0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
37
Okunma
Bugün, zamanın acele etmediği bir gündü. Saatler koşturmuyor, çay yavaş soğuyor, kelimeler birbirini incitmeden yan yana duruyordu. Çok sevdiğim bir dostumla bir kafede çay içip sohbet ettik. Hani bazı dostlar vardır; kapıdan içeri girdiğinde omuzlarınız fark etmeden düşer, yüreğinizin düğümü çözülür. İşte onlardan biri. Dostlarla çay içmeyi, sohbet etmeyi severim. Çünkü çay, yalnızca bir içecek değildir; dost meclisinde demlenir, sözle koyulaşır, muhabbetle şifa olur. Boşuna dememişler “dost dosta ilaçtır” diye. Ne kadar doğru, ne kadar yerli yerinde bir söz…
Sohbet, her zamanki gibi kendi yolunu çizdi. Önce havadan sudan girdik söze; İstanbul’un kalabalığından, bir türlü bitmeyen telaşından, martıların simit kapma cesaretinden bahsettik. Sonra kelimeler ağır ağır derinleşti. Söz, döndü dolaştı yazıya ve şiire geldi. Çünkü bazı insanlar vardır; nereye oturursa otursun, hangi çayı içerse içsin, muhabbetin yolu mutlaka edebiyata çıkar. Kelimeler, onları rahat bırakmaz.
“Şiiri yazmak mı zor, yazıyı mı?” dedi dostum. Soru basitti belki ama cevabı insanın içini yoklayan türdendi. Daha önce yayımlanan şiir kitabımı biliyordu; sanki cevabımı önceden tahmin eder gibi yüzüme baktı. Ben hiç tereddüt etmedim. Şiir yazmak daha zor dedim. Çünkü şiir; ölçüdür, kafiyedir, sestir, suskunluktur. Şiir, kelimenin haddini bildiği yerdir. Her sözcük, tartılarak konur mısraya. Fazlası taşar, eksiği eksiltir.
Şiir emek ister. Duygu ister ama öyle herkesin diline dolanan ham bir duygu değil; yoğrulmuş, beklemiş, içten içe yanmış bir duygu ister. Zaman ister şiir. Bazen bir mısra için aylar geçer. Bazen bir kelime, gecenin tam ortasında gelir; bazen de günlerce kapıyı çalmaz. Şiir, nazlıdır. Zor beğenir yazanı. Kendini herkese teslim etmez.
Oysa yazı… Yazı daha düzdür dedim. İçinden geçeni olduğu gibi yazmaktır. Elbette onun da bir disiplini, bir emeği vardır ama yazı, şiir gibi insanın boğazına düğüm atmaz. Yazıda anlatırsın; şiirde ise susarak söylersin. Yazı konuşur, şiir fısıldar. Yazı yol tarif eder, şiir kaybolmayı göze alır. Bu yüzden şiir bana hep daha çetin, daha zahmetli gelmiştir.
Dostum dikkatle dinledi. Çaylarımızı tazeledik. Camdan dışarı baktık bir süre. İstanbul akıyordu. İnsanlar aceleyle bir yerlere yetişmeye çalışıyor, vapur düdükleri uzaktan bir iç çekiş gibi duyuluyordu. Belki de İstanbul’da yaşamanın etkisi vardır şiir yazmanın ve okumanın dedim. Çünkü İstanbul, başlı başına bir ilhamdır. Taşında tarih, sokağında hüzün, denizinde dua vardır bu şehrin. Her köşesi bir mısra gibidir. Eminönü’nde kalabalık bir beyit, Üsküdar’da mahzun bir dörtlük çıkar karşınıza. Haliç’te geçmişle bugün yan yana oturur, Galata’da zaman eğilir size doğru.
Sohbet koyulaştı. Ben de dayanamayıp kendi yazdığım şiirlerden bir iki tanesini okudum. Çayın buharına karıştı dizeler. Kafedeki gürültü bir anlığına durdu sanki. Şiir, okunduğu an kadar yaşar derler ya; işte o an, şiir yaşadı. Dostum dinledi, ben okudum. Kelimeler aramızda dolaştı, masaya kondu, çay bardağına tutundu.
Arasıra dostlarımla böyle muhabbetler ederiz. Çünkü insan, kelimelerini herkesin önüne dökemez. Bazı cümleler, ancak güvenilen bir yürekte yer bulur. Dostluk da biraz böyledir; herkesle çay içersin ama herkesle aynı sessizliği paylaşamazsın. Şiir de sessizliği sever zaten.
Günün sonunda kalkarken şunu düşündüm: Hayat, belki de bu anlardan ibaret. Bir dost, bir çay, birkaç kelime… Geri kalan her şey gürültü. Şiir yazmak zor evet; ama şiiri anlayan bir dostla aynı masada oturmak, bütün zorluklara değiyor. İstanbul’un kalabalığında, böyle küçük ama derin anlar biriktirmek insanı hayatta tutuyor.
Ve insan, bazen bir şiiri yazmaktan çok, onu paylaşacak bir dost bulduğu için şükrediyor.
Abdurrahman Tümer