0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
81
Okunma
Sabahın erken saatleri herkes gibi günler önce bu tren yolculuğuna hazırlanmış biri değilim. Uykusuz bir gecenin getirdiği kafa karışıklığı sonrası avuçlarımın içine yasladığım cep telefonun tuşlarına hızlı hızlı dokunup özelikle bu şehrin her şeyine yüzümü dönmem lazımdı. İçine kavgası olan kadınlar gibi İstanbul’un sokakları insan telaşını elbet özleyeceğimin bir sızısı var yüreğimden. Lakin çarpık ayaklı birbirinden ince uzun düşünceler ile bir yere yürümeyeceğine kendimi inandırmıştım. İnsan varlığına ne kadar yok sayıla bilirse o kadar yok sayılıyordum eli kınalı bir aşkı toprağa sırlandığı o sessizlik ufak ufak içime içime boylanıyordu. Bunun daha sonrası vahim sonuçlar doğuracaktı hani ne kadarın gizleye bilirim çıplaklığı gün gelecek bir sarmaşık gibi bütün benliğimi sardığını düşündükçe korkuyor. Ve ağırmış gün ışığı gibi geride bıraktığı karanlık yine dönüş yapacak beli bir süre sonra başıma dökülen güllerin şimdi ki hissi kaynar sulardı.
Çıplaklık bazıların göre ayıplaşan bir kavram bazılarına göre temiz doğuş hikâyenin bir tekrarıydı. Isıya duyarsız ve kemikleşen bedenimi suyun altına tutuş şeklime doğrulurken taze boyalanmış pazen gibi koktuğunu üzerimde bulunan minik çiçekleri tek tek sararıp yere düştüğünü görüyorum. Kendi kaybına elbet insani duyguları olan üzülür. Benim farkım üzülmeden öte bir yerde duruyor. Mor mor halkalar bırakmadan dokunmak geliyor. Bir yandan içimden nitekim onun bu günkü haline getiren nedenleri bulmalıyım… Daha fazlasına dayanacak kuvvetti bulamayacağımın derin çukurlarına düşüp öylece kendime sığınıp kalmamalıyım.
Büyük şehirde yaşayacak maddi olanaklarımı ailem çalışıp sağlamışlar yani onların arkasında hiç kötü bir laf söyleyemem. Evlerim kira gelirimin biriktiği banka hesaplarının ne kadar olduğunu ben bile unutmuşum sormayı. Birinin aç olabileceği aklı edemeyen biri olarak tanımamak için çok gizli kahramanlıklar yaptığım tek kuzenim Ali Devrim bilir memleket çocuklarını doğuranın düşünmesi gerekirken. Benim onlar adına iyilik kararlar verişimin bana birçok dönüş olmuştur.
Sırt çantamın yemek masasına koyup yatak odasına geçmem dönüşüm bir oldu. Beni anlatan fotoğrafları ve annemin kırmızı kaplı günlüğünü aldım. Sabahın ilk saatlerine yakın bu şehri terk edeceğim hissine zaman zaman üzülüp sonra her şeyden bir hayır vardır deyip yüzüme güzel bir gülümseme yerleştiriyorum. Ne garip bir şey teninden nefes almış bir evladının olmaması duyguları evlat sevgisi daha yumuşatır katılaştırmak yerine diye düşünüyorum. mesela ben annemin yaşadığı kentin kokusunu ciğerime çekmek için ve onun yaşamını zerre kadar kötüye yormamış, bir yola çıkıyorum. Bütün evin tehlike yaratacak düğüme vanalarını kapatıp dışarı attım kendimi sokak unutulmaya terk edilmiş kart postal gibi her yer siyah beyazdı. Ağaçları öpüşür gibi yapıp uzaklaştıklarında" arabozucu rüzgâra seni var seni tutan olsa kesin bir sahnelik sevişmeye hayır demezsin" diyesim geldi
Adımlarım şehrin içine doğru güçlenirken evlerin tanışıklığı da gittikçe aklımdan akıp gidiyordu yani bizim mahalleden uzaklaşırken artık bu şehir herkesindi…
Sokak lambalarına bakışmadan yürüyorum. Çünkü iç sesim korkuyu bana hatırlatıyordu. Dudakları çatlamış gürültünün ayaklandığı saatler değildi. Tren istasyonuna gelenlerin dünden kalanları mı ve ya benden dakikalar önce geldiklerini bilmiyorum. Kimi iki kimi fazla sayı le yan yana duruyorlardı. Gidecekleri şehirlerin dışında onları bekleyenlerin olduğunu düşünce içime kara bir taş oturdu benim bekleyenim annemin kırmızı günlüğünden yazılandı. Trenin eli kulağında olduğunu kol saatimin yedi rakamına yaklaştığını anlamış ve bilet gişe onay sırasına girdim. Bu günün ilk gülen yün yüzüne kendi gülüşümü bırakırken gayet keyifliydim. Dudakların liman iskelesine benzeyen yani bize göre hayat gülünce değil de en çok gülümseteni zorluyordu.
