0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
19
Okunma
Üç aylara kavuşmanın heyecanı başka bir heyecandır. Takvim yapraklarından önce insanın kalbi fark eder bu gelişi. İçte bir kıpırtı başlar; sanki ruh, uzun bir yolculuğa hazırlanır gibi toparlanır. Recep ayının ilk günüyle birlikte içimde sessiz bir niyet yankılanır: oruçla karşılamak… Çünkü oruç, sadece mideyi değil, kalbi de terbiye eden bir misafirdir. Her yıl üç ayları oruçla karşılamak, benim için bir gelenek değil, bir teslimiyettir. “Ya Rabbi, ben geldim” demenin en sade hâlidir.
Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan… Bu üç ay, insanın iç âlemini yıkayıp arındıran üç durak gibidir. Recep ayı, tövbenin kapısını aralar. İnsan bu ayda daha çok kendine bakar. Nerede hata yaptım, kimi kırdım, hangi duayı unuttum diye düşünür. Şaban ayı, hazırlık ayıdır. Kalp Ramazan’a hazırlanır; tıpkı bir evin bayram öncesi temizlenmesi gibi. Ramazan ise bütün bu hazırlıkların meyvesidir. Rahmetin sağanak gibi yağdığı, bereketin sofralara değil kalplere indiği mübarek bir aydır.
Tasavvuf ehli der ki: “Her insanın içinde bir Ramazan vardır.” O Ramazan, nefsin sustuğu, kalbin konuştuğu andır. Oruç, aç kalmak değildir sadece. Oruç, dilin yalandan, gözün haramdan, kalbin kibirden oruçlu olmasıdır. Açken tokları hatırlamak, susuzken bir damla suyun kıymetini bilmektir. Ama en çok da insanın kendini bilmesidir. Nefsini tanımayan, Rabbini tanıyamaz derler ya, işte oruç bu tanımanın en kestirme yoludur.
Ramazan ayı geldiğinde İstanbul da değişir. Şehir, başka bir ruha bürünür. Akşam ezanına dakikalar kala sokaklarda tatlı bir telaş başlar. Fırınların önünde pide kuyrukları uzar, herkes birbirine sabırla yol verir. Kimse acele etmez, çünkü iftarın da bir edebi vardır. Sultanahmet Camii’nin çevresinde kurulan Ramazan çadırları, bu edebin en güzel örneklerindendir. Aynı sofrada zenginle fakir yan yana oturur. Kimse kimseye “sen kimsin?” diye sormaz. Herkes aynı duaya “âmin” der. Aynı hurmayla orucunu açar.
İftar sonrası içilen çayın tadı bile başkadır Ramazan’da. Şerbetler, Osmanlı’dan kalma bir hatıra gibi sofralarda dolaşır. Şekerler çocukların avuçlarında erirken, büyüklerin yüreğinde çocukluk anıları canlanır. Teravih namazına giden yollar dolar taşar. Camilerin avlularında seccadeler yan yana serilir. Omuz omuza kılınan namazlarda insan, yalnız olmadığını hisseder. Kalabalığın içinde kaybolmaz, bilakis kalabalıkta kendini bulur.
Ramazan geceleri ayrı bir âlemdir. Sahur vakti yaklaştığında sokaklar sessizleşir. O sessizliğin içinde edilen dualar daha bir içten olur. İnsan elini açtığında, sadece kendisi için değil, bütün ümmet için ister. Çünkü Ramazan, “ben”i azaltıp “biz”i çoğaltan bir aydır. Paylaşmanın, affetmenin, susmanın ve sabretmenin ayıdır.
Üç aylar, aslında bize şunu hatırlatır: Dünya, sürekli koşulacak bir yer değil; durup nefes alınacak bir imtihan alanıdır. Kalbin yorulduğu yerde secde vardır. Ruhun daraldığı yerde dua vardır. Ve insanın kendine döndüğü her yerde Allah vardır.
Bu yüzden üç ayları oruçla karşılamak, benim için bir başlangıçtır. Bir arınma niyeti, bir iç yolculuktur. Belki her şey düzelmez, belki insan bir anda değişmez. Ama kalp, yönünü tekrar Rabbine çevirir. Ve bazen yönünü bilmek, varmak kadar kıymetlidir.
Üç aylar mübarek olsun. Kalplerimize huzur, sofralarımıza bereket, ömürlerimize hikmet getirsin. Ve bize, kendimize doğru yol almayı nasip etsin.
Abdurrahman Tümer