- 45 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Geçen Ömür
İnsanın insana iyi geldiği bir dünya arıyorum kendi içimden çıkarak dışarıda dolaşmak için. Samimi bir iç dökümü temizliğiyle her gün kendimle savaşıyorum silahların gölgesinde … Bu savaşımın kalıcı olup olmayacağını da bilmiyorum.
Yeni bir yıla girdik; anlık umut bağırtıları, patlayan maytaplar, kalkan sekt kadehleri eşliğinde bir şey getirmeyeceğini bildiğimiz halde. Ama zamanı durduramıyoruz, bu zaman içinde her şeye karşı varoluş mücadelesi vermek hem kendimiz hemde içinde yaşadığımız çevre için yine de gösterilmesi gereken en güzel tavırdır. „Yeni Yıl“, yeni umutlara destek değil köstektir insanlığın ayakları altında ezilen. Yine de sayfamda bana gerek özelden, gerekse direkt olarak mesaj yazan, doğum günümü kutlayan bütün iyi kalpli dostlarıma tüm kalbimle yürekten teşekkürlerimi bildiriyorum.
Yeni yılın zor durumda olan, zorluklar çeken, kendini yalnız hisseden, sınav kazanmak için çaba veren, bir iş bulmak ümitleriyle dolup taşan, toplumun farklı renklerine, ötekileştirmeden, önyargısızca farkındalıklar ve duyarlılıklar kazandırıp, yüreğinde ve hislerinde utanma ve merhamet duygularıyla hareket eden, kollektif bir aydınlanma atmosferi yaratmasını temenni ederek başlayalım diyorum. Kendi kendime, kendime ait bir cümleyle de daha bunu beynimde pekiştirerek; „sadece ölüler sessizdir“ tavrıyla hareket ediyorum. Bunun dışında ki, iyi dilekler ve temenniler birer uydurma hikayeden ibaret kalacaktır. Çünkü bireyleri eğitilerek gelişmemiş, geliştirilmemiş zihinler ve katılaşmış kalpler yaşamadan ölen sürüler olarak boşlukta kalmaya mahkum olurlar. Bunlar sadece sahip olmadıklarının hezeyanlarıyla süründükleri çamurlarda kör topal, kırık dökük, yarım yamalak ömürlerini, gögesinde oturup piknik yaptıkları ağacı da fark etmeden ve çevreye çöp artıklarıyla da kendi kirli mentaliteleri gibi kirleterek hüsran ve hayal kırıklıkları içinde tertemiz toprağa birer ölü olarak girerler.
Yaşamak, kendi başına bir sanat olduğuna göre hayata ona şekil vermek, ona büyük anlamlar vererek; hırslar, nefretler, öfkeler, kızgınlıklar ve mücadeleler yükleyemezsek; dostluk, sevgi, aşk, iyilik gibi duyguların eşliğinde sadece kendimizle ilgili olduğunu kavrayıp, bu hislerimizin öznesi olan insanlardan, kendi hislerimizle eşdeğer beklentilere girmeyi başaramazsak çıldırmadan kotarabileceğimiz bir olgu olarak başaracağımız bir hal değidir.
Doğal olarak bu durumu her insan kendi bakış açısından izah ederek yola çıkar. Kendi adıma bir analiz yapmam gerekirse, ben çok yönlü bir insan olarak hırs, nefret gibi kötümser hislerimle beraber, öfkeyi, karamsarlığı, acıyı, aşkı, sevginin coşkusunu, politik bilinç yoğunluğunu çok yoğun olarak yaşadım ve hem hayata hem içinde yaşadığım topluma hem de kendime asla yüklememem gereken çok büyük anlamlar atfetmeden kaynaklanan bu kaotik yoğunluk, bütün ömrümün isyanla ve mücadeleyle geçmesine yol açtı, Hala bu yoldayım ve mücadelenin içindeyim!
Yeri geldi düşmana, evet düşmana, hem cinsini sömüren insana isyan, bazen dostlara bile isyan ederek dostluklarımı da bir çırpıda bıcak gibi kesip atarak bitirdim. Burada da kalmadım ilk isyanımı aileme ve çekirdek çevreme vererek bağımsız olmayan bir bağımsızlık serüvenine takılarak yol almaya çalıştım. İsyanlarım burada da bitmedi; sevgiliye bile isyan ettim ve gittim. Ama yine de en büyük ve en acımasız isyanım kendime isyanım olarak biyografimde ki yerine almaya devam ediyor.