Çocukluğumun vermiş olduğu yetki diyelim yaramaz oyunbozan alamadıklarına öfkelenen halleri çok gösteremedim. Kimseye ağır başın ağırlığını kendime kısıtlayıp herkese bol kepçe dağıtmıştım. Trenin yataklı bölümüne çift kişilik bilet alıp yanımda birinin var olduğu hayaline herkesi inandırırken kendime geniş alan yarattığıma sevinmiş gibi davranıyorum. Trenin kalkış saatine doğru geride bırakttıklarımın isimlerini beyaz bir kâğıda yazdığımla meşguldüm. Evet, beni yok sayan şehri yanım alıp oradan onun anıları ile yaşamakla hiç uğraşamam. Evden çıkmadan önce çantama koyduğum kırmızı günlüğü masanın üzerine koyarken trende tek değilim ve bütün bedenimi annem duygulu bir yolculuğa çıkmanın ayrı bir heyecanı sarmıştı. Kim bilir annemin yarım bıraktığı kaç hayali ile yüzleşip bir şey demeden geri dönecektim. Bu elimdeki günlük annemin ölümünden beş yıl sonra emanet bıraktığı çocukluluk arkadaşı nergis vermişti bana o kadar özenle saklamış ki nergis teyze babamın ölümünden çok sonra böyle bir günlük oluğunu gelip alamı söyleyince bende çok heyecanlanmıştım.
Çünkü bu günlükte kesin ve kesin babamla geçirdiği elli yıllık yaşamı yoktu. Bir kadının ikinci yaşamı olduğunu onunda sadece kendisi ile sır kalacağını bir iki kere ağzında kaçırmıştı. Annem yüzü derin çizgilerle yeni bir dünyayı keşfedenlerin çizdiği harita gibiydi minik burnun bazen nasıl kokulara bu kadar duyarlı olduğunu düşünürdüm ve onu onun kadar güzel yapan gözleri zeytin karası idi; buğulu bakışlarına fiyat biçecek bir Allah’ın kulunu tanımam yüreğinde ki güzelliklere sanki tapılacak mitolojik bir tanırıydı. Her an narin bedenini ateşler içinden arındırıp nur bir ışığa dönüşüyordu. Koyu renkleri giymeyi hiç sevmezdi elbiseler beyaz ve pastel tonlardan seçerdi. Ona asil bir duruşun sahibi bir kadın ve kendi doğasını yaratan renklerin sultanı unvanın vermişti...
