- 697 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Nakşeden izler (anı roman 1)
Oldukça sıkıntılıydım! Hüznümden adeta solduğum bir sonbahar mevsimiydi.
Canlılığın muştusu olarak bilinen yeşil çimenler soluyor, ağaçlar,yapraklarını makus talihine boyun eğmiş bir eda ile, sarartıyor ve dalından bırakıyordu.
Patikalara dökülen ve serpilen yapraklar, damarlarımda dolaşan kanın ve soluduğum oksijenin, bir gün yetersiz olabileceğini anlatıyordu.
Yokluk sıkıntısını aşmak niyetiyle savaş verdiğim günlerdi! Böyle bunaltıcı zamanlarda ufkumun karardığını hissettiğim çok olmuştur.
Hayatı manalı yaşamak gayesiyle durmadan koştuğum ve bilinmeyenleri aşmak adına çırpındığım yorucu ve çileli yıllarımdı!
Çözüm bulmakta zorlandığım düşüncelerin, içimi kararttığı vakitlerde, ruhumu rahatlatacak şartları arardım.
Bulunduğum mekandan, uzaklaşmak istediğim zamanlar, gönlüm dost arar, meşk etmek arzulardı.
Yine efkarımın acımasızca, benliğimi kuşattığı bir gündeydim.
Üç ev ilerimizde kiracı olarak oturan ve inşaat işlerinde çalışan duvarcı ustası İbrahim vardı.
Ara sıra onu arardım, evinde ise ziyaretine giderek muhabbet ederdim.
Ustanın öyle bir çehresi vardı ki!
Yaşadığı yılların yorgunluğunu bakışlarından, tecrübesini tespitlerinden, gönül sıcaklığını, samimiyetinden anlıyordum.
Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü,beni her zaman rahatlatıyordu. Can dostum olmuştu,artık arkadaşımdı.
Yine böyle bir akşamda ziyaretine gittim. Kapıyı açtı,beni karşısında görünce sevindiğini fark ettim.
Geleceğimi tahmin ettiğini, çayı dahi demlediğini söyleyince, gözlerine hayretle baktım. İçimi okumuşçasına, gönlümün dost aradığını anlamışçasına, beni ziyadesiyle memnun ettiğini, içimde gizledim söylemedim.
Sohbet koyulaşıyor,sardıkça sarıyordu, şahsımda gördüğü hususiyetleri sıralıyor, övünçle bahsediyor beni utandırıyordu.
Birden yeni mahalle meydan camisinin hocasını, tanıyıp,tanımadığımı sordu ve peşinden ekledi.
Çok muhterem ve muttaki bir insan,özellikle tanımanı isterdim dedi.
Hayır tanımıyorum, hocalarla,camilerle yakınlığım pek yok, yıllardır istemeden soğudum. Yine sen anlat dinlerim hususiyetlerini dedim.
Neden camilere,hocalara uzaksın,diye aniden sorunca!
Biraz şaşırdım ve yutkundum.
Birden çocukluğumda aynı camide yaşamış olduğum ve yıllarca etkisinden kurtulamadığım, hicran dolu sırlarımı, içimden sökülerek alınan camii sevgisini, hüzünlenerek tekrar yaşamaya ve anlatmaya başladım.
Beş,altı yaşlarındaydım.
Annemden defalarca dinlediğim, fakat ne olduğunu bilmediğim, ama her zaman merak ettiğim;
Oğlum;senin göbeğini, meydan camisinin bahçesine gömdük.
Onun için sen ibadetlere ve mabetlere çok düşkünsün, bu yaşta ve gecenin zifiri karanlığında, sabah namazına camiye, gidiyorsun, aferin diyerek öper ve uğurlardı.
İşte içimde camiye karşı böyle ilgi ve sevgi varken, mahallemizde ki çocuklardan, bir grup olarak,beş,altı kişi, öğle namazına yakın bir zamanda, sure ve dua öğrenmeye gidiyorduk.
Suphaneke den başladık.
Fakat ezberlediğim halde (S) harfini, bir türlü hocanın istediği gibi çıkartamıyor,ezilip,büzülüyordum.
Diğer çocuklar (S) harfini, rahat bir şekilde çıkartıyorlardı.
Belki de onun için, hoca onlarla daha fazla ilgileniyor ve fark edilir derecede, şefkatli davranıyordu.
Arkadaşlar Hocam;
Mustafa duayı çok iyi biliyor, fakat dili peltek! olduğu için sizin istediğiniz gibi, söyleyemiyor dediler, ama nafile.
Hoca dilini düzeltene kadar git, düzeltince gel, o zaman okursun dedi ve camiyi terk etmemi söyledi. Öyle şaşırdım ki, bir şey söyleyemeden camiden çıktım ve ağlayarak,soluk soluğa eve geldim.
Kaskatı kesilmiştim.
İçimde fışkıran cami sevgisi, bir anda ve hiç istemediğim halde, yüreğimden sökülerek, haksız bir şekilde alındığından donup kaldım.
Yıllarca camilere olan ilgimi, sevgimi sakladım, bir sır olarak içime attım.
Müezzinin okuduğu ezan sesleri, kulağıma gelince, içim yanarak sırrımı hatırlar, acıyla terennüm eder, ezanı tekrarlar dururdum.
İşte bu nedenle, camilerle,hocalarla samimiyeti, yıllar önce kaybettim ve bir daha da kuramadım.
Ayaza,fırtınaya,doluya bakarak hislerimi sorguladım,göz yaşlarımı yıllarca hüzün içinde yudumladım.
İbrahim usta, can kulağı ile dinliyordu ve birden haykırdı; Allah kahretsin böyle insanları, nasıl hoca yaparlar böyle basiretsizleri dedi ve ekledi.
Yaşıyor mu o hoca diye, birden hışımla sordu? Hocanın ne durumda olduğunu, bilemiyorum, fakat oğlunun düğünlerde rakı içerek, şarkı söylediğini biliyorum dedim.
Peki usta neden sordun, meydan Camisinin hocasını tanıyıp tanımadığım merak ettim, anlat ta dinleyelim dedim.
İbrahim usta, inan bak samimi söylüyorum, seveceğin, saygı duyacağın ve çok hocadan,farklı yönü bulunan bir insan diyerek sözlerine başladı.
Ben hafızam da nakşetmiş bulunan hoca portresinden, farklı bir hoca profili duyunca, tabii olarak meraklanmıştım.
Duramadım, ustaya sordum; peki ne zaman tanıştın böyle bir insanla ve nasıl müspet kanaate vardın diye, hemen sordum.
İbrahim usta, anlatmaya başladı.
Bir cuma namazı için meydan camisine gitmiştim, tanıdıklarım hoca duvar ustası arıyordu, bizde senin ismini vermiştik, görüştünüz mü dediler.
Bende hayır henüz görüşmedik, fakat namazdan sonra konuşabiliriz dedim.
Cuma namazını kıldık, camiden çıkarken hoca, usta, müsaitsen tanışıp konuşalım diyerek koluma girdi ve söze başladı:
Evinin bahçe duvarının yapılacağını ve bir haftadır beni bulmaya çalıştığını, emeğimin hakkını fazlasıyla vereceğini ifade ederek, işi almamı ve hiç vakit kaybetmeden başlamamı söyledi.
Hocayı dinlerken süzüyordum, gönülden konuşuyor ve net ifadeler kullanıyordu, samimiyetten gelen sıcaklığı da etrafımı sarıyor, gönlümü ikna ediyordu.
Hoca o anda adeta içimi fethetti.
Etkilendim ve hiç tereddüt etmeden kabul ettim, hocam sen hiç merak etme hallederiz inşallah dedim.
Ertesi gün hoca efendi ile camide buluşarak evine gittik.
Kapının önünde taş yığınını, kumu, çimento paketlerini görünce,vakit geçirmeden ve yardımlaşarak hemen harcı kardık, bismillah diyerek duvar örme işene başladık, evellallah üç gün içinde duvarı ördük bitirdik.
Fakat bu üç gün içinde, o kadar sıcak ilgi ve samimiyet gördüm ki, şu zamana kadar hiçbir yerde görmediğim kadar!
Kendimi onlardan biri zannettim, üç,dört tane kızı,iki tanede oğlu vardı,hepside birbirinden edepli ve hizmetkardı. Kızları dışarıda bahçe kenarında, erken saatlerde halıya oturuyorlar,son derece hızlı ve istekli dokuyorlardı.
Her zaman önlerine bakıyor ve bana bir şey ikram ederlerken yüzleri kızarıyordu. Kendi aralarında konuşurlarken, seslerini hiç duyurmuyorlardı.
Düşündüm, benim kız kardeşlerim köyde yaşıyorlar, babam son derece sinirli,abilerimde ondan farksız, annemin ağzında dili yok,oldukça rahatlar.
Üstelik halıda dokumuyorlar, böyle olmasına rağmen; bacılarımın çemkiren, ukalâ, buyruk tutmaz ve şımarık birer huysuz kız, olmalarını anlaya bilmiş değilim diyerek, İbrahim usta biraz soluklandı ve sonra yine devam etti.
Bizim aile sevgiden, şefkatten,muhabbetten sanki bihaber, ahenksizlik hat safhada, asabiyet, adavet istemediğin kadar bol.
Fakat hoca efendinin ailesinde ve her nedense haddinden fazla huzur ve güven bulunuyor, bunun sebebi, hikmeti ne olabilir diye çok merak ederek düşündüm.
Sanki mutlak talimat verilmiş gibi, hiç aksatmadan sabah kahvaltısı, öğle yemeği, hemen arkasından çay ve meyveler.
Bu mükemmel düzen, ahenk ve eksilmeyen bereket, o kadar dikkatimi çekti ki; ey Allahr17;ım, sonsuz şükürler olsun diye hamd ettim.
Hoca efendi emeğimin karşılığını hiç ihmal etmedi, beklemediğim miktarda beni memnun etti.
Çalıştığım günlerde bana eşlik ederek, gönlümü sohbetleriyle zenginleştirdi.
İşte onun için; Allah bilir ki, seni sever ve sayarım, bulunmadığın ortamlarda her zaman seni örnek gösterir ve gıyabında muhabbetle yad eder, anarım.
