- 1371 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖĞRETMENİN SÖZÜ BİR ÖMÜR
ÖĞRETMENİN SÖZÜ BİR ÖMÜR
Öğretmenler odasındaydık. Çaylarımızı yudumluyor,şundan bundan konuşuyorduk.
- Hamit bey,dün seninki gene ilacını almamış herhalde. Bağırıp duruyordu üst katta.
Önden o bağırarak koşuyor, arkasından da iki sekizinci sınıf öğrencisi koşuyordu yakalamak için ama ne mümkün.
-Seyfi mi? Bu günlerde gene sakin.Kafasına eserse okula gelir,istemezse gelmez. İsterse
derse girer istemezse girmez. Dersin ortasında çıkar gider. Canı ne isterse yapar. Ona dur,yapma yok. Her şey serbest. Geçen gün matematik dersinde yediyle yediyi,dokuzla dokuzu,altıyla altıyı toplamış yanlarına da yedişer sekizer tane de sıfır eklemiş. Toplamlar doğru ama yandaki sıfırların anlamını çözemedim bir türlü. Yanıma gelip “ Öğretmenim,
doğru mu?” diye sordu. Doğru olmasına doğru da bu sıfırları neden koydun buraya diye sorunca bana ne dese beğenirsiniz? “Öğretmenim böyle daha güzel oluyor,sıfırları yapmayı seviyorum,zengin duruyor.” Bende bir şey söylemedim. Seyfi bu,ne dese ne yapsa haklı.
- O katta nöbetçiydim.Dur oğlum diyorum durmuyor,sus diyorum daha çok bağırıyor.
Bendende belli bir uzaklıkta duruyor bir şey yapmayayım diye. Sonra aniden hızla birkaç adım atarak bunun yakasından yakaladım ve sarstım. Baktı ki gözlrim büyümüş ,dışarı fırlayacak neredeyse. Bir yandan da bağırıyorum;Seni döverim bak! Çabuk aşağıya sınıfına git! Uslu uslu otur. Şöyle bir baktı yüzüme. Gerçekten dövecek sandı herhalde.
Ama iyi sarsmışım yakasından tutunca demek ki. Sonra diğer öğrenciler kollarına girdi ,beraberce alt kata doğru yürüdüler.
Ben sınıfıma girdim, ama biliyorum ki senin Seyfi daha merdivenin başına varmadan
Bağıra çağıra koşmaya başlamıştır çocukların elinden kurtularak.
Bu tip öğrenciler öğretmenlerinin sözlerini çok dinler bildiğim kadarıyla. Öğretmenlik yaptığım köyün birisinde bir Ali Dayı vardı. O zaman yetmiş yaşının üzerinde ak sakallı bir ihtiyardı. Yaşından dolayı herkes Ali Dayı derdi. O yüzden bende Ali Dayı demeye başlamıştım ilk günden itibaren. Ama küçük ,büyük herkesin “ Ali Dayı” sıydı.
O okula başladığı yıl okulun bahçesine ağaç fidanları dikmişler öğretmenleriyle birlikte bütün çocuklar. Tabi aralarında Ali Dayı da var.Ağaç dikme işi bittikten sonra öğretmen;
“Ali bu ağaçları sen sulayacaksın.Bu işle seni görevlendiriyorum. Bak sana güveniyorum,bir tane ağacı kurutma e mi?” diyerek o zaman küçük olan Ali’yi görevlendirmiş.
O zamandan bu zamana kadar,çocukluğunda,ilk gençliğinde,gençliğinde,orta yaşlılığında,yaşlılığında kış yaz,bahar,güz,kar,yağmur,sıcak,soğuk demeden gün sektirmeden ağaçları sulamış.
Ali Dayı’nın, iki tane boşalmış yağ tenekesi vardı beşer litrelik. Yağ tenekelerinin birer tarafını açmışlar. Telden, her ikisine de kulplar takmışlar. Oralara kumaş dolamış Ali
Dayı ve o kumaşları da iple iyice bağlamış ki ellerini kesmesin diye. Ali Dayı sabah güneşle birlikte uyanır,çorbasını içer içmez tenekelerini ellerine alarak doğru pınara giderdi.
