Son Saatler
SON SAATLER
“Hadi iç! Sonun başlangıcı belki de başlangıcın sonu olacak.”
Sesimi duyan yok mu? Yardım eden yok mu? Büyük bir korkuyla gözlerimi açtım. Terlemiştim. Aklım, kısa bir süre boşlukta asılı kaldı. Biraz olsun kendime geldiğimde korktuğum şeyin bir kabus olduğunu idrak edebildim. Şaşkındım çünkü bugün güvenlikçiler beni erken uyandırmamışlardı. Sabaha doğru dört ile beş arası benim gibi evsizleri buradan temizlik bahanesiyle kovarlardı ama bu sabah öyle olmamıştı. Sabahın ilk ışıklarına kadar evimdeki yumuşak yatağımda yatar gibi hissetmiştim kendimi. Uzun zaman oldu annem, babam ve kardeşlerimi görmeyeli. Bazen onları özlemiyor değilim ama bu benim seçimimdi ve katlanıyordum.
Karnımı doyuracak bir iş bulmam gerekiyordu, param bitmiş ve acıkmıştım. Parktan ayrıldım ve yakın çevrede dolaşmaya başladım. Tam bu anda lokantanın camında ki iş ilanı görünce sevindim hem para kazanıp hem de karnımı doyurabilirdim. Ürkerek içeri girdim ve ilanla ilgili görüşmek istediğimi söyledim. Dükkan sahibi sabah 05:00’te işe başlayacağımı, gecede 02:00 de biteceğini söyledi ve bunun karşılığında da 5 YTL ile birlikte öğün yemeklerimi karşılayacaktı. Sıkılarak yatacak yer verip veremeyeceklerini de sorduğumda gülerek olur başka bir isteğin var mı, diyerek dalga geçmişti. Bunun evet mi hayır mı olduğunu algılayamamıştım, olsun geceyi bekleyecektim yinede. Mutfağa girdim ve hemen bulaşıklara başladım. İki kişiydik diğer çalışanın ismi Gamze idi. Bulaşıkları yıkarken bir yandan da sohbet ediyorduk. İki aydır burada çalıştığını ve geceleri de burada kaldığını söylediğinde, sevinmiştim demek ki bende burada kalabilecektim.
***
Akşam olmuştu. Cumartesi olduğu için işler erken bitmişti. Dükkan sahibi beni yanına çağırarak paramı verdi ama 5 YTL den fazlaydı. Acıdığı için bir defaya mahsus böyle fazla verdiğini söyledi ayrıca Gamze ile birlikte burada lokantanın arka tarafında bulunan ufak yerde kalabileceğimi de söyledi. Yarın buranın kapalı olacağı ve tüm gün izinli olduğumuzu da belirterek iyi geceler diledi.
Gamze’nin yanına gittiğimde, üstünü değiştirmiş dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Birlikte çıkabileceğimizi söyleyerek, beni de yanına aldı ve dışarı çıktık. Gece yarısı olmak üzereydi ama dışarısı kalabalık ve canlıydı. Lokantanın bulunduğu yer kalabalık bir semti, iskeleye yakın olduğu için karşıdan vapurlar hep buraya yanaşıyordu.
Gamze bir işinin olduğunu söyleyerek yanımdan ayrıldı. Yakındaki bir banka oturdum. Karşıdan gelen vapuru izleyerek geceye dalmıştım. İnsanlar acele ederek ve birbirlerine çarparak vapurdan inmeye çalışıyorlardı ve kimse bir diğerine yol verme gayretine girmiyordu çünkü herkesin işi bir diğerinkine göre daha önemliydi. Gece, karanlık yüzünü iyice göstermişti. İskelenin bu tarafında sessizlik giderek artıyordu ama karşı, çok daha ışıltılı ve heyecanlı duruyordu. Oraları görmem gerektiğini düşündüm.
Benim gibi bankta oturan insanları gözlemlemeye başladım, hemen yanımdaki bankta yaşlı ve uzun sakallarıyla bir adam oturuyordu elinde gazeteye sarılmış şişeyi aralıklarla ağzına götürerek içiyordu ve her içtiğinde derin bir oh, çekiyordu. Birden mırıldandığını duydum, biraz daha kulak kabartarak duymaya çalıştım şiir gibi bir şeyler söylüyordu kendi kendine;
Dolaştım yıllardır şurda burda,
Ucuz otellerde kaldım.