İşte hocanın evinin duvarını örerken, hemen aklıma sen geldin ve keşke hocanın kızlarından birine talip olsa da, mutlu bir yuva kurmak nasip olsa, diyerek içimden geçirdim.
İşte onun için sordum sana; ne dersin,düşünmez misin böylesi şahit olduğum güzelliği, paylaşmak istemez misin diyerek yine bana sordu.
Sen daha layıksın böyle güzelliğe tek başına kalıyorsun, kendin için neden düşünmüyorsun, diyerek karşılık verdim.
Nerde bizde o şans, tek başıma karar vermem mümkün değil, çünkü bizim köy adetlerinde sıralama vardır.
Beklemek zorundasın,aksi davranış töreye karşı gelmek olarak anlaşılır, bunun bedelini ödemek, çok ağırdır düşünemezsin bile.
Sen kişilik ve karakter bakımından sevdiğim, muhabbet beslediğim bir kişi olarak, evinizin de tek oğlu bulunduğun için, senin ihya olmanı istedim dedi.
Böyle samimi bir itiraf karşısında ne diyeceğimi bir an bilemedim, hem sevindim, hem de şaşırdım, ne söyleyeceğimi düşünürken, açziyeti yaşadım.
Hemen toparlanıp bu sevgiye layık olmaya çalışacağım, teşekkür ederim, bahsettiğin aile hakikaten çok ilginç ve farklı bir yapıda hoş insanlarmış.
Allah hanelerinin bereketini ve kısmetlerini açık etsin, yaşantı bakımından maneviyat yönümü oldukça zayıf olarak görüyorum,o bakımdan kendimi bu aileye uygun görmüyorum.
Çünkü; aramızda yaşantı ve anlayış farkı oldukça fazla, ayrı dünyalarda yaşıyoruz diyebilirim.
Ayrıca içimde bulunan manevi boşluk hat safhada, bizlere zor kısmet olur, böylesi güzellikler, hayırlısı olsun diyerek mevzuu kapattım.
O akşam; enteresandır ama rahatlamış bir keyifle ve dalaştım, efkarımı dağıtmış ve mutlu olarak İbrahimr17;e teşekkür ederek ayrıldım.
Doğruca hızlı adımlarla evimize geldim.
Gönlümün sevincini, paylaşmak istiyordum,ama kiminle!
Ne yazık ki; yine sinemin derinliğine serpiştirdim.
O yıllara kadar, nasıl çalışarak okudum ise,yine çalışıyor ve okuyordum,sanat okulunun metal işleri bölümünde ikinci sınıfına devam ediyordum.
Ne hikmetse annem, sürekli evlenmemi isteyerek,oğlum ölmeden önce mürüvvetini göreyim diyerek beni her zaman sıkıştırıyordu.
Kendi ölçeğine göre,kızlara bakıyor,gözüne kestirdiği bir kızı görünce,bana dahi sormadan, kendi kendine karar veriyor ve gereğini yapmaya çalışıyordu.
Eve geldiğim her fırsatta,akrabalarımızla,mahalle komşularımızla, ne zaman bir araya gelsek bu mevzuyu açıyor ve kendine mutlaka bir destek arıyordu.
Önceleri utanıyordum, zamanla sıkıldım, bıktım, ve annemi kırmadan izah etmeye çalışıyordum, fakat nafile çünkü annem biran önce netice almak istiyordu.
Usul hatasında bulunuyor ve farkında olmadan beni üzüyordu.
Anne şu anda evlenmeyi düşünmüyorum,düşündüğüm şartların oluşması lazım;
ısrarcı olmayın,diyerek, gönlünü almaya çalışıyordum.
Ama gayretlerim maalesef nafileydi, annem bildiğini okumaya devam ediyor, yılmıyor ve yorulma bilmiyordu.
Güneş ile Karr17;ın uyuşmazlığı her ne ise, bende annemle o kadar farklı yapılarda insanlardık,bunu ben biliyordum fakat,annem anlayamıyor,veya anlamak istemiyordu.
Ama annem yılmıyordu kafaya koymuştu bir kez, mahallemizden, akrabalarımızdan, tespit ettiği kızların özelliklerini,güzelliklerini bana anlatıyordu.
Her birini de çok methediyordu,bununla da yetinmiyor,ayrıca gönlümü ikna etmeye çalışıyordu,bir anne olarak belki de haklıydı.
Her nasılsa kızları bir şekilde tespit ederek, annesi ile birlikte evimize davet ediyor ve gelmelerini sağlıyordu,bu manada benimde yakından ilgilenmemi ve daha duyarlı olmamı istiyordu.
Tabi olarak içimden gelmiyordu,onun için daha çok canım sıkılıyor ve kaçacak bir yer arıyordum,yeni konuklar gelmişler ise,hoş geldiniz diyerek hemen,diğer odaya geçiyordum.
Artık evimiz benim için, sıkıcı gelmeye başlamıştı,ben neler düşünüyordum, fakat zavallı annem dağarcığındaki hayaliyle karar veriyor yaşıyor ve kendini avutmaya devam ediyordu.
Yine benzer günlerin birinde,misafirler gelmişler,hoş geldiniz,dilerim iyisinizdir diyerek,müsaade isteyip hemen odama geçtim.
Bir müddet sonra odamın kapısı vuruldu,yine annem zannederek, anne müsait değilim, çalışıyorum dedim.
Fakat kapı açıldı, baktım ki gelen misafirlerin kızı,çok doğal bir tavırla bulunduğum odaya girdi.
Annesi olduğu halde,hiç çekinmeden ben senin için gelmiştim,birlikte oturalım mı şayet sakıncası yoksa,konuşur sohbet ederiz ne dersin demesin mi!
O kadar çok şaşırmıştım ki,fakat belli etmem uygun olmazdı, oturun siz bilirsiniz, fakat derslerim çok fazla sizinle hiç ilgilenemem gücenmez sıkılmaz iseniz buyurun oturun, nasıl olsa oda müsait,oturacak yerde var, diyebildim.
Senin yanında olmam, benim için yeterli bir sebep,kesinlikle sıkılmam demez mi! hoppala diyerek hayıflandım tabi birazda üzüldüm. Zira bu kadar samimiyetin, gerekçesi ne olabilirdi,niçin gerekliydi demek zorunda kaldım,fakat belli etmemeye çalıştım.
Aman Allahr17;ım bu nasıl iş,aman Mustafa durum kritik,bir bahane bul hemen sıvış,haydi hiç durma topluma karış diye, içimden geçirdim, saatime birkaç kez baktım,hemen hatırladım ki,kara Mehmetr17;le buluşup dolaşacaktık.
Hayırdır niçin saatine çok bakıyorsun,benden kaçmak için, bahanemi arıyorsun demez mi, kızcağız!
Kusura kalmayın,anlayışlı olduğunuz belli oluyor,sizinle oturmak çok keyifliydi, ama arkadaşımı bekletmek istemiyorum, siz sanırım annemi ziyarete gelmiştiniz, bir insanı bekletmek hoş bir davranış olmaz değil mi, diyerek müsaade istedim ve arkama dahi bakmadan ayrıldım.
Ayrılırken annemin yüzünü bir görmeliydiniz!
Şaşkınlık,kızgınlık,kırgınlık hepsi mevcuttu.
Fakat hiç önemli değildi, çünkü, bunların hepsi benden sakıttı, demlediği çayı hışımla,bir solukta midesine akıttığını, tahmin ediyorum.
Böylelikle bir badireden, zorda olsa kurtuluyordum.
Evimizden uzaklaştıkça annem aklıma geliyordu ve gülmekten kendimi alamıyordum,eve dönünce annemle yaşayacağım finali, çekinerek bekliyordum ve maalesef böyle atlatıyordum o sıkıntılı günleri.
Okul dışında,çalıştığım iş yerinde müsait zamanlarda,bulduğum her boşlukta, okumaya çalışıyor, araştırıyor, yeni çevreler, ediniyordum.
Yalnızlığımda sürekli düşünüyor, gecelere dost gözüyle efkarımı açıyordum, mehtaba sırlarımı anlatacağım diye,soluk soluğa kalıyordum.
Hayatımda; yaşadığım tüm gerçekleri, izlerini taşıyarak tecrübe ediniyor,sabırla bileniyor, sebatla azmediyor, metanet ikliminde, filizlenerek kendimi yetişiyordum.
Hayatın kendisi için,bilinçsizce harcadığım, boş zamanlarımı düşünüyor, hayıflanıyor ve acısının iliklerime kadar, nufus ettiğini biliyordum.
Gayenin olmadığı,hafızanın mesnetli bilgilerle dolmadığı, kalbin ihtiyacı olan, sevgi ve şefkate doymadığı,itminanlık bulmadığı her an meşkuk tur.
Bilinçsiz bir yaşayış ne kadar,karanlık ve manasız ise,bunların farkına varmakta, bir o kadar doyumsuz ve berrak oluyordu.
Farkı yakalayan, keyifle haz alıyor,içi sevinç doluyor,farkına varamayan için, değişen bir şey olmuyor,her şeye Fransız kalıyordu.
Kara Mehmetr17;i anmışken; fazla esmer olması sebebiyle, isminin ön takısı olan (kara)deyimi, arkadaşlar tarafından eklenmişti,yoksa Mehmet Muçhan olarak bilinirdi.
Son derece muzip, oldukça duygulu, araştırmayı seven, mesnetli bilgileri kuşanmış, kalender karakterli, güler yüzlü, alçak gönüllü, gür saçlı, kalın kara kaşlı, nazik tatlı dilli, hoş bir insan olmasının yanı sıra.
Yokluğu her zaman yaşamış, lakin şikayetçi olmamış sinesinde gizlemiş,yaşayış tarzı onu çok tutumlu yapmış,aldığı aile terbiyesi özellikle imam hatip ve ilahiyat kökenli olması nedeni ile;
Yıllarca kızlara olan uzaklığı,yüreğinde derin yaralar açmış, ama fırsatını bulup bir türlü açılamamış,zaman içinde bu tecrübe edilmemiş,bakir kalan duygular, kişiliğinde derin yaralar açmış, bu bakımdan zafiyetler oluşturmuş.
Kendini cezbeden, yetişkin tanıdık bir kızla karşılaştığı zaman,çok farklı bir insan olur,yerinde duramaz adete coşardı, konuştukça kendini alamaz,kızla ilgili merak ettiği ne varsa,ardı ardına sorular sorarak, hep anardı.
