0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
108
Okunma
Biraz oyalandıktan sonra yatağa girerken bugün çok yorulduğunu biliyordu. Bildiği bir şey de galiba şansı azda olsa dönmüştü. Uykuya dalması ile kâbuslar da yine başladı. Sokağın başında kocası ile çocuklarının okula gidişini seyrederken karşıdan hızla gelen bir tırın yolun karşı tarafına geçerken ailesini tekerleklerinin altına aldığını gördü. Boğazından çıkan feryadın arkasından olduğu yerde düşüp bayıldı. Gözlerini en yakın hastanenin acil servisinde açtı.
Kendini gördüklerinin bir rüya olduğuna inandırmaya çalışsa da gerçek, ailesi gözlerinin önünde yok olup gitmişti. Akşam üzere bir hemşirenin nezaretinde evine döndü. Bom boş hiç anlamı olmayan bir evdi artık. Birden gözyaşlarına boğuldu. Çocukluğundan beri çok az ağlamıştı.
Çok uzun bir hafta oldu. Komşuları, arkadaşları hiç yalnız bırakmadılar. Ama her şeyin bir sonu vardı. Gelen gidenler yavaş, yavaş azaldı. Ve bir gün kendini boş duvarları seyrederken salonda yalnız başına buldu. Farkında olmadan çocuklarının ve kocasının duvardaki fotoğraflarını toplayıp bir poşete koydu. Kaç gündür kaskatıydı. Bir türlü gevşeyemiyordu. Hayat bu kadar acımasız, bu kadar kahpeydi. En sonunda bundan sonra ne olacağını düşünmeye başladı. Kırşehir’e dönemezdi. Ailenin soy defterinden çoktan silmişlerdi adını. Aylaya da aynısını yapmadılar mı? Daha beş yaşındaki çocuğa bakamıyoruz diye İstanbul’da yaşayan uzaktan akrabalarımızın yanına evlatlık olarak vermediler mi? Şimdi sıra kimdeydi? Bende mi? Abilerimde mi? Elinde kalanların hesabını yaptı. En kısa zamanda bir işe girip çalışmalıydı. Yemek yapmakta benim diyenlerle başa çıkardı. Bu günden itibaren iyi bir aşçı olmak için çabalayacaktı.
Sabah erkenden kalkıp işe çıkmak için hazırlandığında, aşağıdan Halil Dayının seslendiğini duydu.’’ Esma kızım çıkıyoruz, kahvaltıyı mekânda yaparız. Evden ayrılırken arkama dönüp iki katlı ahşap eve tekrar baktım. Aylayı düşündüm. Halil Dayı anlamadı ama bu ölümün arkasında büyük bir dram yattığını düşünüyorum. Aşevine vardığımızda kahvaltı masasının hazır olduğunu gördük. Sinoplu’nun yaptığı esprilerinin eşliğinde neşe içinde kahvaltımızı yaptık. Bir günde hayatımın akışı değişmişti. Allah bu iyi insanları karşıma çıkarmasaydı ben ne olurdum bilemiyorum. Kahvaltımız bitince hemen işe başladık. Önümüzde çok yoğun geçecek bir gün vardı. Bugün buranın pazarıydı.
Bütün gün nefes alacak zaman bulamadık. Halil dayının deyimi ile mekânı kapattığımızda yorgunluktan bitiktim, ama aynı zamanda mutluydum. Çünkü Halil dayı gibi güngörmüş bir insan sarrafı karşıma çıkmıştı. Belki de beni uçurumun kenarından çekip aldığının farkında mıydı acaba?
Eve dönmemiz fazla zaman almadı. Bahçeye girerken hava birden kapandı. Arkasından gök gürlemesi geldi. Çakan şimşekle beraber yağmur yağmaya başladı. Koşar adımlarla içeri girdik.
Münevver Teyze kapıyı açmış bizi bekliyordu. Halil Dayı bana hitaben,
‘’ Kızım yukarı çıkacaksan fazla oyalanma seni bekliyor olacağız.’’
Münevver Teyze,
‘’ Allah’tan tam zamanında geldiniz yoksa yağmura yakalanacaktınız.’’
Halil Dayı,
‘’ Doğru söylüyorsun Hanım haydi içeri geçelim.’’
Ağır, ağır üst kata çıktım dün akşam yorgunluktan üstün körü baktığım yerleri daha dikkatlice incelmeye başladım. Merdivenlerden çıkınca sola dönüp yürümeye başladım. Sağımda ve solumda iki odaya açılan kapılar bulunuyordu. Doğru yürüyüp salonun ortasında bulunan masanın yanına gelip masaya yaslandım. Karşımda duvar boyunca yer alan bir büfe vardı. Duvarda Hale’nin fotoğrafı asılıydı. Büfenin üzerinde ise birkaç tane değişik zamanlarda ve değişik yerlerde çekilmiş fotoğrafları serpilmişti. Bir şey daha dikkatimi çekti. Dört duvarda da birer Mushaf korumalığı içinde Kuranı kerim asılıydı. Masanın üzerinde bir kül tabağı yarısı içilmiş bir sigara paketi ve de yanında bir çakmak vardı. Sağımda iki kişilik bir koltuk ve balkona açılan bir kapı. Sol tarafımda iki koltuk arasında ufak bir etajer üzerinde yarısı yazılmış dosya kâğıdı.
Ucu kırık bir kurşun kalem. Merakımı yenemeyerek yazıyı okudum. İçim cız etti. ‘’ Daha fazla tahammülüm kalmadı biliyorum öte dünyaya günahkâr olarak gideceğim. Artık bu yaşama tahammül edemiyorum beni affedin.’’
Kızınız
Hale
Kapıyı açıp balkona çıktım. Saksılarda toprağı kurumuş ölgün çiçekler. Yatak odasına geçtim. Perdeleri sımsıkı kapalı bir oda. Elbise dolabında ise askılara itina ile asılmış elbiseler ve çekmecelerde hiç el sürülmemiş giyilmeyi bekleyen iç çamaşırları. Yatak odasından çıkıp karşı odaya geçtim. Büyük bir kitaplık içi tıka basa kitap dolu. Kitaplıktan bir kitap alıp ilk sayfasını çevirdim kısa bir not. 1999 / Haziran bitirdim. Deniz güzel ama kitap okumak daha güzel.
‘’ Demek bu kitabı sahilde denize karşı okudun Hale.’’ Sehpanın üzerinde birkaç moda dergisi. Duvar dibinde kitap okuyabilmek için rahat bir koltuk.
O kadar dalmışım ki arkamda bir tıkırtı duyunca irkildim.
Münevver Teyze,
‘’ Korkma kızım benim.’’
Esma,
‘’ Özür dilerim Münevver Teyze etrafı izniniz olmadan karıştırdım.’’
Münevver Teyze,
Buraya uzun zamandır ilk defa sen giriyorsun. Sonra da ben. Buraya çıktığımda hep öleceğimi sanırdım. Kalbim kaldırmaz bu yükü. Ama demek ki insan zamanla alışıyormuş onsuzluğa. Neyse lafı uzatmayayım kızım Hale’nin elbise dolabından üzerine uyabilecek şeyler bulabilirsen giyebilirsin. Artık bizim için sorun değil. Sende bizim için bir halesin.’’
Münevver Hanım teyze aşağı inince düşünmeden edemedim. Halil Dayı Münevver Hanım teyze ile benim hakkımda görüş birliğine vardılar ama neden? İyi bir sebebi olmalı? Aşağı inerken değişik duygular altında bocalıyordum.
Devamı var