Atmışa bir merdiven kaldı, yarım asırı da geçen, farkındalıklar ve duyarlılıklar abidesi çilenin ölesiye yorgunu ve hayatın bir gazisi olarak içinde bulunduğum şu anki durum, bütün yorgunluğuma rağmen beni yenemedi ve inzivaya çekilmeyede asla zorlayamadı. Sorumluluklarımın, hayata karşı, topluma karşı sorumluluklarımın bilincinden hiçbir yenilgiye boyun eğmeden ve ödün vermeden yerine getirmekten çekinmedim ve çekinmiyorum. Bütün bu kaosun ortasında, hayatın içinde, bana verilmiş yaşamı idame etmek için takip ettiğim bu süreçte en çok dinlediğim ses, kendi içimin uğultularının sesi, bazen de defalarca dönüp dönüp okuduğum aynı kitap pasajları … Bunlardan en ilginci Eduardo Galeano’nun Tepetaklak, Tersine Dünya Okulu kitabının 102. ve 103. Sayfasında ki küçük ve acı bir başlık olan
„Dilenci Sanmıştık“ teksti.
„Casa Alianza Fonu, Guatelama şehirinin sokaklarında yaşamış ve yaşamakta olan pek çok yetim ve evsiz çocuğun yüzkırktan fazlasıyla röpörtaj yaptı: Hepsi birkaç metelik için bedenlerini satıyordu, hepsi zührevi hastalıklara yakalanmıştı, hepsi ciğerlerine yapıştırıcı ya da çözünür madde çekiyordu. 1990 yılı ortalarında bir sabah birkaç silahlı adam gelip onları kamyonlarla götürdüğünde bu çocuklardan bazıları bir parkta sohbet ediyordu. Birkaç gün sonra dört çocuğun ceseti/ bedeni ortaya çıktı: kulaksız, gözsüz ve dilsiz. Polis onlara iyi bir ders vermişti.
1997 Nisan’ında Brasil’i ziyarete gelen bir yerli şefi bir otobüs durağında uyurken canlı canlı yakıldı. Kendi aralarında eğlenen iyi ailelerden gelme beş delikanlı onu alkolle ıslatıp ateşe vermişti. Kendilerini savunurken şöyle ifade verdiler:
Dilenci sanmıştık.
Bir yıl sonra Brezilya adaleti gençleri hafif hapis cezalarına çarptırdı, çünkü tam bir cinayetten bahsedilemezdi. Federal Bölge Mahkemesi sözcüsü gençlerin ellerinde ki yanıcı maddenin yanlızca yarısını kullandıklarını açıkladı ve bu da „öldürme amaçlarının olmadığını, yanlızca eğlenmek amacıyla hareket ettiklerini“ kanıtlıyordu. Dilenci yakma, Brezilya üst sınıfından gençlerin çok sık başvurduğu bir spordur, ama genellikle gazetelerde haber olarak görülmez.“
Tabii ki Türkiye de yakma, katletme, faili belli cinayetler işleme konusunda, Alevileri yakma ve asimile etme konusunda, Kürtleri katletme, köylerini boşaltma, Kürtçe müzik dinlediği için vurularak öldürme, bir sanatçıyı üç ırkçı kafanın istedikleri şarkıyı söylemediği için katletmeleri gibi daha sayılmayacak kadar çok geniş tecrübelere sahip olan sicili kirli faşist bir devlettir.
Her olumlu değer, insan olma ve insanlaşma dönemini hedonistik düşüncelerimizle yendik, gittikçe gericileştik, dincileştik, ötekileştik, ırkçılaştık, egoistleştik, acımasızlaştık, benmerkezci kafalara bürünerek köşeyi dönme mantığını Özallar Hanedenı’yle beraber Türkiyelileştirdik.