Bende, son derece doğal karşılayıp,anlamaya çalışırken,yüreğini kuşatan duyguların,derin izlerini rahatlıkla görebiliyor,çoğu zaman üzülüyor,bazen de kararsızlığı yüzünden kızıyordum.
Evlerindeki;kendine ait yalnızlığını her zaman görüyor ve hassas bir kişiliğe sahip olduğundan,kitaplarının arasında kayboluyor, yanlış anlaşılmaktan korkarak, dertlerini paylaşamıyor,aile dayanışmasından mahrum kalıyordu.
Her uğradığımda evlerine çok kısa bir zaman otururdum, öyle gerekiyordu, ortam müsait olmuyordu ve daha sonra birlikte ayrılarak mekan değiştirir, sokakları adımlayarak, caddelerin derinliğine dalardık.
Müşterek bir hedef doğrultusunda yol almanın heyecanını haz alarak,yaşayarak sıkıntılarımızı paylaşır,oldukça keyif alırdık,vakit ne çabuk geçmiş pek anlamazdık.
Dini konulardan uzak kalmam ve bilgisiz olmam nedeniyle, sorduğum soruların cevaplarını içimdeki boşluğun derinliğini bildiğim için, kanarcasına pür dikkat kesilerek dinliyor, hasretle deruhte etmeye çalışarak, bilmediklerimi dost arkadaşım Mehmet Muchan dan öğrenmeye gayret gösteriyordum.
Çünkü beyhude geçirdiğim,onca yılların içimdeki engin bir denizin hırçın dalgaları arsında,gecenin zifiri karanlığında şimşeklerin çakmasıyla bir ferahlık getireceği umuduyla aydınlık için,kurtuluşa koşmam gerekiyordu.
Zaman denen mefhum dur durak bilmiyordu,akıp gidiyordu,görevlendirildiği hedefine doğru, tereddüt etmeden, acaba demeden, yılmadan, yorulmadan,yeter artık diye söylenmeden.
Hasret kalmışçasına,yüreği yanarcasına,sevgiliye koşarcasına, kaygılardan, zanlardan sıyrılmış bir şekilde.
Emin olmanın hazzını yaşayarak,vakarında tevazuu kuşanmış bir eda ile, bilinmeyenlerden uzak iklimlerde,gizemleri sunarak, akıp gidiyor.
Giderken de, hayatımızdan harf,hece, kelime ve mısraların, anlam bütünlüğündeki, satır aralarını, düşünme fırsatı olarak sunuyordu.
Romanlardan kahramanını buluyor ve seçercesine alıp götürüyor, dolayısıyla bizzat kendisi, romanların konusu oluyordu, her şeyin anlamını bulduğu bir zaman diliminde.
Sanat okulu son sınıfında,okumaya çalışırken,öğrenci hareketleri,hat safhaya gelmiş,sınıflarda derslerin yerini, çoğu zaman,olaylar ve konuları almıştı.
Bulaşmadan,dalaşmadan,kokuşmadan,üç,beş arkadaş kenetlenip,aynı hedef doğrultusunda yoğunlaşmış,istikbale bakıyorduk.
Tereddütlerin başını aldığı,belirsizliklerin haddini aştığı günlerin sıkıntısı, hat safhaya gelmiş,her gün olay,baskın,polis kovalaması alıp başını gidiyordu.
Okul çıkışlarında dava birliğinin sağlanması adına,zorla fatih derneğine götürülmek istenmemiz, bizim acilen çözüm bulmamızı gerektiriyordu.
Zira,son senemiz olduğu için,mefkureci öğretmenler derneğine giderek, üniversite imtihanına hazırlık için kursa başlamıştık bila bedel.
Sınıf ve kurs arkadaşım Mustafa;son derece sakin,oldukça mülayim, ufku açık, sevgi dolu,esnaf kültürünü kuşanmış,yokluğunda aranan,özlenen güzel huylu, hayır öğütlü bir arkadaşımdı.
Yani parantezi biraz daha açacak olursak,özetle;
O da benim gibi yıllarca,en doğal hakkı olan,baba şevkatinden,ilgi ve desteğinden mahrum kalmış, en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile,onu yanında bulamamış maalesef.
Sevgili annesi her zaman, bu boşluğu doldurmaya çalışmış,dolayısıyla en annesi Mustafar17;nın en yakın dost ve dert ortağı olmuş,
Fakat çocuğun gönlünde oluşan ve beklenen, babanın hal,tavır,nasihat,muhabbet ve cesaret boşluğunu hiçbir zaman anne dolduramaz.
Sevgili dedesi ve anneannesi,engin tecrübeleriyle,çocuk psikolojisini özümsemiş, bir mürebbi vakarıyla,Mustafar17;nın yetişmesinde, en temel mihenk taşları olmuşlar,sabrı,sadakati ve kanaati ihmal etmeden zihnine yerleştirmişler.
Amcası Hacı efendi de;babasının iş ortağı olarak, Net kuru temizleme ismindeki, mütevazı dükkanlarında,başlarında bulunmuş,bilgisi,becerisi nispetinde yardımcıları ve hamisi olmuş.
Mustafar17;nın esnaf kültürünü kuşanmasında,insanları yakından tanımasında, tecrübe kazanmasında,katkıda bulunmuştur.
Mustafar17;nın kişiliğinin oluşmasında,katkısı olanlar,kimlik sorununu aşmış,hayatı anlamış, kimselerden olmaları gerekir ki;
Genç, fidan gibi, gönlü açık, sahavetli, hayırlı işlerle iştigal eden,kötülüklere bulaşmayan,şerden her zaman uzak kalmayı başaran, vatana ve millete hizmet etmeye duyarlı, hassas,duygusal,edebi yönü fark edilen,
Toplum tarafından kabul gören ve teveccüh gösterilen,gıyabında hayırla yad edilen,duyarlı ve haklı olduğu konularda, metaneti, şecaati ve sabrı bir solukta terennüm eden,
Herkese bizim Mustafa Yalçın dedirten ve fakat; insanlar tarafından çok zor başarılan,bir vizyonu hak ederek, sergilemenin huzurunu,her an şükrederek yaşıyor olmalı.
İşte aynı sınıfta yan yana otururken, dedim ki Mustafa ya; her gün böyle olmayacak,bir şeyler yapmamız lazım,inisiyatif kullanmak durumundayız.
Oda tamam ama ne yapabiliriz deyince,o zaman seyret dedim ve sınıfta ayağa kalkarak, öğretmenin henüz gelmediği bir vakitte masasının arkasına geçip,masaya sert bir şekilde vurarak dikkatleri üzerime çektim.
Herkesin bana baktığından emin olunca,arkadaşlar şu andan itibaren, bu sınıfın başkanı ve sorunlusu benim,itirazı olan varsa,şayet yüreği yetiyorsa beni okul çıkısında, kapıda beklesin görüşelim dedim.
Sınıftaki arkadaşları süzdüm,bir dakika kadar bekledim, hiç bir ses çıkmayınca başkanlığı otomatikman üstlendim.
O günden sonra okul çıkışlarında,mazereti olan her arkadaşa izin veriyor ve istekli olan arkadaşları,fatih derneğine götürüyor,mana ve maksatlarını öğrenmeye dolayısıyla anlamaya çalışıyordum.
Biraz devam ederek,kuvvet dengesinin kaynağını bulmaya ve şahsımda oluşturmağa çalışıyordum,bu ara Mustafar17;yı rahatlıkla kursa gönderiyor ve benim içinde not almasını söylüyordum.
Günlerden Cuma idi,o gün birkaç ders önemsiz olduğu için,evde yarım kalan işlerimi yapmak niyetiyle sınıftan ayrıldım.
Okulun kapısından çıktım giderken,okul duvarında oturan bir kaç arkadaşı gördüm,selam vererek,ne yapıyorsunuz burada diye hatırlarını sordum.
İçlerinden Yozgatlı Abdullah, bugün komünistler okulu basacaklarmış, bizler de arkadaşları toplamaya çalışıyorduk,sen nereye gidiyorsun,haberin yok mu diye sordu.
Benim haberim yok,her zaman olduğu gibi palavradır inanmayın dedim.
Abdullah inan ki bak gerçekten basacaklarmış, haber doğru deyince, ben inanmıyorum, işlerim yoğun olduğu için gidiyorum dedim.
Ayağa kalkarak koluma girdiler,ısrarla omuzlarıma ellerini koydular.
Gardaş;eğer sende gidersen, bizim yapacağımız bir şey kalmıyor,bur da kalmamız manasız,çünkü bizim güvendiğimiz insan sensin.
Eğer sende gidersen ne diye bekleyelim, bizde çekip gidelim, yoksa sadece dayak yeriz,ama sen kalırsan okulu kurtarırız dediler bir solukta.
Baktım ki oldukça ciddiler,yapacak bir şey kalmadı,istemediğim halde, kalmak zorunda hissettim kendimi,madem ki öyle tamam kalıyorum dedim.
O zaman burada beklemeyelim, okulun içine girelim de,etrafa bakalım dedim, ve okul bahçesinde ilerleyerek idari binaya yaklaşıyorduk.
Bir grubu okulun yan tarafında toplu halde bekliyor olarak fark ettik,baktık ki takriben, yirmi beş, otuz kişilik sol grup, tabi olarak karşılaştık,yanlarından geçerken Abdullah, karşı gruptakilere ne bakıyorsunuz lan, oros...çocukları demezmi.
Ortalık öyle karıştı ki, bir anda vuran vurana,bizim sayımız onların beşte biri,bir ara Abdullahr17;ın ensesine yönelen, bıçak darbesini fark ettim.
Oğlanın bıçak tutan bileğini, öyle bir yakaladım ki,kolumu kırıldı,parmaklarımı bilemiyorum,bağırarak yere yattı,kıvranıyordu.
O an şaşkınlık içinde, savunma yaparken,kulağıma öyle bir taş geldi ki, feleğimi şaşırdım,gözümün önünde şimşekler çaktı,elimi kulağıma attım bir baktım ki, ılık bir kan,gözüme çarptı işte o zaman şuurum bozuldu ve tepem attı.
