- 968 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamdan Bir Kesit -1-
Oturmuş öylece beyninde geçmişe yolculuk yapıyordu. Unuttuğunu sandığı hatıraların birden gelip çöreklenmesi neyin sıkıntısı idi anlayamıyordu. Bu bedeninin ona belki de bir oyunu idi , yada sürecin kendinden bağımsız nasılda hızlı geçip gittiğine tanık olması sürüklemişti. Kim bilir belki de bir tebessümdü onu sürükleyen. kapattı sımsıkı gözlerini. Bir filmi izler gibi izliyordu anılarını, oysa daha erkendi anılara vakit ayıracak zaman için.
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
Sigarasını yakıp derin derin içine çekti. Ayakta duracak dermanı kendinde bulamadı, olduğu yere çöküp kaldı. Başını arkaya yaslayıp tavanı incelemeye başladı; beyaz kireç sürülmüş, ortasında sararmış kirli sarıya yakın aydınlık veren lambayı inceliyordu. Ne kadar yavan ve boş olduğunu düşündü.
Sigarasını söndürüp mutfağa gitti.
‘Hayır, dolabı açmayacağım.’ Diye düşünürken bakmamaya çalışıyordu o yana. Çıktı mutfaktan, Işığı yakmadı. Karanlıkta sandalyeye oturdu. ‘Hayır, dolabı açmayacağım…sigara içeceğim…’ Bir sigara daha yaktı, bir sigara daha .. dolabı unutmaya çalışıyor teslim olacağını bilerek o inanılmaz isteğe.
Birazdan telefon çalacak hissediyordu. Az kaldı , şimdi arayacak, şimdi..
Aniden kaçarcasına kendinden hızlı bir şekilde dolabı açtı ve kadehini doldurup bir dikişte bitirdi, bir daha. ‘Hayır üçüncüsünü içmeyeceğim.’
İçmedi. Telefon çalıyor, ‘ Cem arıyor ‘ yazısına uzun baktı, hala çalıyor..
-alo dedi, karşıdaki ses
-merhaba, diye yanıt verdi.
- Nasılsın?
- Kötü.
-Neden?
-Bilmem…
-Neden ‘ bilmem’?
ve suskunluk . Ne diyeceğini bilmemeler. Uzun uzun sustular. Sanki konuşuyormuş yada karşısındakini dinliyormuş gibi telefon kulağında bekliyordu.
- Biliyor musun…Seni çok özledim.
‘’Beni özlemiş! Beni özlemiş !!...beni düşünüyor, beni özlüyor.’ İçinden geçenlerdi bunlar . Suskunluktan sonra telefonu sessizce kapadı. Sandalyeye oturup karanlıkta ve düşünmeye başladı. Evet şimdi ne olacaktı, neler olacaktı? Hayatında neler değişecekti? Düşünmesi gerekiyordu.
Ya bundan sonra? Düşünemiyordu bundan sonra olacakları, olasılıkları. Gözlerinin buğulandığını hissetti , tutmadı kendini . ‘Hadi bir kadeh daha, ne çıkar sanki, yürekteki acıdan daha mı acı olacak bedeninin acısı.
Geç mi kalmıştı bu duyguları yaşamak için, yoksa zamansız mıydı? Doğru mu , yanlış mı ? Doğru ne idi , yanlış olan ne idi? Kafasında binlerce soru, yanıt, olasılık geçiyor, aciz bir çırpınış gibi oradan oraya sürüklüyordu beyni onu.
Öyle hızlı geçmişti ki yaşamı; çocukluğu, gençliği… fırtınalardan yara almamak için çırpınsa da yaşam bir rüzgar gibi yakalamış sürekli gölgesi gibi esmişti. Her fırtına esişinde sürüklenmeye karşı koymak zorunda kalmış, yakalamaya çalıştığı her dal elinde kalmıştı. Yaşamın bir adım gerisinden gidiyordu çocukluğunda . Gençliğinin asi yıllarında yaşamın önüne geçtiğini biliyordu, onun için belki de zamanın önünde yürümek, fark edilmesini engelliyordu geçen yılların.