İğne iplik taşıdım yanımda,
Bir düzen tutturamadım.
Kadınlar da oldu elbet yaşamımda,
Biri hariç hepsini bağışladım.
Sınadım kendimi karşılıklı acıyla,
Ben hep ölüme ve aşka inandım.
Bir şey var dokunur bana;
Yüzüme uymayan iğreti adım *
İçimden yanına yaklaşmak ve konuşmak geldi ama ya tepki gösterirse, kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ki. Merhaba, diyerek yanına oturdum hemen selamıma karşılık verdi ve gazeteye sarılı şişesini kibarca uzattı. Teşekkür ederek sadece konuşmak istediğimi ve okuduğu şiiri merak ettiğimi söyledim. Yüzünde bir gülümseme belirdi, bende bu gülümsemeden dolayı biraz rahatlamıştım. Adı okuduğu şiiri yazan kişiyle aynıymış bunu da gülerek söylüyordu, “Metin! Adım Metin.” Bu sefer gülme sırası bana geçmişti gecenin karanlığından gelen yani ben Aslı Can.. İçkisinin bittiğini yeni bir şişe almaya gideceğini söyleyerek doğruldu ve “Görüyor musun? Denizi, geceyi, yalnızlığı ve çürümüşlüğü. Görüyor musun?” dedi.
Yine tek kalmıştım. Banklarda oturan insanları izlemeye devam ettim. İki sevgili bir birlerine bir şeyler fısıldaşarak gülüyorlardı. Diğer bir bankta yüzünü göremediğim bir kadın durmadan telefonla bir şeylerin pazarlığını yapıyordu ki en sonunda anlaştı galiba. Kadını mutlu ettiği belliydi çünkü gülüyordu. Gözlerimin ağırlaştığını, uykumun geldiğini hissetmeye başlamıştım. Nasıl olsa yarın iş yok ve erkenden kalkıp bu koca şehri dolaşmaya devam ederim, diyerek ilk gecemi geçireceğim odama doğru ufak adımlarla yürümeye başladım.
***
“Hadi iç! Sonun başlangıcı belki de başlangıcın sonu olacak.”
Gamze’nin sesiyle uyandım, sabah olmuştu. Bu kabusu daha ne kadar göreceğim, diye düşündüm. Sanki daha yeni uyumuş gibi hissediyordum kendimi. Gamze gecemin nasıl geçtiğini sordu. Ben ise gördüğüm kabusun etkisindeydim hala. Kahvaltımızı yaptık ve dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladık. Ne yapacağını sorduğumda sevgilisiyle buluşacağını ve gününü onunla geçireceğini söyledi. Demek ki sevgilisi de var ve mutlu. Mutluluk… Hatırlayamadığım zamanlarda, sanki tadına bakmıştım. Gamze mutluydu ve sevgilisinin yanına gideceği için heyecanlıydı. Ben bu gün hiç yapmadığım ya da yapamadığım şeyi yapacaktım. Şehrin karşı yakasına geçecektim. İçimde farklı bir his vardı ve ben bunun adını bilmiyordum.
***
Gişeden karşıya geçmek için jeton aldım ve vapurun gelmesine yirmi dakika vardı. İçeri girsem dışarı çıkamayacağım için biraz daha vakit geçirmek istedim. Susamıştım, yüz metre ilerde büyük bir cami vardı o tarafa yürümeye başladım.
Tam caminin kapısından içeri girerken birinin, “Su içer misiniz,” dediğini duydum. Kapının kenarına yaslanmış gelenleri izleyen bir adamdı ve elinde parayla satılan su şişeleri vardı. Fakat benim ona verecek param yoktu çünkü caminin çeşmelerinden akan su bedavaydı ve daha soğuktu. Adam su şişesini zorla elime sıkıştırmaya çalıştı. Almadım ve yürümeye devam ederken adamın sözlerini duydum. “Aslı Can, iç bu suyu! Bu senin bugün yaşayacaklarının başlangıcı olacak.”