Artık haleti ruhu yem bozulmuştu, önüme kim gelirse gözüm görmüyor,vurdukça vuruyordum,baktım ki önümde kimse kalmamış.
Karşı sol grup, idari binaya kaçmış, öyle bir haleti ruha sahiptim ki,o kapıyı zorluyor içeriye girerek,takatim bitene kadar vuracaktım.
Kapıyı açamadım,döndüm arkama baktım ki ne göreyim,bizim adamlarımız diye bildiğimiz öğrenciler,okulun bahçe duvarının dışında,rast gele taş atıyorlar.
Daha çok canım sıkıldı,lan ****ler dövüş meydanını bırakıp ta, neden idari binaya taş atıyorsunuz,binalar ne zamandan belli, komünist oldular,diye bağırdım.
Epey bir vakit geçtikten sonra, ekipler halinde polisler geldi.
Tabi ki bu ara kaçanlar kaçtı,ben kaçmamıştım,üç kişi polislerle gelip, benden davacı olduklarını söylediler,her taraflarında darp izleri mevcuttu.
Polislere bunları tanımadığımı,sınıf başkanı olduğum için,sınıf defterini teslim ettim ve merasim için burada beklemekteyim dedim.
Bazı yerlerimde bulunan kan izlerini sordular,top oynadığımız için farkında olmadığımı söyledim,fakat şikayetçi olanlar, ısrarla davacı olduklarını söylediler.
Polisler artık yapacağımız bir şey yok,darp izleri ve şikayetçide çok, karakola götüreceğiz seni dediler.
O an içimi burukluk sardı ve gariplik hissiyatının hakim olduğu fırtına içimi sızlattı, fakat yapacağım hiç bir şey yoktu.
Ekip aracına binerek karakola doğru ekip otosu hareket ettiğinde görebildiğim her kez bana bakıyordu.
Nihayet karakola gelmiştik.
Davacı olan fakat, benim tanımadığım öğrenciler şikayetlerini dile getirip,polise yazdırdılar, üçü birden rapor almak için hasta haneye koştular.
Bana bir şeyler sordular,cevap verdim dinlediler,yazdılar fakat ne yazdılar bilmiyorum okuma fırsatını vermeden hemen imzalamamı söylediler,imzaladım.
Yarın mahkemeye götürülmek üzere,saat 17.45 civarında mahkeme saatine kadar nezarete bekleyeceğimi söyleyerek bu gün kendilerinin misafiri olacağımı ve kalacağım mekan olarak nezareti gösterdiler,içeriye girerek üzerime kapıyı killediler.
Nezarete girdim,acayip bir koku,her taraf pislik içinde,demir parmaklıklar var, fakat camları kırık,ayaz,rüzgar,kar savruluyor,soğuk mu hat safhada.
Üç tane çocuk yaşta hırsız yakalamışlar,yüzleri donuk,yere uzanmış yatıyorlar, sanki orada devamlı konuk, yer yok ki oturacak, alalım bir soluk,saatlerce dikildik durduk, tabii bu arada da haylice solduk.
Saat 23.45 i gösteriyordu,gelen giden çok, ama göstermiyorlar ki bilelim, soran hangi konuk.
En çok kahrolduğum konu,bir garip babam ve sevgili annem hiç istemediğim halde başıma gelen bu olayı öğrenince çok üzüleceklerdi,beni en çok yıpratan buydu.
Karnım acıkmıştı, polisler hışımla yiyorlardı, ikramda bulunmak ne demek, bir sokum azık, saatler geçmiyor,göz kapaklarım kapanıyor, aç ve susuz beklemekten olduk adeta bir kazık.
Saat 03.35 i gösteriyordu sesler geldi, göründü mırıldanan,göbeğinden gömleğinin çıktığını fark etmeyen, profili bozuk orta yaş bir polis.
Kapıyı açtı baktı, aniden copunu çıkartıp, hasret kalmış gibi, hırsızlara saldırdı, çocuk yaşlarda,çelimsiz perişan halleri vardı,on üç,on beş yaşlarında görünüyorlardı, hızını alamamış olmalı ki polis,yetmedi tekme,tokat neresine gelirse hiç acımadan vuruyor ve birde soluyordu.
Uykulu gözlerim, bir anda fal taşı gibi açıldı,hislerim donup kaldı,bir insan böyle mi dövülürmüş meğer, şaşırdım,sarsıldım ,donup kalakaldım ve sadece baktım.
Polis ihtiyacı olan sporu her halde yaptı ki,hıncını içesiye aldı,çocuklar kan revan içinde kaldı,polis yere düşen copunu eğildi aldı ve başını kaldırarak bana manalı bir şekilde baktı.
Adımlayarak yaklaştı,copunu havaya kaldırıp, iki eliyle kıvırdı,baktım ki niyeti bozuk üzerime indirmeden copu, kolumu kaldırıp haykırdım,sakın ha dedim.
Şaşırdı kaldı, gözlerime bakıyordu,devam ettim,benim hiç suçum olmadığı halde,bura da bulunuyor ve mahkemeyi bekliyorum dedim.
Suçlu olmadığım kesin,eğer vuracak olursan, sakın unutma,seni mutlaka bulurum,bulamazsam eğer, karını,çocuğunu bulurum, perişan ederim bunu hiç unutma dedim.
Polis deli misin,dangalak mısın başıma bela olma diyerek,arkasını dönüp kafasını salladı,nezaretten ayrıldı, kapıyı kilitleyip gözden kayboldu.
Sabah saat 10.30 olmuştu,kapı açıldı,dışarıya çıktık,dünya varmış diye içimden geçirdim,bir yudum su içtim.
Bir müddet sonra mahkemeye çıkmak için ekip otosuna bindik ve adliye binasının yolunu takip ederek,kısa bir zaman sonra duruşma yapılacak mekana çıkmadan polis noktasında bekledik ve nihayet kapıya geldik.
Hakim; kumral saçlı,faulleri uzun,oldukça iri, fakat içi geçmiş,bana bakan,fakat boş gözlerle aranan,muhakeme yapacak mecali bulunmayan, mat birine benziyordu.
Bana hiç bir soru sormadı,dinlemedi,şöyle bir baktı,eliyle polislere çıkın der gibi, işaret yaptı ve mahkemeden ayrıldık.
Merakla bekliyordum sonuç ne oldu diye,sağ olsun polisin biri sıkıntımı anlamış olmalı ki,
Evinize gideceğiz,yatak,yorgan ve cezaevi ihtiyaçlarını alacağız deyince, tepemden sanki sıcak sular döküldü, bir anda aktı ve ayaklarıma indi.
İçimden bu nasıl bir hakim olmalı ki;hiç soru sormadan,söz hakkı vermeden,bir öğrenciyi ceza evine gönderiyor,diyerek hayıflandım,sarsıldım,düşünmekten kendimi alamadım.
Hukukun üstünlüğü bumu diyerek,hukuktan anlamayan biri olarak, hukuksuzluğun acısını,ilklerime kadar o an yaşamak zorunda kaldım ve anladım.
Senin Şeriatçı olduğuna dair şüphelerimiz var,aldığımız duyumlar da bu kanaatimizi doğruladı. Evimize uğradık,annemin şaşkın,üzgün,çaresiz bakışları eşliğinde,gerekli olan levazımı aldık.
Şaşkın ve biçare olarak annemle,babamla vedalaşarak,onlara metin olmalarını söyleyerek hüzünle ayrıldık,cezaevine doğru yol aldık ve nihayet cezaevine vardık.
Kapıdaki görevliler,şöyle bir baktılar,sağcı mısın, solcu musun diye soru sordular, sağcıyım dedim.
İyi o zaman senin saçlarını, tıraş etmeyelim diyerek kendilerince lütufta bulundular ve gardiyanların refakati ile, doğruca koğuşa yolladılar.
Kapılar açıldı,içerdekiler haber almışlar bekliyorlardı,geçmiş olsun diyerek bana sarılıp,kucaklaşıyorlardı.
Basık,sıkıcı,gün ışığından uzak bir mekan,odalar dar, sıkıştırılmış ikili ranzalar, herkesin gözünde muğlak bakışlar,çok değişik ve çarpık inanışlar,sanki her şey iç içe girmiş bir vaziyeti gözlemledim.
Efkarım dağınık,keyfim kaçık,sıkıntılarım,asabiyetim hadsiz ve açık,durumun ciddiyetini anlayanlar,hemen etrafımı boşalttılar, ihtiyacımı sordular.
Vakit daraldı ikindi namazımı kılamadım,şu duvarlardaki sembol resimleri uygun bir yere kaldırın da,kıbleye yönelip namaza duralım.
Saf,katkısız,berrak,olsun ki kıble gahımız,durunca namaza, dünya ve dertlerinden arınmış olarak,öyle bir namaz kılalım ki, kendimize gelip, sabır ve metaneti kuşanalım dedim.
Tam otuz dört gün tutuklu kaldım,Allahr17;ın izni ile Kurr17;anı Kerim öğrettim,otuz üç kişinin namaza, başlamasına vesile oldum.
Çoğu zaman cemaatle kılıyorduk,kendim sürekli kitap okuyordum,din, devlet, halk bütünlüğünün,maksatlı olarak tahrip edildiğini, basit bir şekilde yozlaştırıldığını hazmedemiyordum.
Entrika ve desiselerin odağında bulunan, çıkar çevrelerinin,milleti ve devleti işbirlikçileri ile nasıl perişan ve tarumar ettiklerini, düşünüyor,analizler yapmaya çalışıyordum.
Tutuklu kaldığım günlerde,idamlık,müebbetlik mahkumların,yalakaları tarafından ezilmek,emir uşağı edilmek istendim.
Reddettim;güreşmek bahanesi ile alt etmek istediler,becerip yenemediler, değişik oyunlar sergilediler, imtihan edip sorguladılar, ama tüm koğuşun önünde rezil oldular.
Davalarına ulaşmak için her şeyi göze alan ve meşru sayan,akıl ve izanı,çoğu zaman nefsi ve enaniyetiyle karıştıran,bu ahmak grupları;
Sonunda bölüp,parçalamak,güçsüz bırakmak için çıkar yol buldular, bana, sen Kurr17;an la çok ilgilisin,bizlerde Müslümanr17;ız ama,senin gibi düşünmüyoruz diyerek.