Yaralarını mı onarmak istiyordu şimdi? Kadehini doldurdu, bedeninin kendini taşımayacağını hissediyordu. Alkolik değildi. Son zamanlarda kendini düşünme adına içiyor paylaşılmayacak yasaklı duyguları dışa vururcasına kendinden intikam alıyordu.
Yığıldı olduğu yere .
Sabah gözlerini açar açmaz pencereye koştu, perdeleri açtı sokağa baktı. Sanki onu görecekmiş gibi toy bir his içinde gülümsedi . Nasıl bir duyguydu bu ,öyle yabancıydı ki, şaşkınlıkta yaşıyordu. ‘Ne ya, bu tüm bedenimi saran anlatılmaz gariplikler…’ diye düşünüyordu.
Üzerine bir şeyler alıp dışarı çıkarak , yürümeye başladı sokaklarda amaçsız. Önünde tüm bir gün vardı daha.. yürüdü öylece Yağmurun yağdığını fark ettiğinde sırılsıklam olmuştu. Eve geldiğinde ise hava kararmıştı. İçeri girince lambayı yakmadı. dolabın içinden el yordamıyla kuru çamaşırlar çıkarıp ıslak giysilerini değişti. Salona gelip dışardan vuran loş ışığın gölgesiyle oturdu koltuğa, sigarasını yaktı. Islak saçlarını arkaya attı. Yanı başında duran telefona bakmaya başladı. Sabahtan beklememek için çıkmıştı dışarı zaman geçsin diye. Şimdi ise asırlar gibi uzun geliyordu telefonun çalmaması . Yüreği sıkışıyor, boğazına düğüm düğüm bir şeyler yığılıyordu.
Telefon çalmaya başlayınca yutkundu ve açtı:
- Merhaba
- nasılsın?
Sonra suskun konuştular sessizdi sözcükler.
-Sana bir şey itiraf edeyim mi? Dedi karşıdaki ses. Yüreği ağzına gelecekti sanki, nefes almadan dinlemeye başladı:
- Seni seviyorum.
-Ne! Bir daha söyle…
-Seni seviyorum..
-bir daha!
-Seni seviyorum..
-Bir daha…bir daha… Öyle çok tekrar edilmişti ki ne kadar zaman geçti fark edemediler.
Sonra telefonu sessizce kapadı. Bununla, bu sesle kalmak istiyordu. Bu iki sözcüğün inanılmaz büyüsüyle kalmak istiyordu.
Sevmek, bir insanı sevmek nasıl bir şeydi , nasıl bir duyguydu? Sevmek sözcüğü öyle çok tüketiliyordu ki hangisi gerçek, hangisi sanal, hangisi yalandı? Neydi sevmek?
İnsanı sevmek, doğayı sevmek, evreni sevmek , hayatı sevmek.. Ne çok düşünmüştü bu konuda . Koşulsuz sevmekten yana da. Doğayı koşulsuz seversin , evreni koşulsuz seversin, hayatı (bilerek yada bilmeden) koşulsuz seversin. Ya insanları? İnsanları koşulsuz sevmeyi başarabilir miyiz? Başaran var mıdır? Örneğin savaşta ölen karşı taraf gibi görünen insanlara da kendi tarafı(hoş neye göre taraf) gibi üzülebilmeyi başarmış mıdır?
Sevmek sözcüğünü dilediği gibi düşünmek istiyordu, istediği şekilde, anlamlandırarak…
Böyle kalmak istiyordu, o sözcüklerin sihirli havasıyla. Sindire , sindire kafasında tekrar görüntüleyerek.
Deniz kıyısında ilk yalnız kaldıklarında ağaçların perdelediği kumlarda oturmuş ay ışığının suya vurmuş sihirli güzelliğini izliyorlardı. Dalgalar usulca yalarken kumları, yaprakların hışırtısı bir şarkı gibi uzanıyordu öylece. Saatlerce büyülenmişcesine sessiz durmuşlardı. Bu kadar güzelliği bir arada ilk kez görüyordu, fark etmemişti daha önce. Ve yıldızına baktı , parlıyordu, hep aynı yerinde. Kim bilir kaç kişi tutmuştu “benim “diye .
