Diyaloglar- 2- Köprü
Düşünürken birden uykudaki bir insanın uyku ağırlığındaki ağlama ve sızlanma ile karışık iniltisini duyunca ‘dr’;
- Şuan ne düşündün diye sordu. Meraksız bir ses tonunda.
- Annemi.
- Neden korktun peki
- Çünkü o zayıftı.
- Ne gördün anlatır mısın lütfen?
- O, karşılıklı ulu ve yeşil ama vahşi duran iki dağın arasındaki ip köprüden yürüyordu.
- Ne oldu peki?
- Düştü.
- Neden böyle geldi gözünün önüne?
- O köprüde hepimiz vardık. Yani bütün ailem. Köprü iki elimizle tutabileceğimiz kadar dar ipten korkulukları olan basit bir şeydi. Bastığımız tahtalar ise zikzaktı.
- Zikzak mı?
- Evet, nasıl bağlandıkları bile gözünüm önünde. Ama anlatacak kadar sabrım yok.
Benimde dinleyecek kadar diye geçiriyordu aklından. Bu kıza karşı oluşan önyargısı yüzünden.
- Sonra ne oldu?
- Köprü ters döndü.
- Ve annen düştü.
- Aynen öyle, dedi. Sonra itiraz etti hemen; susun ne biçim konuşuyorsunuz siz.
- Peki siz?
- Biz güçlüydük.
- Ama annen değildi.
Dediğinde;
- Sanki çok biliyor. Dedi içinden. Ukalalık olarak görüyordu bazen onun söylediklerini. Hayır, o da güçlü. Ama kasları değil, kişiliği.
- Gözünü kapatıp herhangi bir şeyi düşünmeni istediğimde neden anneni düşündün hemen? Bu sende bir çağrışım mı?
- Bilmiyorum dr. sensin. Cansu bu cümleyi çok sık kullanıyordu. Amacı onu zorlamanın yanı sıra durumla hiçbir alakasının olmamasına rağmen onu incitmekti, çünkü ondan kaçması gerektiğini hissediyordu son zamanlarda. Sanki aralarında sürekli bir gerilim olursa kendisini bir tür savunmaya almış gibi oluyordu. Onu kandırmasının haricinde başka neden savunması gerektiğini düşünmemeye çalışarak.
- Haklısın ben ‘dr.yim’, içinden yine söylüyorum diye geçiriyordu. Falcı değilim, akıldan veya gönülden geçenleri okuyamam. Yalnızca sen bana sana yardımcı olmam için bir şeyler söylersin ve bende bunlara karşılık senin verdiklerinin ışığında senin önüne, yürüdüğün yola ışık tutmaya çalışırım. Ama sen buna fırsat verirsen.
- Beynimin içini aydınlat o zaman.
- Yapmaya çalıştığım da bu zaten, ama müsaade et.
- Bu ışık her zaman işe yarar mı? Yoksa sadece göremediğim ya da sadece karanlıkta kaldıkları için - mi - unuttuğum sandıklarımı da mı ortaya çıkaracak.
- En azından denerim. Deneriz yani. Ama, eğer sen istersen buradan görünmese de belki de yolun sonunu dahi aydınlatırız ve sen bir ömür aydınlık yaşarsın.
- ‘Birden bire ne kadar da güven dolu, birazda hayalperest gibi konuştu.’ Diye düşündü genç kız. Yoksa bir ömür sizde benim yanımda mı olacaksınız, dedi alay edercesine. Sonra ekledi; ben karanlığı severim.
- O zaman da orada takılabileceğin engelleri yumuşatabiliriz. Rahat ilerleyebilirsin yine de.
- Olduğum yerde durmayı da seviyorum. Çocuklaşmıştı iyice.
- Peki, neden diğerleri annen kadar güçsüz değil? Ters dönmüş bir köprüden Rambo bile düşer. Ve sende..
- Ben düşmem uçarım. Ve annemi de havada yakalayıp güvenli bir yere taşırım. Kaldırma kuvvetim var. Tıpkı boğaz köprüsünden her geçişimizde oranın kağıttan kuleler gibi tekrar tekrar yıkılışının ardından suyun dibini boylayan arabamızdan başta annem olmak üzere tüm ailemi ve hatta yabancıları bile yüzerek kurtardığım gibi. Ha birde annem o köprüden düşmedi, UYANDIM. Ben zaten her zaman direkten dönerim. Hem o kadar güvenmeyin rüyalarımda uçabilirim evet ama önümü göremeden. Yarasa gibi işte.
- Öyleyse sen yine de korkularına kapılıp, hayattan kendini soyutlayıp, küsen, bir yerlere kapanan birisi değilsin. Öyle olsa geceleri karanlıkta uçar mıydın, hem de önünü bile göremediğin halde?
- Henüz, zaten bunu önlemeniz için size geldim.