Pınarla okulun arası yaklaşık iki kilometrelik mesafe. Okulun bahçesinde yirmibeş otuz tane ağaç var. Ağaçlar okulun boyunu çoktan geçmiş. Kocaman kocaman ağaçlar. Sulayıp bitirmek zor. Hele yaşlı birisi için neredeyse imkansız gibi bir şey . O mesafeden suyla dolu tenekeleri taşıyıp getirmek ve tüm ağaçları bir günde sulamak… Ali Dayı bir yandan sulamaya başlıyor, öbür taraf bitişe varıp bitirene kadar aradan üç beş gün geçiyor. Eğer hava sıcaksa sulamaya başlamış olduğu taraftaki ağaçların dipleri çoktan kurumuş oluyordu.
Ali Dayı öğle yemeğine kadar sulamaya devam eder, ben çocukları öğle yemeğine gönderince o da öğle yemeğine gider, yemeğini yiyince gelir ,sulama işine kaldığı yerden devam ederdi.
Ara sıra okula ,sınıfa girer,ders yapıyorsak bir boş sıra veya sandalye ye oturur,
öööyle bize bakar,dinlerdi. Bizler onun huyunu bildiğimiz için kimin dersine girdi ise
ders bitene kadar sesimizi çıkartmaz ,ders bittikten sonra;” Aman! Of! Başım çok kötü ağrıyor. Ali Dayı gel bir dua okuda başımın ağrısı geçsin.” der. Ali Dayı hemen gelir.
Mırıl mırıl dudaklarını kıpırdatarak anlaşılmaz bir takım sesler çıkartırdı ellerini havaya
Açarak . Sonra mırıldanmasını bitirir, tu,tu,tu diyerek birkaç sefer tükürür. Arkasından kafasını sağa sola çevirerek üfff’ler,dua okumayı bitirirdi. O zaman başım ağrıyor diyen;
“İyileştim artık Ali Dayı sağ ol. Artık gidebilirsin.” diye birkaç kez tekrarlamayınca Ali Dayı kalkıp gitmezdi.
Tüm öğrenciler karne alırda Ali Dayı almaz mı. Birde karne istemesi vardı.Okul çağında takılıp kalmış gibi yaşıyordu Ali Dayı. Karneler dağıtılırken koltuğunda bir çantayla gelir otururdu müdür odasına. Müdürümüz onun ne için geldiğini bilirdi ama bilmezlikten gelir
sorardı: “Ali Dayı hayırdır bir şey mi istiyorsun?” o da:”Karnemi ver.” der başka bir şey demez beklerdi sessiz sedasız. Gülümserdi karne beklerken hep nedense. Çantada ne olduğu sorulunca,çantasını açarak birçok karne gösterirdi. Bunların içinde,okuldan ilk aldığı karneden tutunda verilen tasdiknameye( okuyup yazmayı öğrenemediği için tasdikname verilmiş.) ve en son bir dönem önce almış olduğu karneye kadar hepsi çantasındaydı. Yüzün üzerinde karnesi vardı. Hiçbirini atmadan bütün karnelerini saklamış. Ali okuldan ayrıldıktan sonrada, okula karne dağıtım zamanlarında gelip karne istemiş. Görev yapan tüm arkadaşlarda Ali’yi kırmamış karnesini pekiyilerle doldurup vermişler. Her yıl, karne alan çocuklarla birlikte karnesini alır, diğer karnelerinin yanına koyardı.
Onu biraz bekletip uğraştırdıktan sonra müdür, karnesini doldurur,imzalar,mühürler ve ona verirdi. Mühürsüz olursa karneyi almazdı da ha. Yeni karnesini alınca gözlerinin içi gülerdi Ali Dayı’nın. Sevinerek, tenekelerini alıp giderdi evine.Ertesi günü, gene ağaçları sulamaya başlamak için.