- Benim yıldızım o
- O yıldız benimde , dedi. İkisi de gülmeye başladılar.
Onu tutup kendine çekti usulca alnından öptü.
- Bitecekse biter be Sonam yaşadığımız kadar yaşayalım.. ne kaybederiz.
Sımsıkı sarıldı ona , “hayır bitmemeli, daha başlamadı ki bitsin…yaşamadık ki … tartışmalarımız, kavgalarımız olmadı daha birbirimizi üzecek söz söylemedik, üzmedik, kırmadık birbirimizi.. bir gülü korur gibi kıyamadık ki, yaşamın gerçekleriyle kalmadık baş başa daha .. . acıkmayı, üşümeyi hissetmedik henüz. …“ diye düşünüyordu
Ona sımsıkı sarıldı . bırakmak istemiyordu.
Sessizce ayrıldılar, sabah olmak üzereydi. Bir dahaki görüşmelerinin gelmesini henüz ayrıldığı an yüreğindeki sızıyı , acıyı sarsılarak hissettiğinin farkına vardı.
Eve gelince sabah olmuştu. Yalnızlığına döndü, yine bir şafak daha yalnız doğuyordu..
Ertesi gün sahilde kumlara oturmuş gülümsüyorlardı.
-Ellerin hep kum oldu, deyip avuçlarının içine aldı ve usulca okşar gibi temizlemeye başladı.
Sihirli bir andı bu, göz göze geldiler ve ona sarıldı farkında olmadığı bir ruh haliyle. Bu tüm zamanların durduğu bir andı…dudaklarının sıcaklığını hissetti, elleri kenetlendi vücutları sarlandı. Bu nasıl bir şey, nasıl bir his, bunları bilmiyordu ve şimdi yaşıyordu, onun teninin kokusu tüm benliğini sarmıştı.ilk ellerin buluşması, ilk öpüşmesiydi
O gece eve geldiğinde o geceyi ilk öpüşme tarihi olarak yazmıştı . mutluluk ve aşk doluydu.
İçine sığdıramadığı bu inanılmaz insani duyguyu yaşamak, solumak, hayata dair her şeyi onunla paylaşmak istiyordu.
Onunla birlikte yaşamaya başladığında her günü önceki günden daha güzel, dolu doluydu. Öyle çok güzellikler sığdırmıştı ki bu kısacık zamana … onun gitme kararını duyunca kaldı öylece. Oysa daha yeni başlamıştı mutluluk çemberi . … birazda olsa incinmeleri olmalıydı, oysa tüm beynini elekten geçiriyor bulamıyordu…yoktu kötü olan bir an bile onunla beraberken. Ve sustu.
İçinde kopan fırtınaları , parçalanmışlıkları, haykırmadı. Yüreğin nasıl yetim bırakılmasına tanık oluyordu. Bir okyanusun ortasında yapayalnız bırakılıyor ve oradan susuz çöllere sürükleniyordu yalnız başına… beynini kemiren avazlarla kaldı .hiç konuşmadı. Giderken, elini zor kaldırdı, “güle güle” dedi iki sözcük sadece…
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
Gözlerini açtı birden biraz evvel hatırlanan tatlı anıların gölgesi kayboldu . boğazına düğümlenen bir şeyler, gözlerindeki buğu onu öylece bıraktı, kaldı. Gidip radyoyu açtı, halktan yana bir türkü söylüyordu unutmak istercesine kalkıp evin içinde yürümeye başladı. Bir kadeh içki koydu , bir dikişte bitirdi. İçindeki acıdan daha acı değildi içki.
bugün geriye baktığında uzun zaman geçmişti. Kitabını aldı eline okumaya başladı..
Ve ondan yana, hep o masal gibi geçen kısa ama dopdolu yaşamın bir ömrü doldurmasına tanıklık ediyordu yüreği.
.
deren bulut
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.