- 963 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİLİNÇALTI
BİLİNÇALTI
Elindeki gazeteyi toplamaya hazırlanırken kapı açıldı. Uyku kaçığı gözlü, yirmi beş yaşlarındaki karısı, kaşları çatılmış halde içeri girdi. Vücudunun albenisini sürükleyen bir gecelik vardı üzerinde. Duvarları tabandan tavana kitaplarla dolu çalışma odasında, gazete okurken kendisini rahatlatan Amerikan biçimi oturuşunu değiştirdi adam; masadaki ayaklarını indirdi.
Gazeteyi ayaklarının yerine koyup bilgisayarının “power”ına bastı. Kadın suçüstü yapmış gibi yaklaştığı kocasını kuşkulu bakışlarla incelerken adam gülümseyerek, başıyla selamladı onu: “Uyumadın mı sen?” dedi, sanki “laf olsun”una... Klavyenin çeşitli tuşlarına basıyor, birtakım menüleri bir bir aşıyordu.
Kadın, “Uykum kaçtı.” diyerek gazeteyi aldı. Sayfaları üstünkörü karıştırırken: “Okuyor muydun, yazıyor muydun?” diye sordu.
-İlginç bir konu buldum. Sadece okunacak bir haber diye değil; çok ilginç bir hikâye; bir roman olabilir, diye düşündüm, dedi adam.
-Mmm, öyle mi?.. Neymiş?
Kocasının, ne maksatla olursa olsun, bir başka kadınla ilgilenmesine bozulan kadın, hem soruyor hem de, kocasının sözünü ettiği haberi gazetede arıyordu.
-Hani şu.. bir filmden etkilenip de kocasını meyve bıçaklarıyla çentikleyen kadın yok mu?..
-Ne olmuş o kadına? Hapiste değil miydi?..
-Öyle... Öyleydi. Tahliye oluyormuş.
-Yaa?!. Erken değil mi?..
-Yatacağı kadar yatmış. Suç ânındaki aşırı tahrik, hafifletici neden olarak görülmüş. Cezası bitmiş. Özgürlüğüne kavuşuyormuş.
Duvardaki saate baktı kadın:
-Ooo!.. Saat üçe geliyor... Akşamdan beri bununla mı meşgulsün?.. -Bulmuştu gazetede aradığı yeri.-
-Sadece okumadım. Düşündüm daha çok. Kafamda şekillendirdim konuyu ve.. bir şeye karar verdim: Tanımak istiyorum onu. Yazmak için tabii...
-Ne.. ne dedin?!.
Bir çığlığa benzeyen bu şaşma ünleminden sonra, gazeteci kadınla çekilmiş fotoğrafı inceliyor, bir yandan da: “Biraz yıpranmış galiba, haa?” diyordu.
-Ee.. kolay değil. Otuz iki yerinden bıçakladığı, ölümün eşiğine kadar sürüklediği bir kocayı geride koyup kodese girmiş. Üstelik aynı koca, iyileşince karısına karşı hiçbir olumsuz düşünceye kapılmamış, aylarca yolunu gözlemiş onun; ziyaret günlerini hiç sektirmemiş. Mektuplar yazmış sevgili karıcığına. Kadın, vicdan azabı çekmiş olmalı ki, olgunlaşmış!.. Yıpranmamış, hayır; olgunlaşmış, derim ben buna.
-Onu şahsen tanıma fikri nereden geldi kuzum?.. Medyadan tanıdığın yetmez mi?
Karısının sesindeki imayı sezen yazar, açıklama gereği duyarak anlattı:
-Bilmem.. tanırsam daha iyi anlarım herhalde. Onu “anlayarak” yazmak daha iyi olur, diye düşünüyorum. Akıllı bir kadınmış. Aklî dengesinin yerinde olup olmadığını kontrol etmişler. Sonuç ne olmuş dersin?..
-N’olmuş?
-Üstün zekâlı çıkmış!
Karısının yüzündeki yapmacık şaşkınlığa bakarak devam etti: “Yaa!.. Birçok kişinin suçladığı, “manyak” dediği bir kadını, ayrıca bunun için de tanımak isterim. Onu sadece ahlâk açısından değerlendiremem. Bir kadın, etkilenmiş ve kışkırtılmış bir kadın.. olarak bakmak gerekir ona, diye düşünüyorum... Filmlerden de söz etmeli tabii; ayrıntı olarak.
-Nasıl anlatmayı düşünüyorsun?..
-Hikâyeyi, kadının hapishaneden çıkışıyla başlatmak istiyorum. Onu bütün Türkiye’ye, belki de dünyaya tanıtan olayları “flash-back”lerle verebilirim.