Ali Dayı’nın evi barkı,çoluğu çocuğu yoktu. Kim varır divane birisine. Evlenememiş. Zaten böyle bir istekte bulunduğunu da sanmıyorum ya. Evi de yoktu. Kardeşlerinden birisinin evinin bitişiğine, ona bir oda yapmışlar. İçine, tahtadan bir sedir yapıp,üstüne bir yatak atmışlar. İçinde bir kilim parçası ve bir ikide yastık koymuşlar. Başkacada belli başlı bir eşyası yoktu garibin. Evi o bir göz küçük odaydı.
Kışın donmaması için,odasının ortasına tenekeden bir soba kuruyorlardı. Çoğunlukla, o sobayı kaldırmak kimsenin aklına gelmediği için öylece kalıyordu orta yerde.
Alışmıştık Ali Dayı’ya. Köye ilk geldiğinde öğretmenler, bu durumu önce yadırgıyorlar,ama sonradan bu duruma alışıp Ali Dayı’yı arar oluyorlardı. Onunla konuşup şakalaşıyorlar,boş vakitlerini değerlendiriyorlardı. Bir eğlenceydi,oyuncaktı herkes için o.
Kış günlerinden birindeydi. “Yangın vaaar!” diye bağıran bir erkek sesiyle uyandık bir sabah. Apar topar kalkıp giyindik ve çıktık dışarı. Herkesin gittiği yöne doğru koşup vardık,belki bir yardımımız olur diye. Vardık varmasına ama, ne varalım,yanan ev Ali Dayı’nın odası değil miymiş. Biz vardığımızda, odanın çatısı çökmüş ,kapısı,penceresi ,yanabilecek her şeyi yanmıştı zaten. Orası için yapılabilecek bir şey yoktu artık. Yangının bitişik eve sıçraması engellendi. Ali Dayı ve odası için yapılabilecek hiç bir şey yoktu.
Köyün sobalarında odun yakılıyordu hep. Elde,balta ile kestikleri için daha za yorulalım diye odunları biraz uzunca kesiyorlardı. Uzunca olan odunlar sobanın içine sığmıyor,dolaysı ile bir kısmı sobnın dışında kalıyor,kapak kapanmıyordu. Ön kısmı yanan odunun sobanın dışında kalan kısmı içeri iteklenmeyince sobanın dışına düşerek orada yanmaya devam ediyordu.
Anlatılana ,ya da tahminlere göre, yangın ,sobada yanan odunun sobanın dışında kalan kısmından çıktığı söyleniyordu.
Ali Dayı’yı, böyle bir olayda kaybettik. Çok üzülmüştük.Asıl okul bahçesindeki ağaçlar için üzülüyorduk.Kim sulayacaktı ağaçları? Diplerini kim temizleyecekti? O ağaçların anası ,ba-
bası, her şeyi idi. Ağaçlar öksüz kalmıştı şimdi.
Onun için diyorum ki; sen Seyfi’yi iyi yönlendirebilirsen birseyler yapacak hale gelir .
- Seyfi’nin dikkatini bir konu üzerinde ancak beş dakika tutabiliyorsun. Ondan sonra ne yaparsan yap o bildiğini okuyor. Onu öğretmen yapıyorum. Okul müdürü yapıyorum. Sınıf başkanı hatta başbakan yapıyorum nafile.
O sırada dersbaşı zili çalmıştı.Herkes kalkıp, biribirine iyi dersler dileyerek çıktı öğretmenler odasından.
4 Nisan 2003 Ankara
Hürdoğan AYDOĞDU.
YORUMLAR
Sevgili Hüseyin Hoca'm.Sizi önce çok sevdiğim kutsal görevi-
nizden dolayı kutlar,izninizle ellerinizden öperim.
Yazınıza rastlamam benim için bir şans oldu.Öykünüz de,duygularınız da,Ali Dayı da çok özeldi.Bu sayfalara
uğramayanların çok şanssız olduklarına inanıyorum.
Yazılarınızıtakip etmeye çalışacağım.Saygılar.