0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
85
Okunma
Bugün günlerden cuma… Kalbimde tarif edemediğim bir çağrı vardı sanki. Sanki bir ses, bir rüzgâr, bir kuş kanadı beni Eyüp Sultan’a doğru çekiyordu. Öğle vaktinden önce vardım oraya. Şehrin içinde ama şehirden kopmuş bambaşka bir âlem… Adımlarımı yavaşlattım. Çünkü Eyüp Sultan’a hızlı yürünmez; her adımda bir edep, her nefeste bir huşu gizlidir.
Türbenin önünde durduğum an içime bir sükût çöktü. Sanki zaman bütün akışını bana borçluymuş gibi durdu. Fatiha okurken, duanın her kelimesi kalbime işledi. O an anladım ki bazı mekânlar yalnız mekân değildir; bir ruhu, bir nefesi, bir hatırayı taşır. Eyüp Sultan da öyleydi… Orada, kalbimin derinliklerinden bir perde aralandı sanki. Bir tarafım dünyaya bakarken, bir tarafım ahiretin sessizliğine dokunuyordu.
Avluya geçtiğimde su fıskiyelerinin sesi içimde yeni bir musiki gibi çalmaya başladı. O su sesi, kulun Rabbine yükselen duasının suya yansımasıydı sanki. Bir avuç buğday aldım. Güvercinlere attım. O beyaz kanatlar, sanki dualarımı taşıyıp göğe götürüyordu. Her biri bir sır gibiydi. Kim bilir, kaç gönlün içinden kopup gelen sessiz yakarışlar, o kanatlarla semaya taşınmıştı?
Cami kalabalıktı. Yurt içinden, yurt dışından insanlar… Her dilden, her renkten, her dertten. Ama hepsini bir araya getiren tek bir hakikat vardı: Allah’ın evi tüm kullarına açıktı. İstersen dünyanın öbür ucundan gel, istersen hemen yan sokaktan… O kapıya gelen herkes aynı safta durur, aynı secdede buluşur, aynı göğe bakar.
Namaza daha vardı. Ben de o vakti caminin çevresindeki tarihi mezarlıklarda geçirmenin huzuruyla yürüdüm. Her mezar taşı bir kitap gibiydi; her kitabın içinde bir ömür, bir dua, bir teslimiyet vardı. “Dün vardılar, bugün yoklar; ben bugün varım, yarın yok olacağım…” diye geçirdim içimden. İşte tasavvuf biraz da buydu: Yokluğu bilip var olmanın şükrünü eda edebilmek.
Sonra bir kafeye oturdum. Önüme bir bardak çay geldi. Çayın buharı, türbenin huzuruyla birleşip ruhuma sakinlik verdi. Defterimi açıp notlar almaya başladım. Çünkü her cuma, her yolculuk, her duruş insanın içine yazılır önce. Kaleme dökülenler ise ancak o içte birikenlerin dışa taşmış hâlidir.
Kalabalığın uğultusu vardı ama ben kendi içimin sessizliğindeydim. Bir insan bazen bin kişinin arasında bile yalnız hisseder; bazen de tek başına otururken sanki bütün âlemle beraber olur. O an ikinci hâli yaşıyordum. Sanki Eyüp Sultan’ın manevi gölgesi üzerime düşmüş, beni sarmış, beni teskin etmişti.
Zaman ilerlerken şunu düşündüm:
İnsan bazen kendini aramak için bir şehre gider, bazen bir camiye, bazen bir mezar taşının yanına… Ama aslında aradığı hep aynı şeydir: Kalbin içindeki huzur.
Ve huzur, her cuma olduğu gibi, bugün yine Eyüp Sultan’ın avlusunda, güvercinlerin kanatlarında, suyun şırıltısında, duanın sessizliğinde bana kendini gösterdi.
Akşama kitabıma yazacağım notlar değildi aslında kıymetli olan…
Kıymetli olan, bugünün bana öğrettiği şu hakikatti:
"Bir kul Rabbine yöneldiğinde, şehir kalabalık olur ama gönül tenhalaşır. Gönül tenhalaştığında ise insan yalnız değildir; çünkü her yalnızlığın ortasında Allah vardır."
Abdurrahman Tümer