- 873 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KABADAYILIK DA GİTTİ ELDEN NETEKİM
Kentin ikinci derecedeki kalabalık caddesinde pusulasız ve rotasız öylesine yürürken, birbirine karışan ve birbiriyle yarışan binlerce sesin yoğrulduğu uğultunun arasında, öteki sesleri egale eden tanıdık ve ilginç bir ses, bir tespih şakırtısı çarptı ansızın şair dalgınlığıma…
Birden kafamı kaldırıp sesin geldiği yere ve kişiye baktığımda, şapkalı, şalvarlı yumurta topuklu pala bıyıklı irikıyım bir adamla karşılaşmayı beklerken, omzunda, okul çantası, gene aynı omzunda gitarı, sağ elinde iri taşlı ve albenili bir tespih bulunan ve tespihi şakır şakır sallayan bir genç kızla karşılaştım. İçimden “kadınların el atmadığı bir kabadayılık kalmıştı, onu da erkeklerin elinden alıyolar” diye söylenerek ve gülümseyerek cakayla yürüyen, kabadayı kızın ardından hayretle bakakaldım…
Bu manzarayı aşıp gene tuhaf duygularla yürürken, birden çocukluğumdan kalan o caddeler sokaklar ve insanlar canlanıverdi gözümde…
70’li yıllar, bir gün okumak için, köyden şehre inmiştim. Babamın ellerine sıkı sıkıya sarılarak ürkek ürkek gözlerle ve adımlarla gene aynı kentin aynı caddesinde yürüyordum…
Cadde ve sokaklarda, o zamanlar sayıları oldukça az kenarları kare kare süslü, tek tük taksiler, kırık dökük dolmuşlar, kamyonlar…
O zamanın evleri de çoğunluğu kerpiç ve ahşap, kapıları tokmaklı cumbalı evlerdi sadece nüfusun yoğun olduğu yerlerde apartmanlar, çok katlı iş hanları mevcuttu. Bırakın köyleri, şehirlerin bugünkü tabiriyle varoş yerlerinde bile elektrik enerjisi yoktu. İnsanlar günlük ihtiyaçlarını mütevazı bakkal dükkanlarında karşılıyorlardı. Bırakın bugünkü pek çok devasa marketleri, marketlerin adı bile yoktu… Manavlarda ise, şimdiki gibi, kivi, ayva, brokoli, Hindistan cevizi şöyle dursun, bazı manavlarda portakal ve mandalina bile bulunmazdı. Şeker, sigara, tüp gaz ve gaz yağı kuyrukları halkı adeta canından bezdirmişti…
O yıllarda cadde ve sokakları dolduran insanlara gelince, kendi halinde, mütevekkil, mütevazi, nazik ve azami derecede birbirine saygılı, yoksul, yoksun ama mutlu insanlardı…
Yüzlerde tebessüm, yüreklerde dobra dobra sevgi, kazançlarda bereket, eşlerde sadakat vardı.
Eski püskü de olsa tertemiz giysiler ve boyalı pırıl pırıl kunduralar giyilirdi…
Kadınlar öbek öbek büyük gruplar halinde bir yere toplanır, saatlerce neşeyle şen kahkahalarla söyleşirlerdi. İş sahası çok olduğu için erkeklerin çoğu özellikle kamuda çalışırdı…
Genç kızlar, maksi denilen tırnağa kadar uzun etekler giyerlerdi… İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde mini etekler yaygındı. Doğudaki muhafazakar illerde ise, maksi, midi etekleri ve fistanlar giyilirdi. Şimdi olduğu gibi kot pantolon saltanatı yoktu. Kızlar, televizyon, cep telefonu, internet vs. görsel teknolojik iletişim araçları olmadığı için, resimli cep fotoromanlar okurlardı habire… Hem öyle olur olmaz her yerde okuyamazlardı. Bu aşk hikayeli mini kitapları, ağabeylerinden ve babalarından gizli okurlardı… Genç kızların romanlardan başka, en popüler hobilerinden biri de radyo dinlemekti. Bugün olduğu gibi kentlerde ve kasabalarda öyle onlarca özel radyo istasyonu yoktu. Hatta özel radyonun adı sanı yoktu… O kızlar, sokaklarda yüksek sesle konuşmaz, fıkır fıkır gülmez, babasının yanında ayak ayaküstüne atmaz ve gene sokaklarda sigara içmezlerdi. Türkiye’nin sesi ve polis radyosu adlı radyoları dinlerlerdi. En sevilen sanatçılar Barış Manço, Nilüfer, Ajda Pekkan, Erkin Koray gibi bugün de popülerliğini koruyan sanatçılardı…
O zamanlar, pek çok müzik parçaları kaydeden kasetler ve cd ler yoktu. Sadece tek bir sarkı kaydı alabilen plaklar vardı… Eğlenip dans etmek isteyenler, taş plaklarda yankılanan birkaç dakikalık bir müzik sesiyle yetinmek durumundaydılar. Biten plakları ikide bir değiştirmek zorunda kalmak, gençleri adeta hayatından bezdirirdi. Derken bazı evler televizyonlarla tanıştılar. Günde birkaç saatlik siyah-beyaz yayın cana minnet bilinirdi. Salı günleri haberlerin ardından Türk filmleri yayınlanır, insanlar, hısım akrabaya konuk-komşuya doluşup çıt çıkarmadan huşuyla haftada sadece bir kez izlenme şansı bulunan filmleri seyrederlerdi. O zamanın deli kanlıları da, hakeza çok saygılı ve edeplilerdi. Kızların bırakın çantalarını kapıp kaçmak ve onların yanında sövüşmek, onlarla konuşup birşeyler sormak için bile dakikalarca hazırlık yapar, onlara nasıl hitap ederlerse daha uygun olur diye düşünür, ezilir büzülür, öyle konuşurlar yahut konuşmaya çalışırlardı… Sevgiler gerçek, ilişkiler çok doğal ve seviyeliydi… O günlerde gençler, oldukça geniş paçalı, İspanyol paça pantolonlar ve geniş yakalı gömlekler, ceketler, pardösüler ve paltolar giyerlerdi…
Yakalar rüzgarlarda, flamalar gibi hışır hışır dalgalanırdı… Uzun saç ve uzun favül bırakan gençlerin futbol, satranç, dama, kitap gibi eğlenceleri vardı. Nazik ve kibar gençlerdi; En hippi kılıklı olanlarında bile, terbiye, saygı, edep ve seviye vardı… Şimdi olduğu gibi en eften püften sebeplerden patlak veren taşlı sopalı ve silahlı kavgalar yoktu… O yıllarda, kavgalar, kargaşalar, kapkaçlar, kalleşlikler, bencillikler olmadığı gibi cadde ve sokaklarımızı istila eden İngilizce ve muhtelif ecnebi dillerinde çevremizi kirleten, tabelalar da yoktu…
Hele, o zamanlar, üçbeş kuruş uğruna yahut cehaleti sebebiyle, din değiştiren, Müslümanken Hıristiyan olan mürted ve nasipsizler hiç yoktu…
Sözlerimi o günlerin en popüler sanatçılarından biri olan, Erkin Koray’ın nefis bir şarkısının sözleriyle bağlayayım:
Cambaz olduk bak hepimiz,
İp üstünde kaderimiz,
Gülüyoruz hep çaresiz
Gün ola harman ola…
Yahut o güzel yılları ve günleri yadetmek babında; bir diğer şarkısının sözleriyle:
Öyle bir geçer zaman ki…
Dediğim aynıyla vaki…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.