Bu sebeple insanlık didişmeler devrini kapayamadı ne yazık ki. Tutkunun, bireysel- benmerkezciligin, kıskançlığın, özentinin, kendini olduğundan üstün görme özelliğinin, ukalalığın devri daha da derinleşti. Kıskançlığın sular çekilmedi, şimdi oturup önümüze baktığımızda hep birlikte de görebiliriz, her şeyin azar azar önemini yitirdiğini, bilgimizin bile sosyal medya aracılığıyla içinin boşaltıldığını ve çocukların kafalarının bu dezenfarmasyon dalgalarıyla kalitesiz birer yaşam tüketicisinden başka bir işe yaramadığını. Her şey pörsümüş, delik deşik, biziz bu çuvalları talaşla ve samanla dolduran, biziz onların kafalarını karıştıran, görsel ve yazılı basınıyla ve oligarşinin planlı saldırılarıyla kalitesiz yaşama mahkum eden. Ele avuca girsinler, sistemin istediği gibi düşünsünler, birer tüketiciden başka bir şey olmasınlar diye çaba sarfeden. İçinde yaşadığımız yaşam delik deşik, üzerine oturduğumuz koltuklar, sandalyeler, yemek yediğimiz masalar, yattığımız yataklar, örtündüğümüz yorganlar, … Her şey, gönüller, kırılan kalpler delik deşik, yüklerin üzerini örten brandalar gibi. Pazarcı çuvalları gibi, demek ki hiç önem vermemek gerek, ne olaylara ne de başka şeylere, kelimelere, cümlelere, kompozisyonlara, metinlere, makalaelere, denemelere, … Aptal kalma yolunda direnen biz, değişmez bir ideoloji, güvendiğimiz bir sınıf ararken, kendimizi bir öze bağlarken bizi, bağlanırken dünyaya kendimizi. Kaybediyoruz kendimizi, ne hazin ve ne dramatik bir o kadar da gerçek bir tespit. Biz aptalların hakim olmak istediği bencillik!
Biz biçare andavallar! Ancak konu hayalimizde ki kariyere, üne, şöhrete, gösterişli bir yer edinince, düşlerimizdeki evi, villayı, sarayı, yatı, daireyi edinince; çok sevdiklerimiztarafından çok sevilirsek, büyük aşkımıza kavuşursak, düşman sandığımız hem cinsimizi yok edersek, öbür işverenin iflasına sevinerek yerimizi sağlamlaştırırsak; ötekileştirdiklerimizin, önyargılarımızla davrandıklarımızın yok olduğunu görürsek ancak o zaman mutlu olacağımızın anlık heyecanlarını yaşayan aptallar olarak var olduğumuzu sanıyoruz. Uzun vadeli ve çoğu da hemen hemen imkansız olan koşullu mutluluk hayallerimizi fetişize etmekten anı yaşamayı unutan, zamanını hunharca ve acımasızca harcayan, okumaktan ve araştırmaktan uzak duran, sorumluluk almayan, iş ve üretme bilincinden çok, tüketimci kafayla yaşayan, ezkaza elde emellerine kavuşmuş olsa da asla o fetiş mutluluğunu kalıcı kılmanın bilincine erişemeyen cehalet tutkunu yığın oksijen düşmanları …
Belki de sosyalpsikolojinin uzun süreye yayarak yaptığı kohort analiz anketlerden elde ettiği veriler bu yüzden boşuna değildir, „dünyadaki en zengin oligarşik kişilerin, aslında en mutsuz insanlar olmaları“ … Parayla sahip olabilecekleri her şeye sahip oldukları için artık hiçbir şeyden zevk almamalarından dolayı çocuklarla gönül eğlendirmeleri, sapık düşünce fantazileri içinde boğulmaları, zenginleri sürekli Tayland gibi ülkelere akın ederek sex turizmini canlandırmaları, kadınları doğramak gibi vahşi, barbar sapkınlıkların tavan yapması, haz kırıntılarıyla avuntuları. Boşuna değildir aşkın kavuşana dek sürmesi, bazende evliklerin içinde nefrete dönüşerek aile cinayetlerinin artması, boşuna değildir, bütün insanların en acımasız sırt çevirmeleri, en acı kazıkları dost sandıkları insanlardan yemeleri … boşuna değildir çok ender kişilerin dışında kimsede sevgi duygusunun tükenişi; çoğumuzun sadece sevmenin taklidini becerebilmesi.
İnsan bütün teknolojik başarı ve becerilerine rağmen, yine de dünyanın en aciz, zavallı, acımasız, katil ruhlu, sömürücü, hırsız, bencil, maddiyatçı, sürekli her şeyin kendi lehine dönüştürebilmek için her türlü riyakarlığı ve hilekarlığı gösterecek kadar acımasız aptal oluşu! Binlerce yıllık yenilgilerine, hezimetlerine rağmen asla aynaya bakmayı beceremeyen, buna yanaşmayan, kendini bir zerre sanarak tanımadan, bütün varoluşu tanımlamaya kalkan, boyundan büyük işlere girerek büyük kavramlar üreten, idealler uydurarak hepsininde altında kalıp ezilen. Kifayetsiz, samimiyetsiz, muhteris, aç gözlü, gözünü toprağın bile doyurmadığı bir vampir aptal.
