sıkı almayı düşünmüşler. Yalan söylemeyecek bir, iki kişi böyle söyledi.
Bizim Halil’in dönüşte evinde ve arkadaşları arasında övüneceği bir olayı yoktu. Üç tavşan vuran arkadaşından bir tavşan, dört keklik vurandan da bir keklik aldı.
Artık hava kararmaya başlamıştı. Sis ve boran daha da arttığı için vakitli dönelim diye karar aldılar. Güneş yüzünü hep perde arkasına almıştı. Dönüş yoluna dağıldılar, çıkarsa yine av bakacaklardı.
Halil arkadaşlarından aldığı keklik ve tavşan ile sanki kendi vurmuş gibi kasalarak evine geldi. Eşi ve çocuklarının önüne sırtından oflayarak, püfleyerek indirdiği çantayı fırlatır gibi attı. Üstündeki av elbisesini de çıkardı, elini, yüzünü ve ayaklarını yıkadıktan sonra hazır olan sofraya oturdu. İçi titriyordu. Sıcak çorbayı içince yarım saatte kendine gelebildi. Elbisesinde ki buzlar çözdü. Başladı anlatmaya, eşi ve çocukları da ağzı açık onu dinliyorlardı. Beş dakika geçmemişti ki meraklı arkadaşları da geldi. Konuyu başa alarak Halil anlatmaya tekrar başladı.
“Sabahın dördünde daha Ak sekiye çıkmadan iki tavşan çıkardık, atıvdım, yuvarlandı gitti. Ötekine de atıvdım sırı dikme dikildi gitti. Onları çantaya koydum, saat altı da bütün avcılara talimat verdim, beş yüz metre arayla yönlendirdim, saat on da buluşalım diye de söyledim. Ben bu dağların eski avcısıyım. İçinde elime su dökecek avcı yoktu zaten. Hiç üşümedim. Gözlerim çakmak taşı sanki. Sivrisinek havalansa vuracağım. Köpeğimin morali, azmi de çok iyiydi. Az gittim, iki tane tilki çıkardık ama şahane kürkleri vardı, birine atıvdım tepesi üstüne dikildi gitti. Tabii diğerine de adım attırmadım. Kürkleri iyiydi ya üşendim, filanın Ahmet’e git al, yüz, senin olsun dedim. Yazık oldu, belki eşliymiştir, yavruları varımıştır, yavrusu varısa acıdım. Ne olursa olsun yavruları öksüz koymaya hakkım yoktu. Neyse birkaç gün sonra gider bölgeyi ararım, yavruları bulursam onları da öldürürüm. Öksüzlük zor, acı çekmesinler. Burada kar mı var ya, dolaştığımız yerlerde nerdeyse iki metre kar olan yer vardı. Birkaç defa çukura düşe yazdım. Ama şükür bir terslik olmadan dönebildim.
Benim silahta çok şahane ha, boşa atmıyo, tutukluluk yapmıyo, ısınmıyo, tüfek dediğin böyle olacak, yaralansa bile az sonra kesin ölür o canlı. Hanginizde var böyle bir silah, konuşun.
Az gitmeden koca bir tavşan çıktı, nerdeyse ilk anda dana sandım. Doru dürüs kaçamadı bile; adım attırmadım. Aynen çantaya indirdim onu da. Taşımam mümkün değildi en yakın olan avcı arkadaşı çağırıp ona verdim. Çevrede başka var mı diye biraz daha kolaçan ettim ama başka bulamadım.
Tepeyi aşınca domuz sürüsüne rasladım, attığım yuvarlandı, attığım yıkıldı, attığım cansız gitti, hepsini birer kurşunla yere serdim. Tek kurşunla üç tanesini bile öldürmüşüm, kurşun yakın olunca delip geçmiş. Bir saydım tam on yedi tane. Hiç kaçırmadım. Len ben kaçırımıyım, kaçın kurasıyım. Eveli Allah attığım boşa gitmez. Hepsi de azılı domuz. Hiç yavru yok. Ah bir indirmesi kolay olsa da gavurlara götürseydim. Belki bir o kadarını da yaralı kaçırmışımdır.
Neyse dalgın dalgın gidiyordum ki, part diye çalının içinden dev gibi bir ayı çıkmasın mı? Atladı üstüme, hemen silahı kenara attım, güreşmeye başladım, bir elense attım, o anda ayağı da dikleşmesin mi? Uğraşır-ken altıma aldım. Baktım memelerinde süt var, yavrularına acıdım. Ağzını, burnundan aşağı geçirip, kan içinde koydum. Bir daha insana yanaşamayacak şekilde korkuttum. Öldürecektim ya yavruları gözümün önüne gerildi, salıverdim.
Diğer avcıların köpeklerinde bile iş yoktu. Benimki maşallah canavardı. Nerdeyse tavşanın, kekliğin, tilkinin ve domuzun kökünü kesecektim ama birazı kalsın diye düşündüm.
Palavra atıyo sanmayın ha hepsi gerçek. Çok maceralar yaşadım. Size yalan gibi geliyo ama kesinlikle yalan söylemiyorum. Hepsi dört dörtlük yaşadığım gerçekler. İsterseniz benimle giden avcıların isimlerini vereyim sorun. Ne kadar başarılı bir avcı olduğumu birde onlardan öğrenin”.
Eşi, çocukları ve dinlemeye gelenler ağızlarını dahi kapatmadan palavrayı canı gönülden dinliyorlar ve arada sırada “doğrudur” diye de destek veriyorlardı.
Ama dinleyenlerin hiç biri bu palavraları yutmuyordu, inanmış gibi gözükerek rol yapıyorlardı. O da kendine inanılmadığını biliyordu, yinede devam ediyordu.
“Yürüdükçe heyecanla ısındım, hiç üşümedim, dağa tırmandıkça rüzgâr azalıyordu. Nerdeyse otuz km yer dolaşmışım. Bakal, güvercinde çoktu ama ben silah sıkmaya tenezül etmedim. Yazık, onlar bu soğuklarda çok zayıf olurlar. Et ihtiyacımız mı var Allah’a şükür.”
Sıra rastladığı keklik sürüsünü anlatmaya geldi. “Uzun alana çıkınca keklik sürüsü havalanmasın mı? Hemen nerdeyse on metre, üstlerine basayazmışım. Yine atıvdım düştü, havadakilere atıvdım, dalda kaldı, atıvdım dereye düştü. Kuyruğunu gördüğüme saçmayı yapıştırdım. Evel Allah havada, karada üstüme avcı yok. Birkaç tanesi kanadı kırık oldu, kovalayarak tuttum. Hepsini topladım tam yirmi tane indirmişim. Hepsi kuzu gibi mübarekler. Zaten elli yüz kadar ancaydı, yarısını halletmişim. Bazılarını da kardan bulamadım her halde. Bazıları nı da köpeğim buldu. Toplantı yerine kasalalak vardım, arkadaşların hepside tabi hiçbir şey vuramamışlar, hepsine birer ikişer verdim, karısından korkanlara iki şer tabi.” Bu arada dinleyenler güldü.
Yavaş yavaş dinleyenleri uyku basmaya başladı, herkes evinin yolunu birer birer tuttu. Bu tür palavraları çok dinledikleri için karınları toktu ama olsun tazelemiş oldular. İnsanların bazen palavrada olsa dinlemeleri, söylemeleri, streslerini atmaları için iyi olur. Tüm hastalıkların başı o değil mi? Halil’in anlattıklarına hiçte şaşıran olmadı. Bari biraz gülerek boşaldılar. Günlük sıkıntılarının üstünü küllediler.
15/07/2007