- 945 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
KÜFÜR ve ALLAH
Kapıyı açar açmaz bir çığ gibi devrildi üzerine yalnızlık. Güç bela kalkıp ayağa, üzerindeki hayal kırıklığı tozlarını temizledi. Önce usulca beline dolandıysa da karanlık; hiç yüz vermedi. Mekanik bir hareketle açtığı lambadan çürük sarı bir ışık bir beddua gibi odaya yayıldı. Tablasını bir yana bıraktı, umutlarını bir yana. Geçmişinden soyunur gibi çıkardı ceketini. Kaç yıl olmuştu İstanbul’a geleli ?..
"İstanbul geçkin orospu!" dedi tükürür gibi. Kekeleyen adımlarla çıkmıştı merdivenleri, ulaşmak için yalnızlığın teras katına. Ağır bir parfüm kokusu yapışmıştı üzerine birinci katta, Okşan’ın kapısının önünden geçerken. Okşan ki namlu gibi bakardı geceye. Çirkefi çiğnerdi kaldırımlarda kırk dört numara topuklu ayakkabılarıyla. Kendini temize çekerdi her sabah çocukluğunun pamuk helvası rengindeki bol köpüklü bir traşla. Gizleyemediği adem elması bir kartvizit gibi asılı dururdu boynunda. Besmele ile girerdi evine. Kapının eşiğinde silkelerdi gecenin irinli anılarını. Saatlerce yıkanırdı arınmak için kentin şirretliğinden. Entarisini usulca giyer, özenle bağlardı yemenisini başına. Saatlerce Kur’an okurdu ve ara sıra zor tutardı kendini küfretmemek için hayat’a ve Allah’a. Ne zaman bir Niğde havası çalsa radyoda, çocukluğunun mor mengenesine dönerdi doğduğu küçük kasabada. Babasının yüzü bir küfür gibi dikilirdi karşısına. O zaman çekerdi falçatasını, silikonlu memelerinin altına kızıl öfke nehirleri açmak için. Okşan kızıl’ı bir tek damarlarından tanırdı…
Okşan’ın parfüm kokusuna sürtünerek geçip ikinci katın kapısının önünde biraz duraklamıştı. Kırık bir selam karşılamıştı kendisini. Kapıda kirli bir mendil gibi duruşuyla Cevahir Amca:
"Nassın evlat, işler nasıl ?" dedi selam faslını geçiştirmek isteyen hafif telaşlı bir halde.
"İyidir be baba n’olsun ,bildiğin gibi" dedi düşük omuzlarını daha bir sarkıtarak. Kesik bir of çekip elini duvara yasladı.
"N’aptın, bizim kaaveye uğrayabildin mi ? Var mı arayan soran ?"
"Valla uğradım ama bir ses çıkmadı."
"Ah şu siyatiğim azmasaydı ben gidecektim ama" dedi Cevahir Amca hastalığından utanarak. İki yıldır tek bir rol bile alamamıştı.
Sol elindeki poşeti sağ elinden gizleyerek yaşlı adama uzattı. İki ekmek ve biraz nevaleyle dolu poşeti gören yaşlı adam, gözlerindeki sevinç parıltılarını örtbas etmeye çalışarak karne alan öğrenci edasıyla kabul etti.
" Ya oğlum ne gerek vardı."
"Sıkma canını baba. Mangizin suyunu çekerse haberim olsun... Gündüz, Emine uğradı mı ?"
(Sokağın kirli pençeleri arasında Okşan’dı adı, evinin şevkatli kollarına sığındığında ise Emine).
"Yok valla dünden beri görmedim."dedi Cevahir Amca sökük hırkasını iliklemeye çalışarak. Dış kapının kırık penceresinden giren ayaz ustura gibi yalamıştı gövdesini. Zaten iki haftadır kömür alamıyordu. Allah’a havale etmişti gerisini.
"Eyvallah baba, iyi geceler."
"Sağol evlat iyi geceler" dedi yaşlı adam mahçup bakışlarını yerçekimine uydurarak...
"İstanbul geçkin orospu" dedi mırıldanarak. Portmantoya astığı ceketinde sigara çakmak aradı. Geç kalmış gibi azar azar intihar etmeye, içine zula ettiği duman senfonisiyle. Üç tek sigarası kalmıştı paketinde."Allah kahretsin çıkartamayacağız bu geceyi " dedi gafletine kızarak. Yine ıskalamıştı bu akşam da bakkalı. Üşeniyordu şimdi onca yolu tepmeye. İlk nefeste duman bir hançer gibi saplanmıştı düşlerine.
Yetimhanede içmişti ilk sigarasını, helanın tenhalığına sığınarak kendisi gibi iki ağır yalnız arkadaşıyla. O zaman da böyle yırtılır gibi olmuştu ciğerleri. "Anne" sözcüğünü okumayı söktüğünde öğrendi ilk. "Baba" ise sallanan kara bir eldi anılarının flu kadrajına sıkışmış. Sigarayı "turnike" yapıp çevirmişlerdi arkadaşlarıyla. İçme sırası kendisindeyken, erkete sinyal çakmış, diğerleri tuvaletlere saklanırken, o sap gibi açıkta kalmıştı. Nöbetçi öğretmen bir silindir gibi geçmişti üzerlerinden. Sol kulağındaki işitme bozukluğu o geceden miras kalmıştı...
Yalnızlığın teras katına çıkmıştı… Hayat’a ve Allah’a kafa tutarak…
YORUMLAR
subay ve centilmen;
artık bunları yazmam gerektiğini düşünüyorum...
önceleri yazdıklarınızı okuyordum...
ancak artık okumayacağımı bilmenizi istiyorum...
çünkü şair ince ruhlu olmalıdır...
çünkü şair nezaketli davranmalıdır...
çünkü şair ............ olmalıdır...
gördüğüm kadarıyla siz de bunların hiçbiri yok...
sizin adınıza, bu sitenin bir üyesi olmaktan hicap duydum...
üzgünüm...
okunmaya okunuyor, hoş da... ama benzetmelerde ve betimlemelerde daha yalın olunmalı mıydı? belki ben yalın sevdiğim için böyle hissediyorum.
okuyucunun hayal gücüne izin vermeyecek ölçüde detaylandırmak ve tanımlamak okuyucuyu da tembelleştirir kanısındayım... Ayrıca duyarlılığınızın konu seçiminde sizi daha yaratıcı kılacağına da inanıyorum... saygılarımla...