- 115 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Hayatın Kuyusundan Çıkmak
Hayat, bir kuyunun içine düştüğünüzde nasıl bir yol izleyeceğinize dair size pek ipucu vermez. Herkesin hayatında bir kuyu vardır; kimi zaman o kuyu geçmişte yaşadığımız acılar, kimi zaman korkularımız, kimi zaman ise bir türlü baş edemediğimiz zorluklardır. Ama gerçek şu ki, her kuyu insanın sınırlarını zorlayan bir meydan okuma sunar. İşte, kuyudan çıkmanın sırrını bir eşekten öğreniyoruz: Silkelenmek ve yukarı çıkmak.
Bir gun, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanin yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmağa değmeyeceğine karar verir. Bütün komsularını yardama çağırır. Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, once daha beter bağırmağa baslar. Sonra, herkesin şaşkınlığına, sesini keser. Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düsen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır. Bir sure sonra, komsular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir adım atıp, koşarak uzaklaşır
Bu hikâye, birçoğumuza basit gelebilir. Ama derinlere inildiğinde, bu hikâye hayata dair büyük bir ders taşır. Eşeğin kuyunun dibinden yukarı çıkmak için toprakları silkelemesi, zorlukları fırsata çevirmemiz gerektiğini öğretir. Çünkü hayat, üzerimize sürekli bir şeyler atacaktır; bunlar kimi zaman sorunlar, kimi zaman da eleştiriler olacaktır. Bizden istenen, bu yükleri sırtımızda taşımak değil, onları silkeleyerek kendimize bir basamak yapmaktır.
Hayat bazen hiç beklemediğimiz bir anda üzerimize bir yük bırakır. İşlerimiz ters gider, hayallerimiz yarım kalır, insanlar bizi hayal kırıklığına uğratır. O an, kuyunun dibinde mahsur kaldığımızı hissederiz. Karanlık basar; çaresizlik etrafımızı sarar. Bir ses gelir içimizden: “Artık buradan çıkamazsın.”
Ama durup düşünelim. O kuyunun içinde çaresizce kalmak mı, yoksa tıpkı hikâyedeki eşek gibi, üzerimize atılan her toprak küreğini silkeleyip kendimize bir çıkış yolu oluşturmak mı? İşte seçim burada yapılır. İnsan, kuyuda kalmayı seçerse, hayat ona karanlık bir döngü sunar. Ama silkelenip çıkmayı seçerse, en zorlu anlar bile bir öğrenme deneyimine dönüşür.
Kuyunun dibinden çıkmanın ilk adımı, kalbi nefretten arındırmaktır. Nefret, insanın ruhunu karanlık bir kuyunun içine hapseder. Bize yapılan haksızlıkları, yaşadığımız acıları, kırgınlıkları sırtımızda taşımaya devam edersek, o kuyudan çıkmamız mümkün olmaz. Oysa affetmek, bu yüklerden kurtulmanın en kestirme yoludur.
Affetmek zayıflık değildir; tam tersine, hayatta ilerlemenin ve huzuru bulmanın anahtarıdır. Çünkü affetmek, kendimize yaptığımız bir iyiliktir. Affetmek demek, başkalarının üzerimizdeki etkisini silmek demektir. Kuyunun dibindeki nefret yükünü bırakmadan, yukarı çıkmak mümkün değildir.
Hayatımızın büyük bir kısmını endişelerle harcarız. “Ya başarısız olursam?” “Ya beni sevmezlerse?” “Ya işler yolunda gitmezse?” Bu “ya”larla başlayan sorular, bizi karanlık bir kuyunun içine iter. Oysa çoğu endişemiz hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez.
Endişeleri serbest bırakmak, üzerimize atılan toprağı silkelemek gibidir. Endişe, insanın kendi yarattığı bir hapishanedir. Gelecekte olacak bir şey için bugünü mahvetmek, aslında hayatın kendisine yapılan bir haksızlıktır. Her nefeste, her adımda anı yaşamak, endişelerden kurtulmanın en etkili yoludur.
Hayat, karmaşıklaştıkça içinden çıkılmaz bir hal alır. Hep daha fazlasını isteriz; daha fazla para, daha fazla başarı, daha fazla eşya... Oysa mutluluk, sahip olduklarımızı fark etmekten ve şükretmekten geçer.
Eşeğin kuyudan çıkarken yaptığı en önemli şey, kendine odaklanmaktır. Sırtına düşen toprağı yük etmez, onu bir basamağa çevirir. İnsan da hayatında basit yaşadığında, kendini bu kadar yük altında hissetmez. Basit bir yaşam, daha az yük, daha az karmaşa ve daha fazla huzur demektir.
Şükretmek, hayatın bize sunduğu güzelliklerin farkına varmaktır. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, kuyunun karanlığını aydınlatan bir ışık gibidir. Basit yaşamak, mutluluğun kapısını açar.
Hayatın en büyük sırlarından biri, verdikçe çoğalmaktır. Maddi ya da manevi ne verirsek verelim, paylaşmak ruhumuzu besler. Vermek, kuyunun dibindeki karanlığı aydınlatan bir ışık gibi, hem bizi hem de çevremizi iyileştirir.
Ama vermek kadar, daha az beklemek de önemlidir. Beklenti, genelde hayal kırıklığını beraberinde getirir. İnsan, yaptığı iyiliklerden, emeğinden, sevgisinden bir karşılık beklediğinde, kuyunun karanlığına bir adım daha yaklaşır. Oysa daha az beklentiyle yaşamak, insanı özgürleştirir.
Hikâyedeki eşek, üzerindeki toprak yükünü silkeledi ve kendine bir yol yaptı. Biz de aynı şeyi yapabiliriz. Her zorluk bir öğretmendir; her başarısızlık bir basamaktır. Önemli olan, kuyunun dibinde kalmayı mı seçeceğiz, yoksa silkelenip yukarı çıkmayı mı?
Hayat, üzerine gelen zorlukları fırsata çevirebilenleri ödüllendirir. Kuyudan çıkmak, kararlılık, inanç ve azim gerektirir. Ama unutmayın, her yolculuk bir adımla başlar. Kuyunun dibinde bile olsak, silkelenerek bir adım daha yukarı çıkabiliriz.
Mutluluğun ve başarının sırrı, hayatın getirdiği yükleri fırsata çevirmekten geçer. İşte size hayatın kuyusundan çıkmanın 5 basit kuralı:
Affedin. Kalbinizi nefretten arındırın. Nefret, kuyunun dibinde bir ağırlıktır.
Endişelerden kurtulun. Çoğu gerçekleşmeyen senaryolara odaklanarak bugününüzü mahvetmeyin.
Basit yaşayın. Hayatın tadını, karmaşadan uzak bir şekilde çıkarın.
Daha çok verin. Paylaştıkça, ruhunuz zenginleşir.
Daha az bekleyin. Beklentiler azaldıkça hayal kırıklıkları da azalır.
Hayatın kuyusunda mahsur kaldığınızı hissettiğinizde, hatırlayın: Üzerinize gelen toprağı silkeler ve onu bir basamağa çevirirseniz, en derin kuyulardan bile çıkabilirsiniz. Hayatın yollarında yürümekten asla vazgeçmeyin.
Erol Kekeç/16 Nisan 2009/Çengelköy
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.