Belki değil, belli bir süre ben de kısmen o aptalalrdan biriydim maalesef. Ancak sevdikleri tarafından, kendisinin onları sevdiği kadar sevilirse; dostlarından, kendisinin onlara gösterdiği kadar bağlılık görürse; birbirinden ezik düşmanları yenilirse mutlu olacağını zannedip; bu ölümcül yanılsamayla düştüğü bitimsiz isyanların pençesinde bir tanecik ömrüne asla değmeyecek zararlar veren bir aptaldım! Şimdi artık, bugün hayatımın odağına koyduğum her şeyin uzağına çekilerek bütün yaşamımın muhakemesini yaptığım bu noktada, her geçen gün biraz daha uyandığımı hissetmenin mutluluğunu yaşıyorum dersem yalan söylemiş olmam. Belki de bu mertebeye ulaşmanın yolu kendini önce ölesiye heder etmekten geçiyordur; bilmiyorum... Bildiğim bir şey var ki o da sanki beynimde bir sis varmış da dağılmış, kalbimde bir öküz oturuyormuş da kalkmış gibi rahatlamış oluyoruz bazen. Azat ettim dostluklarımı, düşmanlıklarımı ve sevdiklerimi. İstesemde bırakamıyorum tek tük sahip olduğum şartli tahliyeli mutluluk fetişlerimi … Geç farkettim yine de beslediğim düşmanlıklarımın aslında birer zavallı olduklarını, geçte olsa anladım, beni, benim onları sevdiğim kadar sevmediklerini, düşündüğüm için kendimi heder ederek kahrolduğum, kendime yakın sandığım insanların, varoluşların eksikliğinden dolayı sevmeyi bilmediklerini, sadece taklidini yaparken bana yetersiz kaldıklarını.
Düşünüyorum, artık hiç kimseye, benim mutsuzluğumun sebebi olma şanslarını vermemeye çalışmak için. İnsan bir „tabular rasa“ olarak doğar ve ancak kendisine dikte edilerek bütün klişeleri, önyargıları, öğretileri, dinleri, ötekini aşağılarken kendi ırkını üstün görme psikopatlığını acılar çekme pahasına parçalana parçalana parçalara ayırarak yeniden bir forma girme cürretini gösterebilen kişiler, bir nevi de olsa farkındalık yaratarak belli bir seviyeye ulaştırabilirler. Belki de bu durum kesif bir içeriyorsa da kendini önce yok eden sonra yeniden yaratarak aydınlanan, ayndınlanma cesaret ve başarısını gösteren insanın, dünyaya geldikleri „olgunlaşmamış-ham madde“ hallerine en ufak bir dokunuşta bulunmaktan korkarak yaşayan uyurgezer kalabalıklar arasında hissettiği dayanılmaz yalnızlık duygusundan belkide binlerece kez daha iyidir. Düşmandan merhamet, dosttan, akrabadan ya da sevilenden sevgi beklemeye bin kat yeğ tutulacak bir tavırdır.
Bu sebepten dolayı, hasretini çektiğimiz hisleri ancak kendi içimizde yeşertebilir ve onları kendi ruhumuzdaki varlığıyla, acıyla karışık olsada koşullu bir mutluluğu tadma şerefine nail olabiliriz. Buradan yola çıkarak karanlık bir kalbin dünyada sahibine en korkunç zindanı yaşatacağından eminim. Sevmeyi bilmeyen yığınların hakim olduğu bir evrende, ham varoluşlara şekil vere vere yonttuğunda ortaya çıkan insan tipinden çok daha acınası bir vahimliktir gözlemleye bileceğimiz. Bir önce insan olarak kozalarımızdan sıyrılarak tırtıllığa veda ederek güneşli havalarda uçmak dileğiyle …
Samimi bir iç döküm ve temizliğinin ardından mutlu bir 2025 yılı temenni ediyorum herkese.
Huzurla kalın ve huzur vermeye çalışın. Saygılar ve umut dolu yarınlar sizin olsun!
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - 05.01.2025
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.