Ve şu andan itibaren seni, yeşil komünist olarak tanıyacağız ve öyle bileceğiz dediler.
Bu kanaate nasıl varmışlar biliyor musunuz?
Takriben beş ay önce, fuarda bulunan çay bahçesinde buluşmak üzere, fatih dernek başkanı ve yönetiminde bulunan üç arkadaşı beni ve arkadaşım Mustafar17;yı davet etmişlerdi. Hakkımızda neler duymuşlarsa!
Konuşalım,tanışalım diyorlarmış.
Bize bu teklifi, bizim sınıfımızda bulunan Mustafa Saccıoğlu getirmişti,bizde tereddüt etmeden kabul ettik.
Maksat konuşmak ve tanışmak değil miydi,bizim için hiçbir sakıncası bulunmuyordu.
Bizler düşünce olarak sorunları konuşarak, karşı tarafı dinlemeyi bilerek, şiddet ve adavetten uzak kalarak, meselelerin çözüleceğine inanıyorduk.
Nihayet buluşmuştuk,başkan olan arkadaş,yüz hatlarında yorgunluğu, bakışlarında ön yargıyı barındırıyordu ve varlıklı bir aileye mensup olduğu fark ediliyordu ismi de Fatihti.
Diğer arkadaşları da maddi açıdan aynı düzeyde sayılabilecek,kolejde okumuş, çok bilmiş, aşağılayıcı tavırları ön plana çıkan,oldukça şımarık kişilerden oluşuyordu.
Dördü de Kayseriliymiş, fakat ben hem şehirlileri olarak, onların serkeş, kıvıran, birbirlerine aşırı sulu davranan, üslup ve tavırlarına şahit olunca!
Zengin bir ailenin çocuğu olmadığıma şükrettim ve Kayserili olmaktan haylice utandım.
Bizim fikir ve kanaatlerimizi biliyorlarmış, o nedenlerle kurgulu gelmişler.
Hal hatır sorduktan sonra, hemen mevzuu, milliyetçiliğe getirdiler ve hararetli bir şekilde, hiç fırsat vermeden, peş peşe sordukları sorularla, paniklememizi temin ederek, tesir altında kalmamızı istiyorlardı.
Hoş görü, nezaket ve muhabbet maalesef, ahmaklığın ve adavetin olduğu mekanlarda bulunmazlar, fakat bu değerler onları hiç bağlamıyordu.
Sordukları sorulardan bir tanesi bile seviyelerinin, şartlanmış olmalarının, akıl ve idraklerinin askıya alındığının, ip uçlarını veriyordu.
Ne diyorlar; iki kişi denize düşmüşler r16;er17;, bunlardan ikisi de Müslümanr17;mış r16;er17;, bunlardan birisi Türk boksör Mustafa Sandalmış r16;er17;, bir diğeri de Muhammet Ali Kılaymış r16;er17;, ve biz bunlardan hangisini kurtarırmışız.
Böyle absürd bir soruya, aklı başında bir insan nasıl cevap verirse, bizde aynı şekilde cevaplandırdık.
Fakat çok büyük bir hata yapmışız ki, cevabımız arkadaşların hoşlarına gitmemiş. Siz nasıl Muhammet Ali ile ilgilenirsiniz, bırakın onu, zenciler kurtarsın dediler, masaya yumruk vurarak şiddet gösterisi yaptılar. Tabiî bu duruma canımız sıkıldı, moralimiz sıfırlandı.
Ben böyle tavırlara tahammül ederek, sessiz kalmayı içine sindirecek, müsait bir yapıya sahip değilim.
Ayağa kalktım, bakın arkadaşlar, biz buraya sınıf arkadaşımız Saccı oğlunun hatırını kıramadık geldik.
Şu anda ortaya koyduğunuz tavır, sizin aczinizi gösteriyor, sakın ola ki bir daha bizim bulunduğumuz mekanlar da, böyle bir kepazeliğe yeltenmeyin.
Yoksa saygıyı, hoş görüyü sizler gibi rafa kaldırır, gereğini fazlasıyla size iade ederiz dedim.
Garsonu çağırarak hesabı istedim, çok fahiş bir rakam söylemişti garson, ama hamdolsun ki, üzerimde para mevcuttu.
Bir aylık harçlığımı tereddüt göstermeden garsona ödedim.
Onlar da bir anda boşta bulunduk, kusura kalmayın diyerek yanımızdan ayrıldılar, bizde Mustafar17;yla onlara, arkalarından bakıyorduk, lakin acıyor ve üzülüyorduk.
Enteresandır fakat, vatan ve bayrak adına slogan atan bu insanlarda, görerek şahit olduğumuz, yumuşak ve yavşaklara haiz tavırları, bizleri daha da çok şaşırtmıştı. Bu tavırları kalabalıktan çekinmeden, fütursuzca sergilemeleri bizi çok düşündürüyordu, zira bu insanlar, lise gençliğine dava diyerek vatan millet Sakarya nakaratını atıyorlardı.
Benim muhatap olduğum ve zaman ayırarak adam sandığım ve tartıştığım bu arkadaşlardan kaynaklandığını bir kez daha öğrenmiş oldum.
İşte suçumuz, bunlar taraflarından şeriatçı olarak algılanmamız ve dolayısıyla yeşil komünist hükmüyle, yargılanmamızın nedeni buymuş.
O tartışmada babası halı toptancısı olan, babasının sermayesine güvenerek, koleji terk eden ve oldukça şımarık meziyetli tanıdığımız, Metin ismindeki sulu insan, diğer koğuşta iki aydır yatıyormuş, bazen görüşüyorduk fakat nereden tanıdığımı hatırlayamıyordum, sağ olsun o daha genç olduğu için beni tanımış.
Ve üç gün sonra koğuşta düzeni bozmaktan, disiplin kurulu kararı ile falakaya yatmama karar verildi.
r0;Falakaya yatmam, dayak yemem, benim için sorun değilr1;, diyerek konuşmaya başladım ve devem ettim, sorun olan, bu kadar yanlış ve haksız uygulamaları bulunan!
Vicdanlarınızın kabul etmediğini bildiğim halde, zulmü dava diyerek insanlara yutturmaya kalkmanız ve kendinizi bilerek aldatmanızdır diyerek, konuşmama devam ettim.
Koğuşta bulunan arkadaşlarımızın hepsi, yaptığınız zulmü görüyorlar ve göz yaşı döküyorlar, ama şerrinizden korktukları için, haksızlığınızı istemeyerek acı içinde yudumluyor ve söyleyemiyorlar.
Fakat ben, bu zulüm ve haksızlığın, hiçbir anlam ifade etmediğini, gözlerinizin içine bakarak, ses çıkartmadan, karşılık vermeden, tavrımla ve imanımdan aldığım kuvvetimle, hafızanıza nakşedeceğim.
Hayatınızda utanacağınız kalıcı bir iz olarak bırakacağım, bunu her zaman hissedeceksinizr30; sakın bunu unutmayın diyerek ekledim.
Şamanizmr17;i savunan, idamlık mahkum olan, babası üç gün önce kurşunlanarak öldürülen, birkaç kez tartıştığım, iriyarı, yüz on kilo bulunan Mahmut isminde bir arkadaş.
Koğuşta bulunanların pek sevmediği, fakat idamlık olduğu için ses çıkartamadığı, itici bir tip olan bu adam, karşıma dikildi, gözlerini yere eğdi, hasmını görmüş ve eline fırsat geçmiş bir keyifle başlayarak!
Kum torbasına çalışır gibi, nefes nefese kalarak, ter boşalırcasına, takatsiz kalana kadar, üzerimde yumruklarıyla çalışma yaptı ve nihayet dili dışarı çıktı ve yere yığıldı kaldı.
Ne oldu yoksa yoruldun mu, sizlere hiçbir zaman, gücünüzün yetmeyeceğini söylemiştim, neden şimdi yüzüme bakamıyorsunuz, niye nefesiniz kesildi ve soludunuz, şimdi tüm koğuşa rezil, kepaze oldunuz.
İşte sizin davanız bu, hakkaniyet yok, insaniyet yok, maneviyat yok, ne olduğu belirsiz, ilkesiz ve mesnetsiz, gözü kapalı bir şekilde ve puta taparcasına!
Çıkar ve cürümlere koşarcasına, en yakın dostlarınızı dahi, menfaatiniz uğruna harcayarak ve kandırarak aldatıyorsunuz.
Evet ben İslam ve prensiplerini dava, Hz. Muhammedi önder, Kuranr17;ı rehber olarak kabul ettim, var mı itirazınız diyerek içimden geldiği gibi haykırdım.
Son söz olarak, bizler ölmeye veya öldürmeye değil, haksız yere kan döküp inletmeye değil, zulme götüren gayeye değil, parçalayıp yok etmeye asla talip değiliz ve olamayız da.
Yaşamaya anlam katarak, düşünmek varken, sükunetle tartışıp, konuşmak dururken, severek, sevilmek mümkün iken!
Yok etmek yerine, yetiştirmek için çalışmak, daha güzele koşmak, kainatın en şereflisi olmak, varlık aleminde mükemmeli yakalamak, daha iyi ve manalı değil mi?
Yaratana kul olmak bilinciyle koşarak, samimiyetle el açmak, yakarmak ve aczimizi idrak ederek, vuslatta olsak, hiç olmazsa dahi bu uğurda şehit olsak, daha güzel ve manalı değil mi?
İşte benim davam diyerek gönül verdiğim ve manada mücadele ettiğim yöntemim budur.
İlkelerim sevgi ve saygıdan beslenir, doğrularım evrensel mesajın bir simgesidir, dedim ve sustum.
Koğuşta bulunan insanlara, şöyle bir baktım ki, çoğu ağlıyor gözleri kıpkırmızı olmuş, şaşırdım ve bu duruma çok duygulandım.
Müsaade isteyerek, yavaş, yavaş aralarından ilerledim, gam ve kedere bürünerek, lâvaboya doğru yöneldim, tabiatıyla yüzümü yıkamak maksadıyla.
Hemen arkadaşlar koluma girdiler ve bana yardımcı oldular, bir kısmı kalkarak yol verdiler.
Musluğu açarak hazır hale getirdiler ve başına geçtiler, ellerimi uzattım, bir miktar su alıp yüzüme sürdüm.