Gün ışığı yavaş yavaş yükselirken evlerin ve dağların boy farkını daha net görebiliyorum.sabah kahvaltım çeşitlendirecek çok şey yanıma almamıştım trende ki restoranın menüsüne göre bir şeyler alıp geri bulunduğum kompartmana dönüşüm bir oldu.kulaklarımda insan gülüş homurdanışları yankılanıyor içten içe o seslere de kızıyorum ne kadar saygısızlar. Sanki bu tren kendi oturma odaları gibi kullanıyor ve başka yolcuları rahatsız olacaklarını düşünmüyorlar da. Onca yol var ve bir başına nasıl biter kaygısı içinde benim sessizliğime belki de destek bir ekip arıyorum. Halen masanın üzerine bıraktığım kırmızı günlüğü açıp bakmamışım annem gerçekleri bana niye bu kadar korku veriyor elimi kolumu bağlıyordu onun da çok anlamış değilim…
Uykunun benle dalaşı hiç bitmeyecek gibi her seferinde bir kâbusla uyanıp tekrar o kâbusu zihnimin derinliklerine kaldırıyordum. Kendi hayatımın bir parçası olan annem Anitanın kırmızı kaplı günlüğünü okumamdan başka çarem olmadığını bu sefer kendimi inandırmış bir şekilde. Kırmızı kaplı günlüğü masanın üzerinden alıp yatağıma doğru bir kuğu gibi süzüldüm. Önce sırtımın arkasına bir yastık koyup ayaklarımın kalçalarımın altına toplayışım ile kırmızı kaplı günlüğü ilk sayfasını çevirmem ile kalp atışımda hızlanmıştı. Yokuş aşağı freni patlamış bir kamyon gibi annem Anitanın hayatına dâhil olacak belki içimde ki beklentilerim istediğim cevapları bulamayacaktı. Daha kirli bir sayfanın annemle nasıl bu kadar sır kaldığına şaşıracakdım.
05-07-1950 :Yazın tam ortaları evin bahçesinde ki türlü canlıların hayatları günlük gülistandı. Ve bütün meyveler dallarından yere dökülüyordu. Babaannem haftalık beyaz çarşaf yorgan yüzlerini atletleri kara bir kazanının içine doldurmuş fokur fokur kaynamasını izliyordu. Çamaşırların kirini ortan kıran sabun kokusu o kadar güzel bahçe ile bütünleşiyordu ki. Mis gibiydi.
Ertesi sabah bir uyandık ki annem Anitanın pembeleri gitmiş elbiseleri baştan aşağı siyah renkliydi. Önceleri çok anlam veremedim ailenin bu ani değişikliklerine onlar yakınlaştıkça herkesin gözlerinin içinde bir acı hissediyorum. Çocuğum ya’ ve bu acının sahibinin benim babam olacağını tahmin edemezdim.
Babamın herkesin babasına göre şık giyimli güzel kokulular sürerdi. Aynı zamanda güzel siyah bir arabası vardı. Genelde hafta sonları bizleri götürdüğü yerlerin hemen hemen hepsi güzel giyimli amcalar ve teyzelerle doluydu. Biz oralara davet edildiğimiz vakitlerde ne garipse annem konuşulanların karşısında çok saçma gülerdi.
Gülüşü evde ki gibi değil. Dudaklarını büzüp gözlerini kocaman nazar boncuğunu andırıyordu. Ve birine laf yetiştiren babam arada bir annemin konuştuklarını sinsi sinsi kulak misafiri olurdu. Adım kadar emindim. Misafirlik bitip eve dönüşte annem Anita konuştuklarının tek hesabını dayak yiyerek verecekti. İnsana demezler mi? toplumun içine götürdüğün bir kadının elbet konuşacak bir çift kelamı etmeli de. Babam göre edepli kadın az konuşacağı şeyler az olmalı ve aptal gibi kendisine sorulanlara cevap vermemesini gerekiyordu.
Kötü örnek teşkil eden ortamlara ailesini sokan babam annem Anitanın hayranları orada bulanan çakal erkeklerdi.
Annem Anita ise gayrimüslim okumuş ince narin beline pattuk yapılacak bir kadındı. Ve orada bulunan kadınların içinde en çekici hatundu. Gökyüzünde ki bulut gibi yüzü köpük köpük idi; saçlarını genelde sağ omuzun üzerinden aşağı bırakırdı. Çünkü annem Anitanın kulakları bir biraz iriceydi. O büyük kulakları kendine kusur sayıp saçlarını kulaklarının üzerine yığardı. Ben onun saçlarının tepesinden toplamasını daha çok yakıştırırdım. Uzun ince boynu onu kuğu gibi asil yapardı. Ve aynı zamanda takı olarak hep inci kolyelerinde vaaz geçmezdi. Aha o inci kolyelerin kötü bir sonu olurdu. Babam her kavga sonrası yere saçılan incileri anneme Anitaya ceza olarak toplatırdı. Düşünsenize bir erkeğin yumruklarının ağırlığını nazik bir bedeni olan kadının üzerindeki izleri kek gibi kabaran kırmızılıkları yani dayak sonra ki halini içi bir hoş ederdi.