- Bana gelişinde çok neden var anlaşılan.
- Bunu da siz çözeceksiniz sanırım.
- Zor bir denklem misin Cansu sen. Evet zorsun, bunu kabul ediyorum ben. Üzerine eğilmek gerekiyor. Daha ilk işimde dediğinde genç kızın aklı çoktan daha önceden okuduğu ve çok etkilendiği bir romandaki şu satırlara gitti; onun zerime eğilip, konuş sevgilim anlat demesini istiyorum. Bu cümle beyninde yankılanıyordu sanki. (Benim adım Martha Freud- Fotini Tisalikoğlu)
- Bilmiyorum, belki öyle. Belki de öyle olma yolundayım, büyük problemleri sabırla çözerim ben. Dedi pek alakasız gibi görünen bir cümle olsa da.
- O kadar sabrın varsa..
- O kadar sabrım bu yüzde var ama diğer yüz dünyanın sürekli karanlıkta kalan yüzü. Bir zeka sorusunda sorulduğu gibi dünyanın her zaman karanlıkta kalan bir yüzü var. Dediğinde doktor bunun üzerinde durmalıydı belki ama bu kızın söylediklerinin her zaman üzerinde durmamayı öğrenmişti artık. O da bazen alınganlık yapmayı bırakıyordu zaten. Hem insanın arada bir patlama noktası, devretme arzusu yok mudur? Sana devrediyorum işte, sen çöz. Yine sen ile siz arasında gidip geliyordu.
- Ama dünyanın sürekli karanlıkta kalan bir yüzü yok. O sadece bir varsayım
- Varsayalım o zaman.
- Hem karanlığın, tüm karanlıkların ardı aydınlıktır.
- Ya olsaydı.
- Bu var sayımları unut.
- Nasıl unuturum, boşuna mı öğrettiler bize bunları? Ve size..
- Bu görünmeyenlerden korkmaya benziyor. Eğer orada bir şey görmüyorsan korkman gereken bir şeyin olup olmadığını da bilmezsin, ondan korkmana da gerek yoktur zaten. Ancak ışık yandığında ve her şey görünür olduğunda yani sen görmek istediğinde, yani ispatlandığında asıl korkup korkmayacağına karar verirsin. Genç kız sanki onu dinlemiyor gibiydi.
- Ayrıca tüm aydınlıkların sonu da karanlıktır. Dedi, birden.
- Evet, dedi doktor. Şaşırtırcasına onaylamıştı. Evet, bu da doğru ama unutma kendini durup dururken karartıyorsun. Yani elbette bir şeyleri görünmeseler de hissetmek geçerli bir nedendir, ben bunu da kabul ediyorum, ama sen iyi ve aydınlık olansın. Ancak ısrarla öbür yüze olan merakın yüzünden oraya dönmeyi ve seyretmeyi tercih ediyorsun. Bunu seviyorsun yani. Ama unutma aydınlık olan her şey en diplerde bile olsa parıldarlar Cansu. Söyledikleri genç kızın çok hoşuna gitmişti, ancak devam etmeliydi. Bu iş bitince ona açıklamayacaktı aslında ama şimdi bunun haksızlık olacağını düşünüyor ve çok utanacağını en azından itiraf ederken çekineceğini bilmesine rağmen söyleyecekti zamanı geldiğinde onu kandırdığını. O sadece bir öğrenciydi ve tez konusuydu bir doktoru kandırmak..
- Erken teşhisi ben koydum kendime zaten. Siz diğerlerini bulun ve onlarla ilgilenin lütfen. Derken ne kadar zorlandığını hissediyordu.
Saatine baktı. Cansu yani Yağmur bugün oldukça emrivakiiydi, ama bu ciddiliğini her zaman sürdürebileceğinden emin değildi artık. Bu işe başlarken aslında eğlenceli bile gelmişti ancak işin sonucunda bu derece zorlanacağını düşünememişti ki. Ve doktorun gözlerine bakmaktan öyle çekiniyordu ki bugün zamanı son dakikasına kadar kullanma ısrarından nefret etti ilk defa yedinci ‘randevularında’.
YORUMLAR
olay örgüsü çok ilginç bir öykü. biraz daha yazsan sanırım roman çıkar bunun altından, en azından bir novel.
fakat anlatıcı ile hikayedeki karakterlerin konuşmaları bazı noktalarda çok karışıyor. doktor konuşurken bir anda anlatıcı araya giriyor, sonra hemen doktorun sözleri geliyor. yazılım ya da kurgusunda bir hata yok tabii ki, ama hepsinin iç içe geçmiş olması kafa karıştırıcı.
Konu ise bambaşka bir güzellikte :) takipçinim, umarım diğer site sakinleri de şiirlerden vakit bulduklarında bunları okuyorlardır.
Tebrik ederim...