Aman Allahr17;ım ne müthiş bir acı, bir daha denedim, daha çok acı çektim, yüzümü kaldırıp aynaya baktım ki, kendimi tanıyamadım, daha çok şaşırdım ve elhamdülillah diyerek şükrettim.
Yüzüm ala bora olmuş, sanki coğrafyaya dönmüş, gözlerimin feri sönmüş, öyle bir yakından baktım ki aynaya, falakaya yattığım andan, şu ana kadar hiç acı duymamıştım, zulme ve haksızlığa kilitlenip kalmıştım.
Düşününce içim kabardı, alev oldu yandı, hislerim canlandı, kuvvet kaslarımı sardı, onlarca insan direncine ulaşmıştım neredeyse.
Arkadaşlar haklı olduğumu, maksatlı bir şekilde zulme uğradığımı, benim yanımda olduklarını, ifade ederek kızgınlıklarını anlatmak isteyerek, söylenip durdular.
Konuşmalarına aldırmadım, kahrımdan kim kimim adamıdır, kim bilir diyerek içimden, tekrar aynaya bakarak hayıflandım.
Aradan üç gün geçmişti, ziyaret gününün zamanı gelmişti.
İsmi okunan mahkumlar, koşar adımlarla ve bir sevinçle hazırlanıyor, gözün aydın diyenlere de, eyvallah diyerek ilerliyorlardı.
İsmi okunmayanlar ise, ya başka ilden gelen mahkumlardı, yahut ta yaşarken insani değerlerden uzak kalmış, enaniyetr17;ini her şeyin üzerinde görmüş, zavallılardı.
Onlarda anlamış olmalılar ki hatalarını, kulakları seste, gözleri ümitsiz de olsa, uzaklardan gelecek sır dolu mesajı almak için teyakkuzda bulunuyorlardı, bu durumu izlerken kendimi alamıyor, hüzünleniyorum.
Ranzama uzanmış bir vaziyette, elimde bulunan kitabın, satırları okumaya çalışıyorum, fakat zihnim her nedense meşguldü, okuduğum satırları anlamıyordum, kitabın sayfalarına yine bakarken, ilgisiz gibiydim lakin, istemeden olanların sevinçlerini paylaşıyordum.
Bende her insan içinde var olan bir ümitle, ismimim çağrılmasını bekliyordum, ismi çağrılanlar da gördüğüm ümit, sevinç, neşe, koğuşu kuşatarak sarıyordu, fakat herkes bundan haz alıyordu, keder, hınç, kin, bir anda her nasılsa istirahata çekiliyorlardı.
Nihayet sabırla beklediğim, çağrılma anım gelmişti, ranzadan doğrularak elimdeki kitabı kapatarak, yastığın altına koydum ve bir hamlede kendimi yerde buldum.
Keyiflendim, koşar adımlarla görüşme mekanına, bir solukta hemen vardım, koridor oldukça kalabalıktı, görüş yeri beş ayrı kabinden oluşuyordu, içine girince üç aşamalı, demir parmaklı cam karşınıza çıkıyordu.
Dikkatli bir şekilde süzdüm ve baktım ki, karşımda duran, benin güzel yüzlü çilekeş anam, anne hoş geldin diyerek haykırıp, bağırıyordum.
Fakat nafile tanımamış olmalı ki beni, oğlum ben Mustafa Cilasunr17;un annesiyim ne olu,r çabuk bir haber ver de gelsin görüşeyim dedi.
Peki teyze hemen çağırıyorum, sen buradan ayrılma bekle, diyerek oradan ayrıldım, koridorda bir tur attım ve tekrar aynı yere geldim, yeni geliyormuş gibi yaparak.
Anacığım hoş geldin, nasılsın dedim, annem dikkatli bakıyordu yüzüme, fark etmiş olmalı ki halimi, pür telaş ve acı bir şekilde, ne oldu yüzüne oğlum dedi, ne kadar gizlemeye çalışsam da, beceremediğimi anladım.
Anne zannettiğin gibi değil, burada spor yapmak zorundayız, top oynarken düştüm, bu yüzden yüzüm yere geldi yüzüldü, fakat inanmadı, ikna etmek için, içim yanarak yemin ettim, yeminimi duyunca biraz rahatladı, annem yeminime çok itibar eder ve inanırdı.
Annemin yüzüne bakarken utanıyor, kahrediyordum, çünkü annemin gözü gibi bakarak büyütüp, emanet ettiği yüzümü, ben ne hale getirmiştim.
Yeniden yumruklarımı sıkarak, hak etmediğim halde, beni bu hale getirip, dava adına zulmü, reva görenlere ve bununla öğünenlere acıyarak hayıflanıyordum.
Canım anamın geldiğine, sevineceğim yerde, maalesef daha çok üzüldüm, yüreğim parçalandı, bir anda mahcubiyet ve aczi yet her tarafımı sardı, duman etti, içimi sızlattı ve yüreğimi dağıttı.
Ama olsun yinede, hayatımın en değerli varlığı olan, canım anamın, yüzünü görmem ve ayrıca, karşısına onu utandıracak, bir başka suç ile çıkmamam tek tesellim olmuştu.
Garip anam, bana iç çamaşırı ve kıyafetin yanı sıra, güzel şeyler getirmiş sağ olsun, çok ikram olmuştu.
Okul arkadaşlarım gelmişler, görüştük ve özellikle dostum Mustafa, zahmet etmiş unutmamış sigaramı getirmiş, çok ikram olmuştu.
Onun için Rabbıma, sonsuz şükürler olsun diye el açtım ve yakardım.
Ömrüm vefa ettiği sürece zillet, adavet ve enaniyetten ona sığındım.
Cezaevinde geçirdiğimiz günlerin, 34.günü olan bu gün, mahkemeye çıkacağımız gün olduğu için, gece dahi doğru dürüst uyuyamamıştık.
Zaman gelmişti artık, hazırlığımızı gün evveli yaptık ve mahkemeye çıkmanın heyecanını yaşıyorduk, nihayet gardiyanlar geldi ve o günkü listeyi okudular.
Hazır olanları hizaya koyarak, kelepçeleyip, dış kapıya doğru yöneldiler ve cezaevi aracının yanına geldiğimizde, beklememizi söylediler.
Askerlere teslim ederek, kendi görevlerini ifa ettiler.
Askerler daha sert ifadelerle, bizleri nizama koyarak, araca sıra ile bindirdiler.
Aracın içi hafif karanlıktı, sigara içenlerden epeyce bunalmıştık, fakat ses çıkartamıyorduk, zaten herkesin bin bir türlü derdi ve ümidi vardı.
Çünkü dert bir değildi ki, bunu biliyorduk, çektiğimiz her nefeste, hak etmediğimiz acılarımızı, içimize gömerek, çaresizlikten kıvranıyor ve adeta soluyorduk.
Nihayet cezaevi aracı durdu ve stop etti, anladık ki, bizimde yolculuğumuz nihayet bitti, askerler kapıyı açtılar fakat, gözlerimiz güneşten o kadar çok kamaştı ki, o an kimseyi göremedik.
Ellerimiz kelepçeli vaziyette, araçtan aşağıya indik ve askerler bizleri gözleri ile sayarak, adliye sarayının bodrumuna götürdüler, burada saatlerce dikildik ve öylece bekledik.
Donuk, sönük, kuşku ve merak bütünlüğünde, sütunları sayarak, gelen gidenlere anlıyormuş gibi bakıyordum ve bu arada askerler, arkadaşlar zaman geldi, haydi hazırlanın gidiyoruz, komutunu verdi.
Her nedense o vakit kalbimde, sonsuz bir heyecan hissettim, adeta yüreğim dışarı fırlayacak gibi atıyordu, fakat o an, nasıl bir savunma yapacağım, şablon gibi aklıma geldi, gece sabaha kadar düşünerek hazırlanmıştım.
Adliyenin bodrum kapısından çıktık, merdivenleri ve katları bir solukta adımlıyorduk, meraktan bekleyenlerimiz oldukça çokmuş, salonda onları görünce sevindik, hüzünlendik ve şaşırdık.
İstanbul dan rahmetli Ramazan amcamın, sevgili eşi Leyla yengemin de, gelmiş olduğunu fark ettim, lakin onlara da zahmet verdiğimi düşününce, istemesem de üzüldüm.
Sarılıp, hal, hatır soramadan, kendimizi biranda mahkeme salonunda bulduk, tarama özürlü, kalın gözlüklü, orta yaşlı bir avukat, bizim davamızı savunacakmış.
Hakim bey bizlere sorular yöneltti, cevap verdik, ve bir müddet bekledik, netice itibariyle tutuksuz yargılanmak üzere, serbest bırakıldık.
Tabi olarak heyecanım yatıştı, çok sevinmiştim, o anki coşkuyu tarif edemem, sarılan, öpen, kucaklayıp kahraman ilan edenler, hat safhadaydı.
Cezaevinin kapısına kadar, konvoy halinde gelerek, eşyalarımı alıp, çıkmamı bekleyen, oldukça kalabalık arkadaşlar içimi kabartıyordu.
Cezaevindeki arkadaşlarla vedalaşıp ayrılarken, idamlık ve kabadayı olarak bilinen, bağrı yanık Şereften;
Gardaş buranın huzurunun senimle bir başka olduğunu, çok geç anladık, yeni bulmuşken, kaybetmenin acısını yaşadıklarını ifade ederek, gönlümü almak istedi, koğuşun en kıdemlisinden bunu duymak, beni ayrıca sevindirdi.
Bizleri unutma seni çok arayacağız diyerek, haydi arkadaşlar dedi ve hep bir ağızdan çırpınırdın kara deniz, şarkısı söylenmeye başlandı.
Koro halinde söylenen ve oldukça gür seslerin koridorları çınlattığı, o güzel anın izlerini, kulaklarımda hala taşırım.
Gardiyanların, yalak ve salaklarını ayırdıktan sonra, kalanlarla vedalaşıp, cezaevi ana kapısından çıkınca, aklıma ilk gelen kafesten kaçan kuşlar oldu.
Tezahüratlar yaparak bekleyen, coşkulu kalabalığa karıştım, otuz dört gün boyunca, içimde sakladığım, kini, dışladım sanki yeniden kendimle barıştım.
