1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
131
Okunma
Kimimiz düştük.
Öylece, sokak lambalarının titrek ışığında, şehrin görmezden geldiği bir köşe başında.
Ama düşüş dediğin, yalnızca bir bedenin yere temas etmesi değildir.
Ruh önce sarsılır, sonra utanır.
Ve nihayet, kendinden tiksinir.
Kimimiz ittirildik.
Bir yabancının sırtımızdan bastıran elleri değildi sadece o.
Hayır.
O ellerde annemizin sesi vardı bazen,
ya da sevdiğimizi sandığımız birinin suskunluğu.
Ve çoğu zaman en sert itiş, içimizdeki bizden gelir;
çünkü insanın en hain celladı, aynadaki yüzüdür.
Kimimiz kalktık.
Ama öyle destansı bir ayağa kalkış değildi bu.
Bileklerimiz titreyerek, dizlerimiz kan revan içinde,
ve gözlerimizde bir daha asla kapanmayacak bir boşlukla…
Yaralarımızı değil, o an kalbimize düşen sessizliği taşıdık.
İnsan büyüyünce değil, sessiz kalınca ağırlaşır.
Kimimiz kaldık oracıkta.
Ve oracık dediğin, bazen bir mezar taşı kadar sessiz,
bazen bir evin arka odasında unutulmuş bir sandalye kadar kimsesizdir.
Kalkmadık çünkü kalkmayı istemedik değil;
bazılarımızın kalkması, varoluşun kendisine aykırıydı.
Bazılarımız zaten çoktan ölmüştü;
nefes alıyor oluşumuz, yalnızca biyolojik bir aldanıştı.
Ve sonra dünya döndü.
Kimsenin umurunda olmadan, bizsiz de sabah oldu.
Ama biz hep oradaydık.
Gölgelerimizin konuştuğu o karanlık sokakta,
vicdanı sağır, ruhu aç kalmış insanlığın arka cebinde…
Çünkü bazen düşmek bir tercihtir,
ama çoğu zaman, düşmek kaderin seninle alay etme biçimidir.
Ve kalkmak… ah, kalkmak…
Belki de sadece Tanrı’nın seni henüz unutmadığına dair bir imadır.
daha fazla
5.0
100% (2)