- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kitaplar arasında
Uzun zaman sonra İstanbul’a dönmüştü, Özlem. Anılarına, denizine, güneşine merhaba demişti, tekrar. Hem eskinin kötü hatıralarını, hem de eski aşklarını zihninde buluvermiş; onları söküp bir kenara atamadığını, sadece üstünü örttüğünü anlamıştı. İstanbul’a adım atarak o örtüyü zihninin üzerinden çekmişti.
Sadece 1 sene olmuştu. Çok uzun bir sene… Bir sene sonra Nişantaşı’nda bulunan eski apartman dairesine geldi. Eski büyük kapıyı açtı. Anılarının evi tozlanmış, örümceklerin mekanı haline gelmişti. Açık unuttuğu kapıdan içeriye girip yavaş adımlarla hasret kaldığı çalışma odasına girdi. Odada boydan boya kitap dolu raflar, sağ kenarda ise üzeri kitap dolu bir masa vardı. Bir de eski bilgisayar… En son aldığı “dijital kale” romanı duruyordu, halen. Ne kadar çok anısı vardı, bu antika masanın. Dili yoktu ki söyleyebilsin. Odanın kapısının tam karşısında bulunan boydan boya uzun pencereye yöneldi. Pencereden İstanbul’un telaşını, keşmekeşini uzun yıllar sonra tekrar gördü. Vitrinde gördüğünü alsın diye annesine tutturan şımarık çocuğu, el ele gezen sevgilileri, bas bas bağıran sokak satıcısını gördü. Daha önce bir kere dahi görmediği bu kişiler tanıdıktı.
Bir an arkasından en çok tanıdığı birinin sesi geldi.
- Sonunda seni buldum.
Özlem, aniden arkasına döndü. Senelerdir rüyalarından atamadığı, yüzünü hatırlamak istemediği halde gözünün önünden gitmeyen simayı gördü, karşısında. Kendisine ela gözleri ile sevgi dolu bakışlar fırlatıyordu. Unutmadığı, unutamadığı sevgilisi Ertan idi.
Özlem: “ne yüzle buraya geldin?”
Ertan: “Bir kerecik olsun dinleseydin ya beni.”
Özlem: “Sen, Gül ile evlenerek diyeceğini demiştin.”
Ertan: “onu sadece sevdim, sana ise aşıktım, aşığım ve aşık kalacağım”
Özlem: “belli oluyor…”
Sırtını dönerek pencereden gelen ışığa baktı. Karşıdaki evlerin balkonundaki çiçek saksılarına gözünü sabitledi.
Ertan: “Ben sana mecburum, bilemezsin… adını mıh gibi aklımda tutuyorum… büyüdükçe büyüyor gözlerin, ben sana mecburum, bilemezsin.”
Ortaköy meydanında bu şiir ile aşkını anlatmıştı, Özlem’e. Özlem’in gözlerinden iki damla yaş düştü, biri yere, diğeri yüreğinin üzerine. Ertan, arkadan yaklaştı ve sarıldı, sevdiğine. Özlem, “hayır” demek istedi, başaramadı. Yüreği izin vermedi, dilinin konuşmasına…
Ertan: “Gül, ölmek üzereydi. Sadece onun son anlarında mutlu olması için evlendim. Benim rüyalarımın aşkı sendin, her zaman için. Her zaman da sen olacaksın…”
İnanmakla, inanmamak arasında kaldı, Özlem. Yine de Ertan’ın, omzuna konan eline hayır diyemedi. İtiraf etmese dahi halen seviyordu, Ertan’ı. Kızgınlığı ile aşkı arasında buluvermişti, kendisini.
Son bir gayretle Ertan’ın elini omzundan kaldırdı ve odanın kapısına doğru ilerleyip tekrar Ertan’ın yüzüne döndü.
Özlem: “Sen Gül ile evlisin, benimle böyle konuşma”
Ertan: “Gül… kısa zaman önce kaybettik”
Özlem’in, Gül’e hissettiği tüm sert duygular bir anda yumuşamıştı. Sevdiğini elinden aldığı için onu hiç affetmeyecekti; ama ölüm denen olgu… Tüm hıncı bir anda evrenden kaybolup gitmişti.
Ertan, yavaşça Özlem’in yanına sokuldu. Onun gözlerinde gördüğü yaşlar, Ertan’ı kahretmişti. Gözlerinden değil, yüreğinden binlerce damla gözyaşı akmaya başlamıştı. Ellerini, Özlem’in gözündeki yaşları silmek için uzattığında Özlem ani bir hareketle tersledi. “dokunma bana” diye haykırdı, tüm nefesi ile. Bir adım geriye çekilip Ertan’dan uzaklaştı.
Ertan elini ceketinin iç cebine götürüp ufak bir kutu çıkardı. Ufak, siyah kadife kaplı bir mücevher kutusu… İçini açtı ve içinden bir tek taş yüzük çıkardı. Pırıl pırıl parlayan ve pencereden gelen güneş ışığını odaya yayan bir yüzüğe hayır demek kolay değildi. Ertan, sevdiğinin önünde diz çöktü.
Ertan: “Seni sevdiğimi biliyorsun; Hataların en affedilmezini, sana en fazla acıyı verenini yaptım. Biliyorum affetmenin ne kadar zor, unutmanın ne kadar imkansız olduğunu; ama sana yalvarıyorum. Bana, kendimi affettirme imkanı ver. Seni seviyor ve hayat yolunda seninle birlikte yürümek istiyorum. Yol, bana çiçekler ve ağaçların ortasında gibi geliyor, ama seninle en kötü çöplük bile cennettir, bana. Lütfen benimle evlen”
Özlem, sevdiğinden çıkan bu kelimelere kayıtsız kalamadı. Aşkının öldüğünü sanmıştı, oysa sadece kış uykusuna girmişti. Onların aşkı ölümsüzdü. Özlem, yerde dizinin üstünde duran adama sarıldı. Ertan, yavaşça ayağa kalktı. İki sevgili, tek oluverdiler. Bir daha ayrılmamak üzere birbirlerine birer pranga ile bağlanmışlardı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.