Konvoy halinde evimize geldik, sevgi yüklü muhabbeti yere serdik, sofralar kuruldu ve bulunan nimetlerden nasiplendik.
Üç gün boyunca gelen, geçmiş olsun, gözünüz aydın diyen, sürekli nasıl geçti günlerin diye, sorarak merak edenlerin sayısı oldukça fazlaydı.
Takip edildiğimi bildiğim için, kırk beş gün sürekli müspet konuşarak, tespit etmiş olduğum, lâçkalık ve kokuşmuşluğu, öne çıkartmadım.
İlmi siyasetin gereği ve kuvvet dengesinin şartı, kanaat oluşturmak, gücü toplamak, söylem ve tarzlarında paralelliği aynı anda yansıtmaktır.
Potansiyel tespitinden sonsa, gerçekleri her yerde değil, yeri ve zamanı geldiğinde haykırmak, yanılgıda olanları sabırla ayıltmanın lüzumuna inanmaktır.
Nihayet okulu, zar zorda olsa, küçük bir vukuatla tamamladık, güya meslek sahibi olduk, onunla ilgili iş araştırmaya başladım.
Okul arkadaşım İsa, ağabeyinin elemana ihtiyacı olduğunu belirtti ve istersem onun yanında çalışacağımı söyledi.
Hiç tereddüt etmeden hemen kabul ettim, zira başka bir alternatifim yoktu ve çalışmak zorundaydım ve böylece demir doğramacı olarak, mesleğe ilk adımı attık.
Usta ölçüleri veriyor, bunları yap, hazırla yarın takacağız diyor, aynı zamanda orta ana dolu fabrikasında, çalışan biri olduğundan, çekip gidiyordu.
Saclar ölçüler dahilinde kesilip, doğranacak, sonra toparlanıp puntalar halinde kaynak yapılacak, spreyle taşlanacak ve akşama hazır hale gelecek.
Düşündüm, taşındım, bazen de şaşkınlıktan ensemi kaşıdım, bir çıkar yol bulamadım, usta benden o kadar çok şey istiyordu ki, şaşırdım, donup kaldım.
Yeni mezun olmuş, pratikle hiç yoğrulmamış, benim gibi acemi bir insanı, dükkanda yalnız bırakarak, onca iş başına sarılarak, ne yapılmak isteniyor diyerek söylendim.
Ne yaptım biliyor musunuz, hiç bir işe el sürmedim, bekledim, düşündüm, durdum, en sonunda dağılmış malzemeleri topladım, bir kenara koydum.
Kapıyı sıkıca kontrol ederek, kilitledim hemen arkadaşım İsanın yanına giderek, olanları bir solukta sıraladım ve kendisine anlattım.
Anlattıklarımı dinleyen İsar17;nın, katılarak gülmesine ve gözlerinden yaş gelene kadar, bu eylemine devam etmesine şaşırdım.
Nihayet önemli değil, zaten böyle olacağını biliyordum demesi, çaktırmadan beni süzmesi, unutulmayacak kadar enteresan ve güzeldi. Fakat çok rahatlamıştım.
İsa beni bırakmadı, çay demledim birlikte içeriz, sabredersen az bir işim kaldı, beraberce birkaç yer daha var, oralara da bakarız dedi.
Benim yıllarca sanayi tecrübem var,ben dahi yapamam ağabeyimin sana yap dediği işi,üzülme zaten yanında da kimse çalışamıyor,diyerek teselli etti.
Birkaç yere baktık ,haber vereceklerini söylediler,teşekkür ederek ayrıldık,yine sokakların arasına daldık,daha sonra İsa ile görüşmek üzere vedalaştık.
Evimize beni terk etmeyen efkarımla geldim,canım koç babam kapının önünde sandalyede sanki beni bekliyormuş gibi oturuyordu.
Selam verdim,nasıl olduğunu sordum,içeriye geçip soyumdum,iş kıyafetimi giyerek,bahçeyi bellemeye,kendime gelmeye koyuldum.
Bahçe ile uğraşırken dertlerimle,derinlere dalıyor hiç yorulmuyordum, zaman ilerlemiş ve alıp başını sessiz sedasız gitmiş,nihayet hava kararmıştı.
Bir ses geldi kulağıma,dönüp baktım ki annem, yemek hazırlamış,babamla bana bakıyorlarmış,ben hiç fark etmeyince,yemek soğumasın diye çağırmış.
Yemek atıştırırken,İstanbul da ki fabrikatör amca zadelerimden,Osman ağabeyimin aradığını,beni sorduklarını ve telefonla kendilerini aramamı söylemişler.
Onları biran düşündüm,İstanbul gibi dünya şehrin de, çocuk yaşta babasız kalarak,eniştesinin yanında yılmadan çalışarak,ayakta kalabilmeyi başarmış ve şahsına ait bir işyeri açarak kendi ayakları üstünde durmayı başarmış.
Perakende,toptan ve daha sonra,toptancılara mal satan fabrika,kurarak sahibi olmuş,bir çok insana iş imkanı sağlamış oldukça başarılı bir insan.
Saygı duymamak,şaşırmamak mümkün değil,gıpta ile nazar ettim, baktım birde kendime, fakat mukayese edemedim,aramızda bulunan farkı açık,seçik bir şekilde sorguladım.
Babam tek amcaları olmasının yanı sıra,Sümer bez fabrikasından emekli ve dar gelirli olması sebebiyle,her sene Ramazan ayında, amcamın canlı hatırası olan yengemi gönderirler ve sevgili yengem ihtiyaçların tespitini yapardı.
Bir yıllık ne ihtiyaç varsa,her şey dahil alınır,biraz da harçlık vererek hayır dualarla başka ihtiyaç sahiplerinin, yardımına gitmek için, vedalaşarak helallik alırdı.
Yengem çok hayır öğütlü,birazda peşin sözlü,ama oldukça samimi,son derece geçim ehli,çileyi tanımış,sabırla yudumlamış, ama kimseye yansıtmamış bir hanımefendi idi.
Allah rahmet eylesin,şimdi aramızda değil,bu fani dünyadan,zamanı gelen herkez gibi aniden,amcamın sevgili hanımı olan yengemde,dareyn saadetine göçüp gitti,evinde misafir bulunduğun her an ilgisini ve ikramını hiçbir zaman ihmal etmemişti,Allahr17;ın rahmeti üzerine olsun.
Bu düşünceler yumağı ile,telefon etmek için postaneye gittim,telefon numarasını yazdırdım ve her kez gibi sıraya girip beklemeye başladım.
Bir müddet sonra, sıram gelmiş olmalı ki ismim çağrıldı,hemen telefona yöneldim,alo dedim karşımda bir bayan sesi;o an şaşırdım.
Ben Osman Cilasun beyi aramıştım,yok mu kendisi dedim,efendim kim arıyor acaba, burada kendisi deyince,rahatlamış bir eda ile,ben Kayseriden Mustafa Cilasun dedim.
Efendim bir saniye hemen bağlıyorum, ve ben yutkunurken Osman ağabey alo Mustafa dedi.
Ağabey nasılsınız inşallah iyisinizdir, diyerek hatırını sordum,teşekkür etti ve ne yaptığımı merak ettiğini söyledi, kısaca izah ettim,iş aradığımı anlattım.
Mustafa Bursa ya gelmek ister misin,oradaki fabrikamıza senin gibi Meslek lisesi mezunlarına ihtiyacımız var,sonra senin geleceğin için planlarım söz konusu, ne dersin deyince,tabi neden olmasın gelirim ağabey dedim.
Haydi öyleyse durma bir arabaya atla, şu adrese hemen gel bekliyorum,peki görüşmek üzere diyerek, telefonu kapattık.
Ben aslında evimizin bir oğlu olduğum için,annemle,babamla fakir hanemizde kalarak, altı yıl Ankara da kaldığım çileli günlerimde,hasret dolu yüreğimle Kayseriyi yeni bulmuş,kavuşmuştum.
O yüzden, buradan ayrılmak istemiyordum,zira geleli henüz üç yıl olmuştu. Huzur buluyordum,memleketimden şu an işsiz kalsam bile.
Erciyes dağının haşmetli duruşu,baktığım an içime serinlik sunuşu,Ali dağının, sakin ve mahzun oluşu,Yılanlı dağın,ürperten yalın yokuşu,Erkiletr17;in,tepe noktada ki kulenin konuşu, her zaman benim huzur ve sırlarımın sığınağı olmuşlardır.
Fakat çare kalmamıştı artık pekiyi demiştik,bir kere üstelikte işsizdik, annem,canım babam üzülmüştü,boş ver gitme biz sensiz ne yapacağız, demişlerdi, fakat başka bir alternatif yoktu.
Hazırlığımı yaptım,gurbete alışıktım,ne çileler çekmiştim,hayat mücadelesi verdiğim yıllarda,ekmek parası kazanmak uğruna.
Sabırla yudumladığım,haksızlığı,zulmü bir tecrübe olarak sineme kalın harflerle yazmıştım bin kere.
Valizim bana bakıyordu haydi durma artık vedalaş diyordu.
Babam ve annemle vedalaşıp terminale vardım,etrafa şöyle bir baktım, yüreğimin derinliklerinden gelen bir ah ki, hışımla salıverdim,durmadım ve otobüse doğru adımladım.
Sormadım bile kimseye, efkarlıydım, tahmin ederek araca daldım,koltuk sıra numaramı aradım,cam kenarı olduğunu anladım,yol arkadaşımdan müsaade alarak, yerimi aldım.
Teypte bir şarkı çalıyordu,sanki ritmik melodisi ve mısraları yolculara yüreğimi tercüme ediyordu.
Bakıyordum camdan dışarıya,dalıyordum hiç bir şey fark etmiyordum,tabi görevlinin biletinize baka bilir miyim diyene kadar.
Uzattım bileti,teşekkür etti verdi,bende anlamadım niçin bilete bakması gerekti.
Nihayet otobüs kaptanı, hayırlı yolculuklar dileyerek, aracı hareket ettirdi.
İlerliyordu araç, o zaman trafik ışığı, felan pek yoktu,hızlanıyordu.
İçim gidiyordu,sonbahar mevsimiydi sanki, Kayseri gözümde yaprak,yaprak bir,bir dökülüyordu,yapacağım hiçbir şey yoktu.