-Neler anlatacaksın? İçerik olarak yani; nelerle dolduracaksın? Olayın çatısı zaten gazetelerin, abartarak kurduğu bir gerçek. Bunu nasıl dramatize edeceksin? Kadının hapishane hayatını yansıtmayı düşünmüyorsun herhalde. Çok sıkıcı olurdu bu!.. Mutlu mu olacaklar? “Hayvanlar gibi çiftleştirip çocuk mu yetiştirtecek”sin onlara!?.
Adam güldü. Filmdeki dedektifin repliğini hatırladı.
-Hayır. Ston’u hatırlasana; ne diyordu?..
-Filmi unutmuşum galiba. Şu uykulu halimle, dört sene önce gördüğüm filmi nasıl hatırlarım?!. Hem bak, o filmi hatırlarsam.. senin için hiç de iyi olmaz ha!..
-Yoo hayır, beni korkutamazsın o konuda!.. Hatırlamıyor musun canıım; nasıl hatırlamazsın? Düşünsene!..
-Tamaam; cinayet olacak!.. “Birileri ölmeli.. hep öyle olur. Yoksa satmaz kitap...”
-Aynen böyle demişti, değil mi? Evet, cinayet!.. Bugüne dek hiçbir kahramanıma cinayet işletmedim ben. On iki kitabımın yeterince ilgi görmemesini, bana ün kazandırmamasını buna bağlıyorum. Artık benim insanlarım da suç işlemeli! Suç, suçlu, ceza, infazcı... olmadan ilginç bulunmuyor anlatılanlar. Şiddet, çağımızda arena özlemine cevap veriyor. Şiddet içerikli filmler daha çok iş yapıyor, romanlar daha çok satıyor; çizgi-roman kahramanlı filmler; o çağdaş masallar, mitolojik kahramanlar, gişe rekorları kırıyor. Artık benim insanlarım arasında da suçlular bulunmalı. “Suçlu”suz cemiyet, “Kâbil”siz “Hâbil” mi olurmuş?.. En az altmış tip insan yarattım; içlerinde “kötü” yok!.. Sanki ben cenneti anlattım hep! İnsanlar n’etsin cenneti? Dünya burası, dünya!. İnsanlarımın çevresi kötülerden soyutlanmışsa dünyadan da soyutlanmış demektir. Oysa sanat.. sanat bir aynadır. Dünyanınsa.. cehennemden farkı yok!.. Ben nasıl aynalar kullandım ki gördüklerinden başka bir dünyayı yansıttılar hep?..
-Bunları şimdi mi düşünüyorsun?!.
-Maalesef!.. Ama geç kalmış sayılmam; gencim daha!
-Pekii.. kadına.. yarım bıraktığı işi mi tamamlatacaksın?
-Hayır!.. Kadına cinayet işletmek istemiyorum. O yetenekte olsaydı elini kana bulamışken sonuna kadar giderdi; ilkinde yapardı o işi. Tenekeden meyve bıçaklarıyla cinayet mi işlenir? Örnek aldığı cânî, çelik buz kıracağı kullanıyordu. O neden basit meyve bıçaklarıyla yaptı bu işi? Demek ki psikal bir rahatsızlığı yoktu kadının. Kadın, bunu intikam için yaptı! Öldürse, adamın çektiği cezayı göremezdi ki! Acı çektirdiğini göstermek istedi ona. Topluma karşı ve intikamına kulp bulmak için filmi, işin zevkine varmak için de kötü bıçakları kullandı. Cinayet için kullanılacak bıçak, şöyle bıçak gibi bir bıçak olmalı, değil mi?..
Kendisiyle hapishanede konuşan gazeteciye anlattıkları düşündürüyor beni. Kocasını daha önce bir başkasıyla basmış. Hem de kendi yatağında! Kocasından söz ederken: “O gece, söyledikleriyle bir tuhaf oldum. Aynaya baktım. -Canım sıkıldığında, küfretmek istediğimde aynaya bakarım- Tan ağarır gibi oldu. Aynada yüzüm kıpkırmızıydı. Bir de baktım kapı çalınıyor; açtım: komşular. Çığlıklara gelmişler... Kimin çığlığı? Bilmiyorum. Kocam niye kanlar içinde yatıyor, bilmiyorum!..” diyor. Bellek kaybı numarası. Yalan; bilmiyorum, dediklerini bal gibi biliyordu!
