- 887 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İhtiyar adam ve çocuk...
Ona Bekir dede derlerdi.Altmış_ aıltmış üç yaşlarında ince uzun bir adamdı.Başında eski fötr şapkası, elinde koyu kahverengi bastonuyla tepenin üstündeki evine doğru ağır ağır yol alırdı.Ağzındaki sigara yaz_ kış demeden yanık olurdu.Griye çalan saçları biraz daha koyu tondaki bıyığıyla tezat oluşturumaz aksine kırışıklarla dolu yüzündeki yorgun ifadeyi daha da güçlendirirdi.O gün yine her zamanki gibi bakkala kadar inmiş, bir kilo kadar tütün almıştı.Kendi taşıyamayacağı için bakkal, çırağını Bekir dedenin yanına vermişti.İhtiyar ağır ağır ilerlerken çırak (_ki bu 8_10 yaşlarında bir çocuktu) bu yolculuktan şimdiden sıkılmaya başlamıştı.Çırak arasıra dazlak kafasını kaşıyor, bakkal dükkanda olmadığı zamanlarda götürdüğü çikolata ve şekerlerden oluşan kilolarından dolayı yokuşu çıkarken zorlanıyordu.İhtiyar çocuğa döndü ve:_Ne o kızancık, çıkamaz gördüm seni şu yokuşcağazı? dedi.Çocuk, ihtiyara şöyle bir baktı ve cebinden çıkardığı kirli bir mendille alnının terini silmeye koyuldu.İhtiyar çocuğun yorulduğunu gördükçe keyifleniyor, kendi kendine’ demek ki bende daha çok iş var’ diye düşünüyordu.Şimdi dinç olmasını gençliğinde durmaksızın çalışmasına bağlıyordu.Bir de evinin tepenin en üstünde olmasına...Gerçi doktor fazla yorulmamasını tembihlemişti ama yaratılışı böyleydi yerinde pek duramazdı.Kimi zaman evinin bahçesine ektiği sebze meyveyle uğraşır kimi zamanda esas mesleği olan marangozlukla vakit geçirirdi.Kendi kendine tahtadan eşyalar yapardı.Masa, sandalye,oyuncak gibi.Cuma günü geldimi hafta boyunca yaptıklarını at arabasına yükler pazara götürür satmaya çalışırdı.Fakat herkes gibi bağırıp çağırmaz, oturduğu yerde sigarasını yakar, ilgilenen bir müşteri olduğu zaman malının kusuru varsa onuda söyleyip öyle satardı.Kaç para verdiklerine pek bakmaz, pazarlık yapamazdı.Ama her nasılsa genede eve geldiğinde bir hafta yetecek kadar para birikmiş olurdu.Zaten tütün dışında başka bir şeyin yokluğunu da aramazdı.Ha, birde unutmadan, karısı...Karısı bundan tam altı sene önce ölmüş, Bekir dedeyi şu koca dünyada yalnız bırakmıştı.Adı Hafize’ydi.O da kocasına fırsat buldukça yardım eder, boş vakitlerini örgü yaparak doldururdu.Hafize, yaşına göre genç gösterirdi.Sebebini komşular çocuk doğurmamasına bağlarlar, kadının güzel oluşunu da kıskandıklarından çekiştirmeden duramazlardı.Neyseki kadın bu duruma fazla katlanmadı.Kırklı yaşlarının sonlarında geçirdiği ağır bir zatüre sonucu öldü.Bekir dede de üzerine hiçbir zaman evlenmeyi düşünmediği karısına da ölümünden sonrada sadık kaldı.Şimdi ise ömrünün son yıllarını yalnız ve huzurlu bir şekilde geçirmek istiyordu.Ölümden korkmuyordu. Allaha olan inancı tam olmakla beraber babasının bir Arnavut göçmeni olması ve annesininde erken yaşta ölümü sebebiyle ibadetlerinnde çok sıkıntıya girmezdi.Cumaları pek aksatmamasına rağmen çok koyu bir müslüman olduğuda söylenemezdi.Ara sıra babasından kalan ağız alışkanlığıyla ’İsa efendimiz bizi korusun’ der.Hz. İsayla aynı mesleği yapmakla övünürdü.Bazen babasının hristiyan mezarlığındaki kabrine gider, mum yakar, bazende annesinin mezarına gidip Kuran’dan bildiği sureleri okurdu.(Devamı gelecek yazıda)
YORUMLAR
Sanki kurgusuyla biraz daha oynansa, öykü olacakmış gibi duruyor bu biyografik anlatım. Bir ihtiyarı adım adım tanımak, genelde farklı bir haz verir bana. Erdemin basamaklarını nasıl çıktığını merak ediyorum. Demek ki devamına nasip…
Fakat yazıda bazı imla ve noktalama hataları mevcut. Tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor sanırım.
İyi günler…