İrkilmiştim, arkama döndüğümde adam yoktu ve en önemlisi adımı nerden biliyordu? Olanlara bir anlam veremedim. Yüce Tanrım! Deliriyor muyum yoksa?
Vapur iskelesine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım ki yıllardır duymadığım bir müzik… Babamın en çok sevdiği türküydü. (İşte gidiyorum çeşmi siyahım…) Hemen o tarafa yöneldim ve kasetçinin karşısındaki bankta oturarak, parçayı dinlemeye başladım ne güzel söylüyordu. Babam gözlerimin önündeydi sanki… Şehrin karşısına geçişim biraz tuhaf başlamıştı ve şimdi de bu parça…
Oturduğum yerden kalkarak vapur iskelesine doğru yürümeye başladım. Jetonumu atarak salonda vapurun gelmesini beklemeye başladım. Vapur yaklaşmaya başladı. Biri halatı atarak takoza bağladı ve insanlar durmasını bile beklemeden birer, ikişer atlayarak inmeye ve hızlı bir şekilde gözden kaybolmaya başladılar. Bizim bineceğimiz kapılar açıldığında, herkes aceleyle vapura binmeye çalışıyordu. Ne kadar tuhaf bir durum vapurdan inmekte, binmekte hızlı bir şekilde oluyordu. Sanki; binerken vapur kaçacakmış, inerken de şehir kaçacakmış gibi… Vapurun kenar tarafına doğru ilerledim. Dışarıda oturarak hem denizi hem de şehri karşıya geçene kadar izlemek istiyordum.
Vapur, yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Ne kadar güzeldi. Püfür püfür esen bir rüzgar, martı sesleri, deniz… Muhteşemdi! Şehir ise alabildiğince büyük ama keşke şu “betonlar” olmasaydı.
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim
...**
Vapur ağır ağır kendine has hareketlerle iskeleye yanaştı. İşte gelmiştim!
***
İşin tuhaf tarafı, nereye gideceğimi ve ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi şehrin büyüsüne bırakmak istedim. O beni mutlaka istediğim yere götürecekti. Duvarların çoğunda afişler, ilanlar, tanıtım broşürleri asılıydı. Onlara bakarak yürümeye başladım. Bazıları oldukça ilgi çekiciydi, “Kırık çıkık hemen düzeltilir. Yalnızca bayan hastalara. 0535 1153609…“ Neden sadece bayan hastalara. Erkekleri muayene edemiyor mu bu arkadaş, diye düşünürken devasa bir yapının önünden geçtiğimi fark ettim. Bu bir saray olmalıydı. Ne kadar güzel, ne kadar çekiciydi. Yüce Tanrım! Böyle bir yer yapmak için çok zengin olmak gerekir her halde. Büyük bir futbol sahasının yanımdan geçiyorum. Ne güzelmiş buralar!
Yürümeye devam ediyordum ki duyduğum bir sesle irkildim. Bu ses, bana camide su veren adamın sesine benziyordu. Beni mi takip ediyordu? Neden takip etsin ki beni tanımıyor bile. Bağırtının geldiği yöne doğru yöneldim ama bu adam sakallıydı oysa sabah su veren adam daha genç ve sakalsızdı. Yanıldığımı düşünerek yürümeye devam edecektim ki “Su bazen bir ömrün bitmesine sebeptir,” diye söylendiğini duydum. Şaşırmıştım, bunu neden söylemişti acaba? Sormak istedim ama sanki bir şeyler bana engel oluyordu. Uzaklaştım oradan. Şimdi geldiğim yer daha kalabalıktı. Tam ortada bir heykel etrafında oteller, taksiler, insanlar, güvercinler ve tramvay…
Çok kalabalık… Herkes bir şeylerle uğraşıyor. Durakta bekleyenler, telefonla konuşanlar, yukarı çıkanlar, aşağı inenler, bankta oturanlar, kitap satanlar, elbise satanlar, simitçiler… Her çeşit iş ve insan bir arada sanki ve ben bu kocaman şehirde tek başına… Vapurun son saatine kadar doya doya dolaşarak günümü gün edecektim tıpkı lunaparka ilk defa giden çocuk misali.