Sıkıcı olduğu kadar, yorucu yolculuktan sonra nihayet, Bursa ya gelince kurtulmuş olduk.
Beni karşılamaya gelen bey, Sabri isminde gözlüklü, biraz tarama özürlü, ince uzun boylu, kumral,füme renginde takım elbiseli,gözleri çakı gibi sanki, uyanık olduğu her halinden besbelli.
Merhabalaşıp tanıştık, o da benim gibi Kayserir17;liymiş,bunu duymam bile beni teselli etmeye yetti.
Özel aracına bindik,biraz yol aldıktan sonra,selametle evine geldik.
Maşallah konuşmaya hasret kalmış gibi,evveliyatından başlayıp,şu anki iştigalini bir solukta anlatıverdi.
Oda çok macera yaşamış,uzun yolda kaptanlık yapmış,haksızlığa dayanamamış, trafik polisleri ile kavga yapmış, o günkü gazetelere sür manşetlik haber olmuş, dolayısıyla kaptanlıktan kovulmuş.
İş ararken amcazadem Osman bey elinden tutup,Bursa da yeni devraldığı fabrikaya çok az bir hisse vererek, sahiplensin diye yönetici yapmış.
Osman ağabey sürekli İstanbulr17;da kaldığından,Sabri bey oranın tek sorumlusu ve karar vereni olmuş.
Erkenden kahvaltı yaptık,Bursar17;nın pilot sanayi bölgesindeki, İteks a.ş.ünvanlı fabrikaya vardık, oradaki personelle tanıştık,tokalaştık,idareci arkadaşlarla biraz konuştuk.
Refakatçi oldular,bölüm ve kısımları göstererek,işin oluşum ve ahengini bir solukta önüme koydular.
Daha önce geleceğimi duymuşlar,patronun amcasının oğlu olduğumu öğrenmişler,gıyabımda müessese müdürü olarak görmek istediklerinin kararına vermişler.
Bunu benim yüzüme karşı söylediler ama zorlandılar,zira çok belirsizlikler vardı.
İşi tamamıyla öğrenip,tespit ve tayin eden olamayınca, piyon olmaktan başka seçenek kalmaz,ben bunun bilincindeydim ve taltifle oyuna gelmeyecek kadar,insan psikolojisini özümlemiştim.
Hayatıma nakış güzelliğinde işlenen ve iliklerime kadar nüfus eden, hiç silemediğim ve sürekli üzerimde taşıdığım,tecrübe olarak kalan silinmeyen izler, benim mihengim, yoldaşım olmuşlardı.
Fabrikada,iki vardiya olarak çalışılacak,sürekli mesaiye kalınacak,yüklü siparişler olduğundan,iplik balyaları hazırlanıp teslim edilecek, gerekirse fabrikaya takviye işçi alınacak,kararına varılarak ilgililer uyarıldı.
Öyle bir iş vardı ki heyecanlanıyordum,annem,babam ve Kayserim güzel memleketim nerede kaldı, inanın çalışırken unutuyordum.
Yatsı namazımı zor kılıyor, uzandığım yerde uyuya kalıyordum,fakat yorulmuyor,keyif alıyor ve özellikle hoşlanıyordum, Allah işsiz kalanların yardımcısı olsun çünkü o psikoloji çekilir,tahammül edilir gibi dert değil.
Yirmi dört saat fabrikada kalıyor yetiştiğim her işe koşmaya çalışıyordum.
Fakat zaman öyle hızlı akıyordu ki, yapacağımız işleri yetiştiremiyor, yeni oluşumlar ve sıkıntılar durmuyor devam ederek geliyordu.
İşin yoğunluğu beni öylesine içine almış ve sarmıştı ki, tam beş ay geçmiş olduğunu her nasılsa pek fark edemedim.
İlk önce vardiya amiri oldum,mahiyetimde elli beş kişi çalışıyor,on iki saat mesaiye kalınıyor ve beş kazan mal (iplik)boyaya hazırlanıyordu.
İthal boyalar son derece hassas bir şekilde tarafımdan tartılıyor,asitr17;i katılıyor en uygun biçimde karıştırılıyor ve kazan içinde belirli bir sıcaklığa getirilmiş,hazır bekleyen suya katılarak,kazanın kapağı kapatılıyor,kelepçeler takılararak,vanalar açılıyordu.
Yüz derece ısıya kadar kaynatılıp,ipliğin boyayı çekmesi dolayısıyla kıvamına gelmesi bekleniyor ve bir müddet sonra kazanın kapağı açılarak,soğuması bekleniyordu.
En ufak bir yanlışlık yapılırsa, defo ve abraş meydana gelir, yapılan tüm çalışmalar heba olur, iş verenin suratı asılır ve abraşlı mal hiçbir işe yaramadığından bir kenara konarak bekletilirdi, daha sonra değerlendirmek üzere.
Böyle durumlarda suçlu aranır,fakat maalesef bir türlü bulunamazdı.
Çünkü iplik boyama işlerinde, on beş yıllık tecrübesi olan, kendini bulunmaz bir bursa kumaşı olarak sunmayı başarmış bir insan var karşımda.
Ve çok kıymetli, değişemez olduğunun zehabına kapılarak, her zaman içebilen, kazancını dost edindiği kadınlarla yaşayan ve bundan hiç bir vakit gocunmayan bir insan.
Bu gayri meşru yaşantısını, siyah bir şavrole taksiyi seçerek zenginleştiren ve bu araçla gece,gündüz gezmeyi marifet sayan bir insan.
İşleri bir alt kademede bulunan görevlilere havale ederek kaybolan, meşhur Mehmet ustamız vardı ve benim karşı vardiyamın amiriydi bu insan.
Neredesin diye sorulunca sürekli mazeret ileri sürebilen, oldukça kurnaz olan, kalender görümünde,babacan tavırlı olmayı becerebilen bu insan.
Ufak boyu, yeşil gözlü, hafif göbekli, biraz tarama özürlü, bir insan.
Çalışanların Mehmet ustanın her işlediği haltı bildiği halde, maalesef çaresizlik içinde sessiz kalmalarına hala şaşarım.
Şaşkın bakışlarla suçu üstlenmek zorunda kalmaları, aksi bir davranış durumda, anında işten çıkarılma korkusunu yaşayarak sigorta adına sabrettikleri, meşhur Mehmet usta ve ekibiydi.
Sürekli onun vardiyasında,bir iki kazan mal defolu çıkar,oda kendini kurtarmak adına çalışanları suçlar,onlara sürekli fırça atar,böyle giderse hepsini kovalayıp yeniden kadro kuracağını söyleyerek,
Zavallı işçileri sindirir,vardiya dönüp gece mesaisine kaldığı zaman,odasına çekilerek alemine dalardı.
Ben bunların hepsini tespit ediyor,fakat seslenmiyor,sabrediyordum,zira benim işim bunlarla uğraşmak değildi.
Kendi vardiyamda sosyal yapının şartı olarak gördüğüm,iş verimliliğinin mutlaka artması adına telakki ettiğim, arkadaşlık ve muhabbet rüzgarının esmesini temin adına, sürekli yenilikler yapıyordum.
Çalışma ortamını, herkesin benimsediği,güven duyduğu,huzur bulduğu,saygı ve sevginin önemsendiği,herkesin mutlaka dinlendiği,bir ortam esenliğine götürüyor ve yoğun bir şekilde koşturuyordum.
Bayan arkadaşların sayısı, yirmi kişiye yakındı,her birinin ayrı derdi var,çoğunun bağrı yanıktı.
Hayat mücadelesinin verildiği bir ortamda,kaderlerindeki fırtınanın, onları kum taneleri gibi çok faklı yerlere savurmuş olduğunu öğreniyorum.
Hüzün,kaygı,her zaman bol idi,ümit ise oldukça azdı, fakat çok kıymetliydi,ufukta belirdiği zaman, bakan gözler kiminse, ışıl ışıl canlanır, yanardı.
Hayırdır inşallah, bugün daha iyisin dendiği vakit,bir anda,gönül rahatlığında, heyecanının refakatinde,soluk,soluğa anlatırlardı.
Paylaşırdık,elimizden gelen katkıyı,esirgemez yapardık,umursamaz olamazdık, çünkü kaynaşmış,zor olanı başarmıştık,bir aile ortamı esenliğinde,sıcak ve samimi birer dostlar olmuştuk.
Böyle çalışma ortamlarında,başarısızlık,barınamaz,mekan tutamazdı,çünkü husumet yoktu,karalama,kaypaklık ve özellikle yalan hiç kıymet bulamıyordu.
Ön yargı ile beslenmek,arkadan çekiştirmek kabul görmüyordu,dinlemeden mahkum etmenin, haksızlık olduğu bilinci yerleşmişti bir kez.
Böylece insanlara şırınga edilen;
Toplumsal hastalıklara,geçit yoktu,hepimiz birimiz,birimiz hepimiz için, seferber olmuştuk,kenetlenmiş bir bütünlüğe giden yola, gönül koymuştuk.
Çalışanların geneli, vasıfsız olduğu için,kısa zamanda tarafımdan yetiştiriliyor, vasıf kazanması sağlanıyordu.
Onun geleceğini de bir anlamda,düşünmek zorundaydım.
Yeter ki,harbi,mert,dürüstlükten taviz vermeyen,şahsiyet bütünlüğünde ufku saf, yalak ve salak olmasın.
Bu ilkeler benim olmazsa,olmaz şartlarımdı.
Sinemde oluşmuş ve oturmuş değişmez kanaatimdi!
İnsanlar yaşadıkları sürece,mutlaka hata,yanlış veya suç işleyebilirler, bunlar mümkün olan fiillerdi,nihayetinde insan değil mi!
Haiz oldukları şartları ve sosyal dokuyu, araştırıp sorgulamadan bu oluşum ve açılımları analiz etmeden,insanları mahkum etmeye kalkarsak,bir anlamda zulmetmiş sayılırız.
Ve işte o zaman; temelden hatayı bizler yapmış oluyoruz.
Çünkü; temel konularda tercihleri fertlere bırakmıyoruz, önlerine koyduğumuz tercihi yapmaya, bilakis bizler zorluyoruz. (devamı nakşeden izler 2 de)