Babamın annem Anitaya takıntısın kötü mumallesinin nedenini az biraz büyüyünce anladım. Babam güneydoğu Anadolu’nun kırsal bir köyünden Dokuz çocuğun koşturduğu yoksul bir evde dünyaya gelmiş ve birini bulunca diğerine hayal kuran benim babam annem Anita’nın o asilliğini kıskanır ve ona karşı çok acımasızdı. Bilinçaltına nasıl ir öfke yerleştirmişse bilemem fukara annem onun yoksul doğuşuna sebep olmuş gibi her seferinde güç sınırlarını aşıyordu.
27-08-1958 Siyahlı giyimli aile yaşamımızda bir değişiklik oldu. Annem Anitanın gülüşünün güzel çirkinliği sonrası kavgalar ortandan kalkıvermişti. . Bir insan ölüme sevinir mi? işte ben babamın ölümüne annem gibi sevinen taraflardan biriydim.
Benim tam tersim iki kardeşimin farkında oldukları; yâda olmadıkları çok şey vardı. evimizin içinde annem Anitanın geceleri başka bir odaya gidişini his eder dönüşünü bilmiyorduk. Uyandığımızda ise annem yanı başımızda derin bir uyku haline bürünürdü. belki kadıncağız uyduğuna bizi inandırmaya çalışıyordu.
Bu ne kadar devam ettiğine gelince amcam İhsana bir kız bulup evlenince biter gibiydi. yinede amcam annem Anitaya şizofren çok aşktı ve sevmekten hiç vaaz geçmiyordu. Annem Anita geceleri bir huzursuz loş ışığın altında kuş gibi çırpınırdı. Adeta yaralanmış kanat seslerini duyardım kara bir taş kesilip gizli gizlice ağlaşırdı. ve gökyüzüne bir şeyler mırıldandığını zaman Onun omuzlarına yaslanıp korkma anneciğim ben hep yanındayım demek için bir az daha beklemem lazımdı…
Tarih 12-03-1962 herkes uykunun en derine geçiş yaparken evin içine koca bir çığlık yerleşti öncelikle sesin hangi tarafın geldiğine kitlenmiştik. Annem Anita ise biz çocukların görecekleri ile etkilenmemize engel hareketler ile bizleri odanın içerisine sokmaya çalışıyordu. diğer tarafa da çığlığın sahibi ihsan amcamın taze eşi Nurten ’e bakınıyordu. Evin içinde hele ki biz küçük yaşta bireylerin odanın içinde görememesi gereken şeylerdi Annem Anita bizi odaya alıp dışarıda olup bitenden uzaklaştırması yani sakinleştirmesi uzun sürmedi.
Biz kardeşlerin arasında iki üç yaş ya vardı; yâda yoktu. Sabaha nasıl bir ev ortamına uyanacağımızı bilmeden o gece mis gibi yatağımıza gömülüp uyduk. sabah uyandığımızda ise bütün aile kadınlar yas gereği babamın ölümünden olduğu gibi siyahlanmıştı. Babaannem ise ikinci oğlunun ölümü ile daha hırçın bir kadına dönüşmüştü. hem annem Anitayı hemde taze gelin Nurten evin içinde gücüleri yeten yetmeyen işleri koştururdu. yap Erkeksiz bir evin kadınlarıydılar ve üstelikte hiç iyi anlaşamıyorlardı. Kimsenin dışarıda çalışıp para kazanma hevesi olsa belki de birinin işe gidişi diğerinin huzuru olacaktı….