Ancak Tanrı buna engel oldu ve durduk yere şiddetli bir sağanak yağış çıktı. O büyük kalabalık aceleyle sığınacak bir yer bulma telaşına düştü. Ben, bir kitapçıya sığındım. Raflardaki kitapları incelemeye başlamıştım en azından fırtına dinene kadar. Yeni kitaplar bölümünde bir kitap dikkatimi çekti, “Su İle Gelen Ölüm. Can’ın son saatleri…” Bari başına Aslı yazsalarmış diye düşündüm ama nedensiz bir çekingenlikle kitaba dokunmadım.
Bugün yaşadığım tuhaf olayların etkisiyle hemen buradan gitmek istiyordum, kendimi dışarı attım. Yağmura aldıracak değildim, çoğu gece dışarıda kaldığım için bundan daha kötü geceler yaşamıştım. Hızlı adımlarla adeta koşar adım yürümeye devam ederken, hislerim buradan gitmemi söylüyordu. Daha da hızlandım.
Birinin arkamdan bağırdığını duydum, “Aslı! Kaçamazsın! Senin için geldik. Bu gün son günün!” Yüce Tanrım! Büyük bir korku ve endişeyle hemen arkama döndüm. Hiç kimse yoktu. Deliriyor muyum? Bir an önce karşı kıyıya geri dönmeliydim. Geldiğim yoldan, dönmeye karar verdim. Bir süre sonra sebepsizce bir daha arkama bakma gereği duydum. Ürkek bir şekilde tekrar arkama döndüğümde, o tarifi imkansız patlamayla yere yığılmam bir oldu. Aman Tanrım! Sokağın aşağı kısmı yerde yatan insanlarla dolmuştu ama en sonda biri ayaktaydı ve elinde su şişesi vardı. Herkes haykırıyordu. Gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı. Ambulans sirenleri, polis sirenleri, itfaiye sirenleri hepsi… Hepsi birbirine karışmıştı. Adeta bir can pazarı yaşanıyordu.
Gitmem gerekiyordu. Sırılsıklam olmuştum. Aldırmadan, geldiğim yolu takip ederek iskeleye doğru koşuyordum. Yalnızda değildim üstelik. Kimse yerinde durmuyordu. Herkes bir tarafa koşturuyordu.
Diğer insanlar gibi bende hızla vapura doğru attım kendimi ve benden beklenmeyecek bir refleksle vapura bindim. En tenha noktaya doğru yürümeye başladım. Kendime bir yer bularak oturdum. Yanımdaki insanlara bakıyordum herkes dakikalar önce olan patlamayı konuşuyordu. Yaşlı bir amca radyodan dinlediklerini aktarıyordu. Herkes hayret ve dikkatle onu dinliyordu. Bir an sonra iskele megafonlarından bir ses duyuldu. Vapur seferleri geçici olarak iptal edilmişti. Çok şükür ki bizim vapur kalkmıştı bile. Duman güzel şehri kaplamaya başlamıştı. Yağmur belki bunun içindi. Ölülerine ağlayan bir şehri başka ne ifade edebilirdi ki?
Yanımda oturan kişiyle konuşmak için döndüğümde, onun bana camii kapısında su veren adam olduğunu fark ettim. Yine elinde bir şişe su ve bana uzatıyordu.
“Hadi iç! Sonun başlangıcı belki de başlangıcın sonu olacak!”
Büyük bir korkuyla ama nedenini bilmeden elime aldığım suyu, kana kana içmeye başladım. Bitirdiğimde yanımdaki adam gülümseyerek bana bakıyordu.
***
SON DAKİKA HABERİ;
Şok, şok… İstanbul da ikinci patlama Beşiktaş-Kadıköy vapurunda, gerçekleştirildi. Yetkililer, ilk açıklamalarında bunun da ilk olay gibi canlı bir bomba tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini söylediler.
Canlı kurtulan olmadığı belirtildi.
Editörün Notu: Şiirler;
* Şair Metin ALTIOK’un bir çalışmasından alıntıdır.
** Şair Atilla İLHAN’ın “Rüzgar Gülü” adlı çalışmasından alıntıdır.
Diyar ZİREK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.