Biraz bekledikten sonra devam etti yazar:
-Ne düşünüyorum biliyor musun? Bu kadın, kocasını film etkisinden başka sebeplerle bıçakladı. Film, bir ayrıntıydı. Gazetecilerin ilişkilendirmesi olabilir. Kadın sorgulamada: “Temel İçgüdü’yü seyretmiştik.” gibi bir laf etmiş olabilir. Bu, basının hoşuna gider. İşgüzar bir gazeteci, olayı filme bağlayıverdi, gibi geliyor bana. Kocasını kısa bir süre önce başka biriyle yakalayan bir kadın, salt fantastik arzularla böylesine romanesk bir eyleme girmez bence. Şiddet içeren filmlerin zararına filan inanmıyorum ben. Benim en sevdiğim filmlerdir o tür filmler. Çok rahatlarım bol silahlı, cinayetli filmlerde, bilirsin. Oysa bırak kendim cinayet işlemeyi, romanlarımdaki kahramanlarımın dahi cinayete yatkınlığı olmadı bugüne dek!.. Çeşitli bahanelerle, sanat eserlerine yasak koymaları anlamıyorum! En masum erotizme bile katlanamıyorlar; ne biçim anlayış bu?.. Böylesi bir tedirginlikle yazılan hiçbir şey, yazılmak istenen şey değildir.
-Biz sevişmeyeli yüz yıldan fazla oluyor!..
Konuyu kendisine taş atarak dağıtmaya çalışan karısının, yine Temel İçgüdü’den aldığı bir sözü ters çevirip aktarmasıyla, bilgisayarındaki on sayfayı önce yukarı, sonra da aşağı kaydırdı Adam. Genç karısı arkasındaydı ve boynunu, omuzlarını ovuyordu, öpüyordu. Karısını ihmal ettiğini düşündü. Başını geriye attı. Artık uykusu dağılmış olan genç kadın, kocasının dudaklarına bir öpücük kondurdu. Bir kere, sonra bir kere daha öptü kocasını, şapırtılarla. Çoğu zaman yapamadığı şeyi başarmış, onu çalışma odasından çekip alma kıvamına getirmişti. Adam, makineyi kapattı, kalktı. Çalışma odasından birlikte çıktılar.
Ağzında tuhaf bir tatla uyandı kadın. Genzi yanıyordu. Burnu kanamıştı sanki. Ya da dudağı patlamıştı. Dudaklarını yaladı; hayır, dudaklarında hiçbir biçimsizlik yoktu. Kalkıp lambayı yakmak istedi; karanlıktı içersi. Bütün vücudu uyuşmuş gibi geldi ona.. Kollarını kaldırıp yüzünü ovmaya çalıştı; kollarında bir cansızlık hissetti. Şaşırdı. Hiçbir yerinde hiçbir acı duymuyordu. Ama kımıldayamıyordu sanki. Korktu. Bağırmak istedi; gecenin bu saatinde olmaz, diye düşündü. Gözlerini yumdu.
Acaba düş mü görüyordu? Başını sağa sola salladı. “İyi bari!” dedi. Başını oynatabiliyordu. Kocası, birlikte harika bir gece geçirdiklerini anımsadığı kocası uyuyor muydu acaba?.. Giyinik mi çıplak mıydı?.
Üşür gibi oldu; Demek giyinmemişti. Acaba kocası?.. Çok sessizdi. Derin uyuduğunda nefesi duyulmazdı onun. Demek şimdi de öyle uyuyordu. “Sürüngen uykusu”ndaydı. Öyle derdi: “Ben uyudum mu ciğerlerimin büyük bir bölümü tatile çıkar; kalbim atmaz olur.” derdi. Sabaha karşıydı zaten yatağa girdiğimiz. Kendisi fazla uyumamıştı demek!
Amaan, dedi, daha erken galiba, uyumalı en iyisi...
Daldı. Her şey silindi.
Gözlerini tekrar açtığında, oda aydınlanmıştı. Sabahtı artık. Yüzünde bir karasinek vardı. Başını çevirip ondan kurtulmak istedi. Sineği kaçıramadı; uçup hemen yine kondu sinek. Sol eliyle yüzüne bir şaplak indirdi. Sonra kocasına döndürdü bütün vücudunu. Kocasını gördü: Sırt üstü yatıyordu. Başı geriye doğru kaykılmıştı. Yüzünde yoğun bir acı ifadesi vardı. Gözleri tavana çivilenmiş gibiydi. Göğsünün tam ortasında mutfaktaki takımın en büyük bıçağı, yarısına kadar saplanmış duruyordu.
İçinden bir çığlık koptu; fakat boğazında düğümlendi kaldı. Sesi çıkmadı. Neler olduğunu anımsamaya çalıştı. Belleği çok cimriydi, hiçbir şey söylemedi ona... Başını çaresizce sağa sola sallayarak sadece ağlayabildi.