- 821 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
MACIR TAHSİN
Uzun, ince ,boylu boslu bir Balkan Göçmeni’ydi.Yaptığı her işi büyük bir istekle yapmış görünmenin de ötesinde, koşarak gidiyormuş gibi yaylanırdı ince bacaklarının üstünde yürürken.İkinci Dünya Harbinin Avrupalı insanlarının acılarını yüreğinde sanki hissetmi-
yormuş görüntüsü veren "Hitler Bıyıkları" burnunu daha bir uzun gösteriyordu çökük avurtlarının ortasında.Ekmeğin karne ile dağıtıldığı,aydınlanma için gaz yağının bulunmadığı günlerdi.Savaş günleri...Kuraklık nedeniyle kış ihtiyaçları temin edilemediğinden, İstanbul’a çalışmaya gitmişti.Her göçmen gibi Macır Tahsin’de inşaat ustasıydı.Yeni inşaatlar olmasa bile, evlerin çatı bakımları onun uzmanlık alanıydı.Büyük
bir çeviklikle kendini urganla evin bacasına bağlar,daha sonra kırılan kiremitleri değiştirir,
bütün bunları yaparken dizlerinin üstünde hiç doğrulmadan çömelerek bitirirdi işi.
- Yağmurlu havalarda çatıya çıkmaya korkuyorum,dedi bana.Savaş yılları kuraklık devam
etti.Sanki Avrupa’daki cehennem bütün yağmur yüklü bulutları buhar ediyordu.İstanbul’da
iş arayanlar içinde şanslı sayılırdım.Çanakkale’de asker iken beni çok seven bir yedek subay zabitim vardı.Terhisten sonra hep mektuplaştık.O İstanbul’luydu.Bana hep :
-Başın darda olunca bana yaz.Elimden gelen tüm yardımı yaparım,diye yazardı.Üsküdar’da
otururlardı.Askerlik dönüşü bir kaç kez köyden ziyaretine gitmiştim.Anası eşimin yaptığı
köy peynirini çok beğenmişti.Bana :
-Tahsin ,dedi.Bak bir daha gelirken Zeliha’yı getirmezsen seninle bozuşuruz ha.Ben seninde ananım.Eşin de benim kızım.Tamam mı? dedi.Eşim göçmen değildi.Köyünden dışarı
hiç çıkmamıştı bu güne kadar.Ona asker arkadaşımın anasının söylediklerini anlatır,bir
sonraki İstanbul yolculuğuna birlikte gitmek istediğimi söylerdim.Eşim her seferinde de:
-Ben hanımların yanında nasıl konuşulacağını,nasıl yemek yenileceğini bilemem,derdi.Seni
mahcup ederim bey.Sen var kendin git.Benim de selamımı söyle anaya.Peynir yaptım,tere
yağı yaptım afiyetle yesinler,derdi.Ben İstanbul da çalışırken asker arkadaşımın evinde
kalırdım sürekli.Bazen şantiyedeki arkadaşlar bırakmadılar,diye eve gelmediğim olurdu.
Ama her seferinde de anam sabah inşaatta alırdı soluğu.Ben inşaattaki arkadaşlara bunu
hep anlatırdım.Anlatırken de büyük bir zevk alırdım doğrusu.Gurbette kendi anamdan bile ayırt edemeyeceğim bir anam vardı:
-Oğlum Tahsin ! derdi.Çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını biriktir.Paranı çar çur etme.Bak gurbette çektiğin çilelere,der azarlardı beni.İstanbul’a kış bastırınca ben yine trene binip memlekete giderdim.Dolayısıyla savaş yıllarında pek sıkıntı yaşatmadım çocuklara.
Yine böyle bir günde trenle memlekete gidiyordum.Kompartımanlar doluydu.Uzun süre bir
başından öbür başına giderek kendime yer aradım trende.İkişer kişi bir kompartıma oturmuşlar karşılıklı kapıyı daha açar açmaz :
-Gelecek var hemşerim,diye bağırıyorlardı.Uzun süre koridorda dolaştıktan sonra yine
karşılıklı iki kişinin oturduğu bir kompartımana girip:
-Oturabilir miyim? dedim.Karşılıklı oturan iki kişi bana dönüp bakmadan cama vuran yağmur damlalarının ıslatıp buharlaştırdığı cama eğri büğrü yazılarıyla bir şeyler yazmaya çalışıyorlardı.Bir müddet kompartımanda hiç konuşmadan gittik.Daha sonra o iki kişi ile
birbirimize hal hatır sorarak konuşmaya başladık.Tam biz konuşurken ıslak elbiseleri buruş buruş genç bir adam girdi kompartımandan içeri :
-Amca oturabilir miyim? dedi ürkek bir sesle.Ben diğer iki kişinin yüzüne baktım.Onlarda
sanki önemli değil farketmez dercesine baş eğince:
-Otur oğlum, dedim.
-Sağol amca,dedi .
-Hayrola!Nereden gelir,nereye gidersin böyle? deyince genç adam Bulgaristan’dan nasıl
kaçtığını anlattı saatlerce.O anlattıkça ben dikkatli dikkatli yüzüne bakıyordum.İçim ısınmıştı genç adama.Yüreğime bir şeyler saplanmıştı.Adın ne oğlum,dedim.
-İsmail,dedi delikanlı.Kaçış öyküsündeki yer,köy,kasaba ve insan isimleri hep bana tanıdıktı.Ben delikanlının yüzüne bir daha baktım.İçimden kesin o diye düşündüm.Kardeşim
Mehmet’in küçük oğlu İsmail bu,dedim.
-Babanın adı Mehmet mi? diye sordum.Genç adam bana şaşkın daha bir dikkatla bakıp;
-Ben babamın adını hiç söylemedim ki,dedi.Nereden biliyorsunuz?
-Oğlum sen bu trenle nereye gidiyorsun?Onu söyle bana,dedim.Delikanlı:
-Bilecik’in Kurtköy diye bir köyü varmış.Orada benim amcam oturur.Onun yanına gidiyorum.
-Amcanı görsen tanırmısın ? ,dedim.Ne tanırım diyebildi,ne de tanımam diyebildi.Kompar-
tımanda ayağa kalktı ,yüzüme daha bir tanıyacakmış gibi baktı.Ben de ayağa kalkmıştım.
Ayakta karşılıklı birbirimize bakıyorduk.Bir den gözlerinde yaşlar boşalmaya başladı.Boğa-
zına düğümlenen hıçkırıklar arasından titrek bir iniltiyle:
-Amcacııım! diyerek sarıldı boynuma.Hıçkırıklarla uzun süre ağladı.Kompartımandaki diğer
iki kişi bize dönüp hiç bakmadılar yolculuk süresince.Birbirleriyle de konuşmadılar.Hep buharlaşan cama bir şeyler yazmak için uğraştılar eğri büğrü yazılarıyla.
Yazan:Osman EKER